Bir gün yağmur yağmayı kesti. Ardından güneş bütün gücüyle toprağı ısıtmaya başladı. Ekinler yok oldu. Toprağın rengi siyaha döndü. Yer altındaki sular buharlaştı. Yok oluş işte böyle başladı. O bölgede yaşayan insanlar oradan göç ettiler. Bu da bir çare olmadı çünkü gittikleri yerlerde de benzer sorunlar yaşandı. En sonunda deniz kenarlarına göç ederek sorunu çözmek istediler fakat burada da kuraklığın yanında ekip biçebilecekleri bir toprak bulamadılar. Kıtlık artık ciddi şekilde insan hayatını etkilemeye başladı. Başka köylerde yaşayan insanlar diğer köylere yiyecek bulma ve yağmalama maksadıyla saldırılara başladılar. Savaşlar eskiden toprak uğruna yapılırken şimdi ise sadece bir damla su, birkaç yiyecek için yapılıyordu. Uzun dönem savaşları işte böyle başladı.

   Savaşların başlamasıyla yaşam koşulları daha da zorlaşmıştı. Her yerde ölümler kol geziyordu. Bu ölümlerin bazıları savaş sebebiyle bazıları da insanın bu çaresizliğini gören canlılar da onların bu zaafından yararlanmak için sürekli insanlara saldırmasıyla oluyordu. Açlık ve susuzluktan ölenlere ise doğal ölüm deniyordu. Bütün bu zorlukların yanında doğa da insanlara iyi davranmıyordu. Kış mevsiminde bir damla yağmur yağmamıştı. Bu daha önce hiç görülmemiş bir şeydi. Sanki bir el insanları yeryüzünden silmeye çalışıyordu.

    O da bu şansız dönemde doğmuştu. Onun her ağlamasında annesi onu susturmaya, emzirmeye çalışıyordu. Ona ninniler, şarkılar söylemesi gerekirken onu bu hayata getirdiği için özür diliyordu. Bir annenin çocuğunu hayata getirdiği için özür dilemesi ne acıydı. Her gün geçtikçe insan nüfusu daha da azalıyordu. Ölüm oranları doğum oranlarının kat ve kat üstündeydi. İnsanlığın sonu geliyordu ama bu sonu insanlar arasında yapılan savaşlar daha da hızlandırıyordu.

    Savaş onun yaşadığı köye sıçradı. Annesiyle birlikte bir yerlerde saklanmaya çalıştılar. Bu saklanma çaresizdi. Elbet birileri onları bulacak ve saklandığı yerden çıkartıp öldürecekti. Saklandıkları yerde savaşın ve ölümün acı seslerini duyuyorlardı. Annesi bu duruma artık dayanamadı ve onu kucağına alıp savaşın olduğu alana gitti. Onu elleriyle gökyüzüne doğru kaldırdı ve ‘’Durun artık!’’ diye bağırmaya başladı. Ses önce annenin yakınında savaşanlara sonrasında da daha uzaklarda savaşanlara kadar yankılandı. Herkes durdu ve elinde bebeğiyle duran anneye doğru baktı. Daha önce hiçbir şey bu savaşı kısa sürede olsa durduramamıştı. Annesi bu savaşın durması ve başta kendi çocuğunun sonra diğer insanların hayatta kalması için bir konuşma yaptı. Herkesin bir yaşam hakkı olduğunu, durumun çok kötü olduğunu fakat insanlık olarak bunun da üstesinden geleceğini söyledi. Savaş meydanındakiler bu konuşmadan oldukça etkilenmiş olacak ki ellerinde bulunan silahları yavaş yavaş yere indirmeye başladılar. Kimi ağladı, kimi bağırarak konuşmaya destek oldu. Tam her şey yoluna girecek gibi görünürken bir ok annenin elindeki bebeğe saplandı. Tam kalbine… Kısa bir süre sessizlik oldu, doğa bile bu olaya ses çıkarmadı, ne civarda bir kuş sesi ne de bir rüzgâr sesi vardı. Bu sessizliğin ardından bağırışlar duyuldu ve savaş tekrar başladı. Savaşın başlamasıyla annenin göğsüne bir ok daha saplandı. Bebeğiyle birlikte yere yığıldı. Hiçbir şey olmamış gibi insanlar ölümüne savaşmaya devam ettiler. Ta ki kendi sonlarını getirene kadar.