Olağanüstü güzel ve kıymetli bir eser okudum. Henüz bitirdiğim ve etkilendiğim Gregori Petrov’un kitabından bir şeyler paylaşmak isterim. Kitabın adı Beyaz Zambaklar Ülkesi. Türkçeye 1928 yılında çevrilmiş olan bu kitap, bir tür vatandaşlık kılavuzu niteliğinde. Finlandiya’nın Finlandiya oluşunu, kuruluş hikâyesini anlatıyor. Ben kitabı okurken bir ülkenin nasıl çökebileceğini ve bir toplumun nasıl yok olabileceğini de satır aralarında gördüm aslında. Hemen her paragrafından feyz alıp, aydınlandığımı, ara arada ülkem için endişelendiğimi söyleyebilirim.
Ancak karanlığı seçenler ve ışık istemeyenler için bu eserin rahatsız edici bulunabileceğini de eklemek isterim.
Kitaptan;
“Milletin geleceği, kahramanlık hikâyelerinde değil; sessizce işini yapan ve sorumluluk hisseden insanlardadır.”
Bu kitap, yalnızca geri kalmış bir ülkenin nasıl ayağa kalktığının öyküsünü değil, halkı cehaletten kurtarmak, vicdanla ve bilinçle yeniden inşa etmek isteyen bir avuç aydının verdiği, onurlu mücadelenin de hikâyesini anlatıyor aynı zamanda.
Petrov ’un anlattığı Finlandiya’da, aydın, eğitimli insanlar bataklıklar içinden, eğitimle, ahlakla, disiplinle ve inançla yepyeni bir ülke inşa etmişler. Çünkü onlar halkı hor görmemiş, halkla birlikte büyümeyi seçmişler.
Bizim ülkemizin de hemen her yerinde, her makamında, sessizce ama inançla işini doğru yapan böylesi insanlara ne kadar da çok ihtiyacımız olduğunu düşündüm bu eseri okurken. Öğretmenlerden çiftçilere, esnaftan sanatçılara, herkesin içinde taşıması gereken bir bilinç, bir sorumluluk olması gerektiği anlatılıyor kitap ta, ama ne acı ki bizim geçmişten bu güne sahip olduğumuz bazı değerlerimiz, iyi niyetimiz, ahlaki ve vicdani sorumluluklarımız, her geçen gün biraz daha eksiliyor hatta yitip gidiyor bu canım memleketimde.
Kitaptan;
“Bir ülke önce insanlarını insan yapmak zorundadır. İyi vatandaşlar, iyi bireylerden doğar.”
Petrov, kitapta bir toplumun yalnızca bilgiyle değil, ahlaki pusulasıyla yön bulabileceğini hatırlatıyor. Günümüzde bilgiye ulaşmak hemen herkes için neredeyse çok kolay ama erdemli, bilgiyle donanmış, vicdanlı, ahlaklı, idealist ve sağduyulu insanlara ulaşmak hiç de kolay değil artık . Oysa toplumları gerçek anlamda dönüştürenler, yüksek sesle nutuk atanlar değil; sessizce ve sabırla, adım adım iyiliği yaymaya çalışan iyi ve aydın insanlar değil midir?.
-----------------------------------------------------------
Kitaptan;
“Halkı küçük gören aydın, halkı asla yükseltemez.”
Kitaptan bu cümle yalnızca akademisyenlere, entelektüellere ya da siyasetçilere değil; halktan
kopmuş, kendini seçkin sanan ya da bulan herkese bir tokat gibi çarpmalı aslında. Gerçek aydın, bilgiyi, halkın elini tutarak aktaran, değişimler ve gelişimler, yukarıdan bakanların değil, halkla birlikte yürüyenlerin eseri değil midir?
Ve ben, bu kitapta ki benzer tüm bu satırları okurken, Atatürk’ün bu kitabı neden tavsiye ettiğini daha da iyi anladım.
Evet, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri okullarda okutulmasını önerdiği eserlerden biridir aslında.
---------------------------------------------------------
Kitaptan;
“Milletin efendisi halkın kendisidir. Ama cahil bir halk, hem kendisinin hem ülkesinin düşmanıdır.”
Bu cümle de içimi sızlattı. Bugün hepimiz bir şeylerden şikâyetçiyiz;En çok da cehalet den ve cahil insanlardan. Ama beğenmediklerimizi değiştirmek için kaçımız elini taşın altına koyuyor ki? Ortadan kaldırmak için cehaleti kim ne kadar adım atıyor ki… Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın misali yaşıyoruz işte. Oysa yok mu örnekleri, bir halk kendi kaderine sahip çıkmazsa, başkaları gelip sahiplenmez mi hem vatanı hem milletini. Eğer biz bugün böyle susarsak, yarın bir şeylerden şikâyet etmeye bile hakkımız olmayacak.
Kitaptan;
“Karanlıkla savaşmanın en etkili yolu, bir kandil yakmaktır.”
Bataklıklardan beyaz zambaklar yetiştiren Finlandiya’nın aksine, cennet Türkiye’miz eğer cehaleti yücelten bu ısrarından vazgeçmez, aydınları suskun, yöneticileri yönsüz kalmaya devam ederse, bir gün bu sessizliğin faturası, hepimize kesilecektir kanımca…
Öyleyse şimdi soruyorum; Benim, sizin, hepimizin bir kandil yakma zamanı gelmedi mi hala? Bir yerlerden gelecek ışığı beklemek, aslında karanlığa razı ve teslim olmak değil midir sizce de ?
Kitaptan, ışık olacak, aydınlık çok güzel bir paragrafla sonlandırmak istiyorum yazımı;
Gökyüzünde güneş ve yıldızlar, denizde balık, evde anne, devlette bakan, tarlada ot,…Bunların hepsi ,büyük yaratıcı gücün tezahürüdür. Hepimiz bir aileyiz. Her şey ve herkes akraba, birbirinin yakını. Kardeşler, arkadaşlar, iş arkadaşları, herkes birbirinin yardımcısıdır.
Ben senin içindeyim, sen benim içimdesin, biz dünyadayız ve dünya bizim içimizde. Hepimiz biriz. Dünya’ya zarar verirseniz, insanlara ve hayvanlara zarar verirseniz KENDİNİZE ZARAR VERİRSİNİZ!
İŞTE BUNA DİNDARLIK DENİR.HERKESE VE HERŞEYE KARŞI TEMİZ, IŞIKLI, CANLI BİR SEVGİ DUYGUSU.HEM DOSTLARA HEM DÜŞMANLARA, HEM TANRI’YA HEM KURBAĞALARA, HEM RAFFAELLO’YA HEMDE EN BASİT İŞÇİYE!