Türkiye’nin sorunu ne biliyor musunuz? Ekonomi mi? Evet. Adalet mi? Evet. Eğitim mi? Kesinlikle. Ama aslında en büyük sorunumuz bunların ötesinde bir yerde.

Biz, sorunlarla yaşamaya alıştırılmış bir toplum olduk. “Burası Türkiye, burada her şey olur” lafı, üzerimize yapışan en tehlikeli bakış açılarından biri haline geldi. Ekonomi bozulur, insanlar işsiz kalır, adalet yerini bulmaz, eğitim geriler, ama biz bunlara “Alıştık artık” der geçeriz. Asıl sorun da burada başlıyor işte: Alışmak. Alıştığımız her şey, bize kaybettiriyor. Umutlarımızı, hayallerimizi, geleceğimizi ve en önemlisi de değiştirme gücümüzü.

Evet, markete gittiğimizde fiyatların her gün arttığını görüyoruz. Hayal kuramıyoruz, ev almak imkansız, maaşlar gün geçtikçe eriyor. Bir nesil, "hayatımı kazanmak için hayatımı kaybediyorum" hissiyle büyüyor. Ama asıl sorun, büyük bir kesimin “Buna da şükür” diyerek bu durumu kabullenmesi. Umudu kaybettiğimizde, çözüm aramaktan da vazgeçiyoruz. Kimse şunu sormuyor: "Biz neden bu noktaya geldik?" Neden bir ülkede insanlar, ay sonunu getirebilmek için iki, hatta üç işte çalışmak zorunda? Neden alın terinin karşılığı yok? Neden bu ülkede bir asgari ücretli, bir haftalık tatili lüks olarak görüyor? Ve en önemlisi: Bunu değiştirmek için ne yapıyoruz? Adaletin geciktiği, bazen de hiç gelmediği olayları haberlerden izliyoruz. Kadın cinayetlerinde sanık “İyi hal indirimi” alıyor, torpili olan yükseldikçe yükseliyor, hakkını arayanlar ise cezalandırılıyor. "Güçlünün hukuku" her geçen gün "hukukun gücü"nü daha da bastırıyor.

Hukukun üstünlüğü olması gereken yerde, üstünlerin hukuku işliyor. Ama biz ne yapıyoruz? Biraz sosyal medyada tepki gösteriyoruz, belki birkaç gün konuşuyoruz, sonra unutuyoruz. Çünkü susmak kolayımıza geliyor. Adalet sadece mahkeme salonlarında aranan bir şey olmaktan çıktı; artık insanlar vicdanlarını da kaybediyor. Sessizlik, adaletsizliği besleyen en büyük yakıt oldu. Gençlerimiz artık gelecekten umudunu kesmiş durumda. “Oku, büyük adam ol” lafı bile anlamını yitirdi. Artık “Tanıdığın var mı?” sorusu, “Diploman var mı?” sorusundan daha önemli hale geldi.

Eğitim, toplumu ileriye taşıyan en büyük güçtür. Ama bizde eğitim, ezberci, sorgulamayan, bireyi yalnızca iş bulmaya odaklayan bir sisteme dönüştü. Oysa eğitim; özgür bireyler yetiştirmeli, insanlara sorgulamayı, haklarını bilmeyi ve savunmayı öğretmeli. Ama tam tersine, sistem, bireyin sesini kısıyor, ona itaat etmeyi öğretiyor. Çünkü düşünen insan, sorgulayan insan, hakkını arayan insan istenmiyor. Üniversite mezunları işsiz, çocuklar mutsuz, öğretmenler değersiz. Ve biz bu tabloya "eğitim sistemimiz sorunlu" deyip geçiyoruz. Ama sorunun kökenine inmiyoruz. Gerçek mesele, eğitim değil; düşünen ve sorgulayan bireyler yetiştirmekten korkan bir anlayışın toplumu teslim almış olması.

Türkiye'nin sorunu ekonomi, adalet, eğitim değil. Türkiye'nin sorunu, bu sorunları değiştirebileceğine inanmayan bir topluma dönüşmüş olması. Eğer en büyük sorunumuz buysa, en büyük çözümümüz de belli: İnancımızı geri kazanmak. Çünkü inancını kaybeden bir millet, geleceğini de kaybeder.