Bu ülke adeta bir toplu mezar gibi, içinde ölü ruhlar barındıran ve bizim her an kaybettiğimiz değerlerle dolmuş bir yer. Bizlere sunulan "güvenli yaşam" sadece bir yanılsamadan ibaret. Gerçek, her geçen gün daha net bir şekilde karşımıza çıkıyor

Yaşadığımız hayat, çoğumuz için bir şans meselesine dönüşmüş durumda. Evet, Türkiye’de hayatta kalmamız belki de bizim şansımız. Ama bu şans, her geçen gün hızla tükeniyor. Birileri, halkın gerçek ihtiyaçlarını karşılamak yerine, sürekli olarak bizi daha da fakirleştiren bir düzenin içine itiyor. Sosyal haklarımız elinden alınıyor, ekonomimiz her geçen gün daralıyor ve bizler bu çürüyen sistemin içinde yaşamak zorunda kalıyoruz. Her sabah kalktığımızda, bir gün daha hayatta kalmak ve bu ülkede yaşamak için "şanslı" olup olmadığımızı sorguluyoruz.

Ekonomik krizler, artan işsizlik oranları ve giderek büyüyen enflasyon, halkı her geçen gün daha da zor durumda bırakıyor. Bir zamanlar orta sınıf olarak kabul edilen milyonlarca insan, bir anda kendini yoksulluk sınırının altına düşmüş olarak buluyor. Çalışarak geçinmeye çalışan milyonlarca insan, aldıkları maaşlarla sadece temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor, borçlar ise her geçen gün daha da artıyor. Bu ekonomik ortamda, insanlar geleceğe dair umutlarını yitirmiş durumda. Bir ev, bir iş, bir gelecek için umutlu olmak neredeyse imkansız hale geliyor. Yönetim, halka verilen sözleri yerine getirmiyor, sorumsuzca atılan adımlar, ekonomik çöküşü hızlandırıyor ve milyonlarca insanın hayatını karartıyor. Bu da yetmezmiş gibi, yoksulluk içinde kıvranan milyonlarca insanın hakkı olan sosyal yardımlar kesiliyor, emekli maaşları küçülüyor ve eğitim gibi en temel haklarımıza ulaşmak giderek daha zor hale geliyor.

Türkiye'deki sosyal haklar da her geçen gün yok oluyor. Sağlık, eğitim, ulaşım ve diğer sosyal hizmetlere erişim gitgide zorlaşıyor. Üniversite öğrencileri, hayatlarını sürdürebilmek için borçlanıyor ve yüksek öğrenim görmek, neredeyse yalnızca zengin ailelerin çocuklarına nasip oluyor. Sağlık hizmetleri ise parası olanlar için sunulan bir ayrıcalık haline geliyor. Halkın sağlığı, yetkililer için sadece bir istatistikten ibaret ve hastalar, ölüme terkedilen bir toplumun bedelini ödüyor.

Bizlere vaat edilen sosyal devletin adaletli, eşit ve güvende tutan yapısı, aslında sadece bir yalandan ibaret. Türkiye’de, halk her geçen gün daha da artan bir şekilde, yöneticilerin keyfi yönetim tarzı ve sağlıksız ekonomileriyle ceza alıyor. Bu ülkede yaşam, yalnızca şansla bir arada var olabilir. Ama bu şans, her an tükenebilir. Bize sunulan haklar, sosyal adalet ve güvenlik her geçen gün yok oluyor. İnsanlar her an bir kayıp yaşamaktan korkuyor. İşte bu yüzden, her birimiz, bu ülkede hayatta kalmak için sadece şansımıza güveniyoruz. Ancak bu şans, bizden alınan haklarımız ve yaşamın her alanındaki adaletsizliklerle ne kadar daha devam edebilir? Gelecek korkusu içinde bir toplumu yönetenler, halkın ihtiyaçlarını görmezden gelirken, bizler sadece birer figüran oluyoruz. Toplumun tüm enerjisi ve gücü, bir avuç elitin ellerinde toplanıyor. Ve bizlere ise geriye sadece daha da derinleşen bir toplu mezar kalıyor. Bu adaletsiz sistem içinde, sadece şansımızla yaşamaya devam edebiliriz. Ama şans, ne kadar sürebilir? Hayatta kalmanın ötesinde, toplumsal huzuru ve adaleti sağlamak için bu şansa dayalı yaşamı kırmak ve haklarımızı geri almak bizim elimizde. Aksi takdirde, hepimiz bu "toplu mezarda" kaybolup gideceğiz.