Doğumunda bir terslik vardı. Her şey normal görünüyordu aslında gerçek öyle değildi. O, sağır olarak doğmuştu. Ne insanların seslerini ne de çevresindeki sesleri hiç duymamıştı. Birkaç yıl boyunca doktor gözetiminde kaldı. Doktorlar bu durumun geçici olacağını düşünmüşlerdi ama yıllar geçiyor ve o hâlâ duymuyordu.

   Çocuk denebilecek bir yaşa geldiğinde artık bilimin ona sunduğu imkânlardan yararlanma zamanıydı. Doktorlar, onun duyabilmesi için kulaklarına küçük bir tüp yerleştireceklerdi. O, ise olan bitenden habersiz kendi dünyasında huzur içinde piyano çalıyor, resim çiziyor ve etrafına gülücükler saçıyordu. Hatta o kadar ki; duymadığı için el işi yeteneği, koku alma yeteneği son derece gelişmişti. Ailesi onun bu yeteneklerini değerlendirmesi gerektiğini düşünüyordu. Burada da ufak ve tatlı bir tartışma söz konusuydu. Babası onun piyanist olmasını isterken annesi ise ressam olması konusunda diretiyordu. El yeteneği son derece gelişmiş durumdaydı.

   Doktorlar, kulaklarına tüp takılması durumunda birkaç riskin olduğunu ailesine anlattılar. İlk defa sesleri duymanın onda bir mutluluk yaratacağını fakat aynı zamanda da bir ses duymanın onu korkutacağını hatta bunun onda travma oluşturma riskinin olduğunu belirttiler. Ailesi onun duymasını çok istiyordu. İlk başta gözleri kapalı bir şekilde tüp tedavisini kabul etseler de bu riskleri duyunca biraz düşünmek istediler. Bu düşünme sırasında da zaman geçiyor, o büyüyor ve sessizliğe daha da alışıyordu.

    Sonunda ailesi onun duyması için ne gerekiyorsa yapılması kararını verdi. Onu operasyona aldılar ve kulaklarına ufak, mucizevi denilen tüplerden takıldı. Operasyondan bir süre sonra gözlerini açtı. Ailesini yanında gördüğü için çok mutlu oldu. Sonrasında da doktorlar geldi. Onu kontrol ettiler. Her yerine baktılar, nefesini dinlediler, ayağa kaldırdılar… En sonunda da sıra tüplerin çalışıp çalışmadığını kontrol etmeye gelmişti. Kulaklarındaki sargılar açıldı ve tını sesleriyle ufaktan büyüğe doğru ses dalgaları kulağa gönderildi. Sonrasında da doktor konuştu. Doktorun konuşması onda büyük bir şaşkınlık uyandırdı. Doktoru duymuştu, aslında o bu dünyaya geldiğinden beri ilk defa bir ses duymuştu. Sonra annesi, babası konuştu ve hepsini duydu. Bu sevincini onlara sımsıkı sarılarak kutladı. Artık duyuyordu ve sessizlik imparatorluğundan kaçmıştı.

    Hastaneden çıktıklarında dışarıdaki ses onu korkuttu. Çok fazla gürültü vardı ve bu gürültülerin hepsi sanki beyninin içinden geliyor gibiydi. Elleriyle kulaklarını kapattı. Çok bir fayda etmedi. Arabaya bindiler. Sesler az da olsa kesildi. Bu sefer de arabanın sesi, trafikteki korna sesleri onu rahatsız etmeye başladı. Her bir ses duyduğunda kalbi güm güm atıyordu. Bu da onun daha da korkmasına ve endişelenmesine sebep oluyordu. Artık bu gürültülü hayata alışması gerektiğinin farkındaydı.

    Doktor kontrolleri, gürültülü ve sesli hayata alışma çabaları, onun bütün dikkatini dağıtmış ve sağırken sahip olduğu yetenekleri kaybetmesine yol açmıştı. Eskisi kadar iyi piyano çalamıyor, resim çizemiyordu. Bir şey duyunca irkiliyor veya korkuyordu. Bu sesli hayat ona sessizliğin verdiği huzuru, dikkati ve rahatı vermiyordu. İşin kötü tarafı sesler onu daha da bitiriyordu. Doktor kontrolüne gittiği bir gün tüplerin çıkarılmasını istedi. Annesi, babası karşı gelse de o bu konuda ısrarcı oldu. Doktorlar tüpleri çıkardılar. Sessizlik imparatorluğunun kapısı onun için sonuna kadar açılmış ve o da içeriye girmişti. Gerçek huzuru ve kaybettiği yetenekleri bu imparatorluğun içerisinde tekrar buldu ve kazandı. Gürültüden uzak, huzura yakın bir hayat sürdü.