Aradan yüz yıl geçmiş, biz hala içimizden birilerine, İngilizlerin bile “Lozan'da onursuz bir barış imzaladık. Bu, İngiltere'nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu, en kötüsüdür” dediği Lozan Antlaşmasının bir ‘hezimet’ olmadığını anlatmaya çalışıyoruz.

Eskiden tek tüktü bunlar ama mevcut iktidarın, Atatürk, İnönü ve Lozan’a bakış açısının yarattığı algı ile epey çoğaldılar.

Haliyle inanmadığı halde, sırf iktidara yaranmak için konuşanlar da az değil…

Bu geri zekalıları ikna etmek için değil de, tarihe bir not düşmek için, bugün Sinan Meydan’ın katkılarıyla bir kez daha aktaralım;

İsmet Paşa, Kasım 1922'de Lozan'a giderken Türkiye, 1912-1922 arasındaki 10 yıllık savaştan yeni çıkmıştı. Aç, sefil, savaş yorgunu 14 milyon insan bir an önce barışa kavuşmak istiyordu.
Lozan Konferansı devam ederken İstanbul ve Çanakkale boğazları işgal altındaydı. Boğazlarda İngiliz, İzmir limanında Fransız savaş gemileri vardı.

Lozan'a İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Boğazlar konusu için Sovyet Rusya ve Bulgaristan, belirli konular için Belçika ve Portekiz ile gözlemci olarak ABD katılmıştı. Lozan'da, İngiltere'nin liderliğinde Türkiye karşıtı bir “birleşik cephe” oluşmuştu. Türkiye, neredeyse bütün bu devletlere karşı tek başınaydı.
Türkiye, Lozan'a Kurtuluş Savaşı'nın galibi olarak giderken, Müttefikler Türkiye'yi 1. Dünya Savaşı'nın mağlubu olarak görüyor; Türkiye'ye üç dört yılın değil, Atatürk'ün ifadesiyle “son 300-400 yılın hesabını sormak” istiyorlardı.
İsmet Paşa, Lozan'da kendisine TBMM tarafından verilmiş olan 14 maddelik bir talimatnameye uygun hareket etti.
Üç ay sonra Müttefikler'in sunduğu, Sevr'in biraz yumuşatılmış şekli olan antlaşma teklifini, Ankara'nın da onayını alarak reddetti. Lord Curzon'un ifadesiyle, “İsmet, söylediğimiz her şeye aynı sıradan bayatlıkla cevap verdi: Bağımsızlık ve hükümranlık!” Bunun üzerine Lozan Konferansı 4 Şubat 1923'te kesildi. İsmet Paşa ve heyeti Türkiye'ye döndü.
Konferans dağılır dağılmaz Atatürk, Türk Ordusu'na “hazır ol” emri verdi. İzmir Limanı'nda demirli Fransız savaş gemilerini kovdu. Kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmayan Batı'ya, ekonomik bağımsızlık konusunda ne kadar kararlı olduğunu göstermek için İzmir İktisat Kongresi'ni topladı.
Bunun üzerine 23 Nisan 1923'te Lozan Konferansı yeniden başladı, 24 Temmuz 1923'te imzalandı.
Birilerinin ‘bizi sattı’ dediği İsmet Paşa, görüşmelerde adeta yaşlanmıştı ki Atatürk'e gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: “Görüştüğümüz zaman saçlarımı bembeyaz, yaşımı on yaş daha ileri bulacaksın.”

Lozan'da kapitülasyonları kaldırdık, Ermeni yurduna izin vermedik. Böylece temel istekler bakımından yüzde 100 başarılı olduk. Karaağaç'ı aldık, kabotaj hakkını elde ettik, savaş esirleri konusunu çözdük. Ege adalarından Meis, Semadirek, Bozcaada, İmroz (Gökçeada), Tavşan adalarının bize bırakılmasını, diğer adaların ise bize bağlı özerk veya bağımsız olmasını istedik. Sonuçta Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adaların, adacıkların ve kayalıkların hepsini aldık. Ayrıca Yunanistan'a bırakılan adaların askerden, silahtan arındırılmasını sağladık. Bizdeki adalardan Meis'i kaybettik.

Adalar konusunda yüzde 50 başarılı olduk. Osmanlı borçlarının paylaşımı ve ödenmesi konusunda da yüzde 50 başarılı olduk: Borçların orantılı olarak Osmanlı'dan kopan devletlere bölüştürülmesi ve altın ya da sterlinle ödenmemesi konusunda başarılı olduk, ancak borçlar hesaplanırken 1918 yılının dikkate alınmasında başarısız olduk. Trakya sınırında ve boğazlarda askerden arındırılmış bölgenin yabancılar tarafından denetlenmemesi isteğinde de başarılı olduk, ancak buraların saldırıya uğraması hâlinde Müttefikler'in Türkiye'ye güvence vermesi isteğinde başarısız olduk. Bunda da yüzde 50 başarı var.
Yunanistan'dan savaş tazminatı almayı, Batı Trakya'da halk oylaması yapmayı, Musul ve Adakale'yi almayı, savaş döneminde el konulan altınları geri almayı, Gelibolu'da bir garnizon bulundurmayı, boğazların yönetimini ele geçirmeyi, sınırlarımız dışında halk oylaması yapmayı, I. Dünya Savaşı öncesinde parası ödendiği halde alınamayan savaş gemilerinin parasını geri almayı, patrikhaneyi yurtdışına çıkarmayı başaramadık. Ancak başarısız olduğumuz bu isteklerin en az yarısı “gerçek” değil pazarlık gücünü arttırmaya yönelik “görünür” isteklerdi. Ayrıca Musul alınamamış, ama henüz kaybedilmemişti de…
Gerçekleştirilen ve gerçekleştirilemeyen isteklerin önem derecesine bakıldığında, Türkiye'nin Lozan'da mutlak başarılı olduğu görülecektir.
Lozan Antlaşması bize her şeyden önce sınırları belli bağımsız bir vatan bıraktı. Lozan'a “hezimet” demek için ya kör cahil veya uslanmaz bir Cumhuriyet düşmanı olmak gerekir.

Lozan iki ülkenin değil, birçok ülkenin imzaladığı bir antlaşmadır. Onaylı birer örneği tüm imzacı ülkelere verilen Lozan'ın, bir veya birkaç ülke için gizli maddelerinin olması mümkün değildir. Bu iddia, Lozan'ın 143 maddesinde aradıkları açıkları bulamayanların palavrasıdır.
Maden ve petrol çıkaramıyoruz yalanına gelince;

Osmanlı döneminde, 19. yüzyılda Türkiye'nin petrolleri ve madenleri yabancıların kontrolündeydi. II. Abdülhamit, Türkiye'nin bor kaynaklarını, 1887'de bir İngiliz şirketine, Ereğli kömür işletmelerini de 1882'de Fransız ve İtalyan şirketlerine teslim etmişti. 1902-1911 arasında Osmanlı madenlerinin yarısından fazlası yabancıların elindeydi. Osmanlı petrolleri de İngiliz, Fransız, Alman şirketleriyle II. Abdülhamit'in kontrolündeydi.

Türkiye Cumhuriyeti, Lozan'da kapitülasyonları kaldırdıktan sonra Osmanlı'nın yabancılara verdiği tüm ayrıcalıklara son verdi. Limanları, demiryollarını, fabrikaları ve madenleri, petrolleri yabancıların elinden alıp millileştirdi.

Lozan'ın son kullanma tarihi yoktur; Türkiye Cumhuriyeti var oldukça geçerliliğini koruyacaktır.
Lozan'ın bitmesini bekleyenler, Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden Sevr'e mahkûm etmek isteyenlerdir.