‘’Acılar paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır’’ derler.İnsan olmanın en güzel yanı, kanımca budur zaten, paylaşmak…

Bir başkasının acısına koşmak, o acıyı derinden hissetmek, bir başkası için ne yapabiliyorsa yapmak, yarasına merhem olmak.

Sevincine mesela, ne yaşanıyorsa, kendi yaşıyor gibi sevinebilmek, çok güzel değil midir bir başkasının mutluluğuyla da mutlu olabilmek…

Selam olsun buradan, böyle insanlara ve yaralarıma merhem olan, kötü günlerimde de yanımda olan tüm dostlarıma.

İstisnalar hariç, her zaman herkes böyle insani ve kıymetli vasıflarla donanamıyor tabi. Ne yazık ki iyi gün dostu, empati yoksunu bencil ve duyarsız insanlar da çıkabiliyor karşımıza.

Hal böyle iken, yaşanan sevinç ve mutluluk değilde acı ve kederse, yalnız kalmışsak birde böyle zamanlarda, biz ‘’ateş düştüğü yeri yakar’’ diyoruz. Bende bir çok kez anlaşılmadığımı düşündüğümde veya bir başkasının acısını gözlediğimde böyle dedim, bende bir çok kez düşündüm ki ‘’ateş düştüğü yeri yakıyor’’.

Ve bugün, böyle bir günü betimledim.

Sayfamda her gün bir kadın ve hikayesini paylaşıyorum. Bu gün hikayesi olan, ‘’o kadın’’ benim.

bir yarası, herkesin sarıp ta sandıklara kaldırdığı bir travması vardır. Ama bu arada fındık kabuğunu doldurmayan dertleriyle, fındık kabuğunu doldurmayacak şahsiyette insanların sayısı da azımsanamayacak kadar fazla. Bir şarkı götürdü beni o günlere, şarkıda ‘’hadi durma ağla’’ diyordu… ‘’yolculuk nereye, kimler uğruna ölmeye’’ işte tam da bu cümle beni o günlere götürdü yeniden.

O güne, ateşin düştüğü güne, yangın yerine gidersek;

Bir fotoğraf, bir resimdi sanki gördüklerim. Benimle hiç ilgisi olmayan bir zaman ve mekândaymışım gibi. Önce etrafta hiç kimse ve hiçbir ses, hiç bir yaşam belirtisi yok… Sadece bir fotoğraf bu, içinde benim olduğum…

Her zaman, her şey bir şekilde yorumlanabilir, her an bir şey düşünülür, her daim söylenecek bir söz bulunabilir. O gün, o an bunların hiçbiri yok…

Kocaman bir boşluk var, gittikçe büyüyen kocaman bir boşluk…

O kocaman belirsiz boşlukta bir tek ben varım sanki, birde eşi olmayan yirmiyedi numara olduğunu bildiğim, sarı bir sandaletin teki. Orada bir yerde, yalnız, öylece duruyor… Benim gibi.

Oysa, dün akşam ben, bahçede oynayan kızımı eve aldığımda, ayakkabılarını da içeri alıp, her zamanki yerine bırakmıştım. Bırakmamış mıydım yoksa?

O sandalet neden dışarıda? Ve neden tek başına?

Kızım… Benim kızım nerede?

Bu ne biçim rüya? Bu bir kabus mu yoksa ? Peki Ne zaman uyanırım ben?

Her zaman ki gibi, kızım ‘’anneee’’ diye seslenince mi?

Hep benden önce uyanır o. Evet evet o seslenecek ve ben uyanacağım. Bu kâbus son bulacak burada. O ‘’anne’’ diyecek, ben gözlerimi aralayıp bir ‘’öpücük ver’’ deyip, minicik ellerine uzanıp, ‘’hadi kaldır beni ‘’ diyeceğim.

Kahvaltı hazırlanacak daha, ama ben önce onun saçlarını öreceğim. O bana soracak her zaman ki gibi ‘’sen saçlarını örecek misin anne?’’

‘’Hayır ‘’diyeceğim. O zaman da, ‘’sen saçına ne yapacaksan, bana da aynısını yap’’ diyecek, bende istemesem de, önce kendi saçlarımı öreceğim.

Evet evet ,az sonra gelir kızım, ‘’anneee’’ der ve biter bu kabus.

Menemen yapayım bu sabahta, kızım masayı kurarken, ben birde peynirli börek atayım fırına..,

Havada çok sıcak. Bahçeye çıkayım, der şimdi bana,

‘’Güneş geçer başına, saat dörtten sonra’’ derim, bende ona,

O da ‘’komik olma anne, güneş nasıl geçecek ki kafama’’ der ve biz güleriz yine…

Of yine sesler duyuyorum ben uzaktan. Birileri sesleniyor bana, kızımın sesi değil bu…

Biri ya da birilerimi geldi evimize? Uyuyor muyum ben hala? Sesler yaklaşıp uzaklaşıyor, çığlık mı atıyor birileri , feryatlar mı yükseliyor bir yerlerden… Bitmedi mi kabus? Her yer toz duman, kalabalıklar, korkulu kalabalıklar, şaşkın kalabalıklar yaklaşmakta bana. Yangın yeri burası, kızım yok , peki oğlum nerede?

İlk baharda almıştık kızımın sarı sandaletlerini. Sandaletin teki ve ben dışarıdayız şimdi. Öylece sokakta, yalnız ve per perişan. Nasıl çıktık sokağa biz? Nasıl ve neden?

Ayakkabı uzak bana, uzansam alabilir miyim? Yok alamam. Taş, toprak, öyle betonlar falan, ağırlıklar var üzerinde ve üzerimde…

Sesler yükseliyor, sahi kim bunlar ve bu telaş niye? Neden bağırıyor bu insanlar? Burası oturduğumuz apartmanın önümü? Peki apartman nerede? Koşuşturuyor mu bu insanlar? İyi de neden ? Niye? Bir şeyler söylüyor sanki birileri bana…

Bu betonlar, bu demirler, bu cam kırıkları da ne!!!

‘’Kızımı bul getir’’ diyor tanıdık bir ses, yerde toprağı yumruklarken, bana mı söylüyor?

Kızımın ayakkabısının teki burada yanı başımda, iyi de kızım nerede? Kahvaltı edecektik biz daha, börek atacaktım fırına, saçlarımızı da örecektik biz… SAHİ BENİM KIZIM NEREDE!!!

Ağlıyor mu bu insanlar? Bu yükselen çığlıklarda neyin nesi? Ya bu enkaz? Bu un ufak olmuş betonlar ne böyle? Bu kıyamet ,bu kıyamet kimin eseri?

Deprem mi dedi birisi? Of ben kimim? Benim kızım nerede? Peki bu sandalet , ya bu sandaletin teki nerede…Gitti mi diyorlar? Ama nereye? Ölmüş diyor birileri? Yok gitmez, o hiçbir yere gitmez, hem neden nereye gidecek ki !Ölmez, ölmez o! Ölmekmi neden? Kimin uğruna ve niye?

…………………………………………….

GÖZ AÇIP KAPATINCAYA KADAR MUTLULUKLAR…

Aylar sonra uyandım. Bir kadın konuşuyordu. O gece reçel kavanozlarının, nasıl kırıldığını anlatıyordu. Bana değilse de benim yanımda birilerine söylüyordu. Dertli görünüyordu kadın, tanıdığım biriyse de artık bana çok yabancıydı. Reçel kavanozları kırılmıştı, o gece 7.8 şiddetinde ki Marmara depreminde, Kışlık hazırladığı konserveleri de heba olmuştu. Deprem olmuştu o gece, 17 ağustos 1999 da. Bilseymiş kavanozlarını dizer miymiş öyle üst raflara… Kadının reçelleri gitmiş, o kadın çok üzülmüş çoook…

O gece ,o gece benim ve nicesinin de canı gitmişti. onun reçelleri, bizim hayatlarımız heba olmuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar yapılırdı reçeller konserveler…

Oysa bizim mutluluklarımız göz açıp kapayıncaya kadardı artık…

Evet ben o kabustan o gün de öyle uyandım. O geceden sonra saçlarımı örmedim, saçını ören anne kız gördüğümde ise görmezden geldim. O geceden sonra ‘’annee’’ diyen kızımın sesini rüyalarım dışında hiç duymadım. Ben o geceden sonra, hiç uyanmak için sabah olmasını beklemedim ve o geceden sonra hiç, benim kızım nerede demedim…

………………………..

Acıları paylaşın, her şeye rağmen hayata sarılan, yaşama tutunan insanlara sahip çıkın, onların yaraları derin…

Ayrıca aslında hepimiz için göz açıp kapayıncaya kadar mutluluklar bilin ve böyle yaşayın…!

17.agustos.1999 da kaybettiğim 8 yaşında ki kızıma ve depremde yitirdiğimiz tüm canlarımıza rahmet ve özlemle…

AYLİN YÜKSEL

Hadi durma ağla, ağla

Yaşlar kurur zamanla ağla

Böyle kahpedir dünya
Son bulur kollarında

Hadi durma ağla, ağla

Yüzünü ıslatmasan da, ağla
Belki hepsi bir rüya

Son bulur kollarında

Söyle, kaç yaşındasın?
Herkes kadar yalnız mısın ?

İnce ince titremen Soğuktan mı sanırsın ?

Bilmem kaç yaşındasın

Herşeyin farkındasın

Acılar biriktirip Damla damla harcarsın

Yolculuk nereye?

Kimler uğruna ölmeye

Dört yalnızlıkla bir doğruyu, götürmeye

Hadi durma ağla, ağla

Yaşlar kurur zamanla, ağla
Böyle kahpedir dünya ………………………