Bir işin hakkını vermek, emeğinin karşılığını almak, gösterdiğin çabanın değerini görmek ne kadar da doğal bir hak gibi görünür değil mi? İş dünyasında liyakat pek bilinen bir kavram değildir. Bunun yerine “kimle tanıştığın” ya da “kime ne kadar yakın olduğun” gibi unsurlar daha fazla rol oynuyor. Birinin gücüne, konumuna yaranmak, bir yerlerde doğru insanlarla ilişki kurmak, kendini doğru şekilde pazarlamak… İşte bu yüzden “doğru” insanlar, “doğru” yerlerde olmayabiliyor.
Torpil, liyakatsizliğin en belirgin izlerini taşıyan bir kavramdır. Günümüzde, birçok sektörde işe alımlar, bazen uzmanlık ya da deneyim yerine, tanıdıklarla, siyasi bağlantılarla, hatta kişisel çıkarlarla şekilleniyor. En güçlü olanlar, en çok yalakalık yapanlar, ya da yalnızca siyasi kimlikleriyle ön plana çıkanlar, daha avantajlı bir konumda olabiliyorlar. Ve bu da bir işe sahip olmak için sadece yetenek değil, aynı zamanda doğru kapıları çalmak gerektiğini gösteriyor. Yani, aslında bildiğimiz veya bildiğini iddia ettiğimiz adalet, her zaman işlerlik kazanamıyor. Bu düzenin içindeki adaletsizlikler, en temel haklarımıza bile zarar veriyor.
DOĞRU KİŞİLER DOĞRU YERDE DEĞİL!
Bazı yerlerde, iş almak, terfi etmek ya da bir konumda yükselmek için, çalışkan olmak, mesleki yetkinliğe sahip olmak, doğru bir eğitim almak ve işini en iyi şekilde yapmak yetmiyor. Daha da önemlisi, bunlar bazen göz ardı ediliyor. Bu durumu birçok kez gözlemledim. Kimse işini en iyi şekilde yapmaya çalıştığında, sadece bir köşede takılıp kalıyor. Ancak, eğer birinin çevresi genişse, partizan kimliği öne çıkıyorsa, o zaman işlerin gidişatı bambaşka. Sosyal çevreye, iktidar sahiplerinin gönlünü almak, bazen birinin sadece birkaç cümlelik dalkavukluğuyla, en iyi pozisyonlara gelirken, geriye kalanlar da yıllarca hak ettikleri fırsatları bulamıyor. Bu işin içinde insana dair hiçbir şey yok. Sadece menfaatler, sadece doğru yerlerde doğru zamanda olma yeteneği var.
Günümüzde, siyasi kimliklerin, dünya görüşlerinin, sosyal sınıfın bu kadar önemli olmasının arkasında yatan şey, elbette ki bireysel çıkarlar ve bu çıkarlar üzerinden şekillenen ilişkiler ağlarıdır. “Benimle aynı düşüncede olanlar, aynı yolun yolcusuyuz diyenler”, işin içinde biraz da tanıdıklar varsa, o zaman işte bu insanlar kendilerini bir adım önde bulabiliyorlar. İnsanlar, belki de yapacakları işi hakkıyla yapacak yeteneklere, bilgiye sahip değilken, sadece doğru kitleye hitap edebildikleri için çok rahatlıkla bir pozisyona getirilebiliyor.
Siyasi İslamcılar örneğini vermek gerekirse, bu tarz kimliklere sahip olmak da maalesef ki pozisyonlar elde etmenin ve fırsatların kapılarını aralamanın en kolay yollarından biri haline gelmiş durumda. İşte burada bir adalet sorunu var. Bu tür ilişkilerin her sektöre nüfuz etmesi, liyakatı bir kenara bırakıp, sırf ideolojik yaklaşım, kimlik ya da grup bağlılıkları üzerinden insanları pozisyonlandırmak, hem adaletin hem de toplumun en temel ilkelerinin ihlali anlamına gelir. İnsanların değil sadece kendi yetenekleriyle yükselmeleri, aynı zamanda doğru insanlara yanaşmaları, kendilerine bu fırsatları sunacak olan kişilerin peşinden gitmeleri gerektiği düşüncesi, çağdaş bir toplum için çok sağlıksız bir bakış açısıdır.
Çalışan bir birey olarak, liyakatle yükselmek isteyen biri için sistemin bu kadar adaletsiz olması, yaşadığımız toplumda büyük bir travma haline geliyor. Çalışkanlık, bilgi ve beceri ne kadar önemliyse de maalesef bu tür değerler, sıklıkla görmezden geliniyor. Çalışmanın hakkını almak, iyi bir iş sahibi olmak, toplumda yer edinmek için doğru insanlarla doğru ilişkileri kurmak, doğru sözleri söylemek gerekiyor. Kısacası, liyakat ve torpil arasındaki fark, ne yazık ki giderek daha belirsizleşiyor.
DURUMU NORMALLEŞTİRDİLER
Ve işin en kötü tarafı, bu durumun normalleşmesi. Artık insanlar, bu haksızlıkları “doğal” kabul etmeye başlıyorlar. İnsanların tanıdıkları üzerinden iş bulmaları, bir işte yükselmeleri, bazen sadece o “doğru” insanlara yaranabilme yeteneklerine bağlı kalıyor. Yavaşça bu haksızlıkları içselleştiriyorlar ve giderek bu durumu değiştirme adına bir şeyler yapma gereği duymuyorlar. Çalışan insanlar, işlerine odaklanarak, kendi işleriyle uğraşarak, aslında bu büyük haksızlığa göz yummaya devam ediyorlar. Oysa ki bu noktada susmak, sadece adaletin daha da yok olmasına yol açmak demektir. Ne yazık ki, bu şekilde insanlar iş bulamıyor. Ama bir yerlerde iyi yalakalık yapabiliyorsanız, kim olduğunuz çok önemli değil. Gerekirse siyasi kimliğiniz üzerinden fırsatlar elde edebiliyorsunuz. Bu, liyakatsizliğin ve torpilin birbirine nasıl karıştığının açık bir göstergesi. Beni düşündüren şey şu: Gerçekten hak edenlerin hak ettikleri yerlerde olacağı bir düzen kurulacak mı? Yoksa hep güçlü olanlar, tanıdık ilişkileri olanlar, doğru yerlere yakın duranlar mı kazanacak?