Hiç sevmediğim bir konu ama gündem gereği bahsetmezsek olmaz.

İstanbul Sözleşmesi, adı üstünde farklı ülkelerin katılımı ile İstanbul’da imzalanan bir sözleşme. Öncülük ettik, imzaladık, imzalattık ama şimdi çekiliyoruz.

Türkiye’nin AİHM’ye şikayet edildiği bir kadına şiddet davasında suçlu bulunması ve davadan Türkiye’de yargı sisteminin kadına yönelik şiddeti teşvik ettiği yönünde bir karar çıkması üzerine, AKP tarafından ve AKP’nin sarsılan prestijini düzeltmek için attığı adımlardan birisi…

İçeriği ne su sözleşmenin; Ağırlıklı olarak kadın haklarını düzenliyor, kadına karşı şiddet ve ev içi şiddet tanımlarını yaparak kadına birtakım imtiyazlar sağlıyor.

Malumunuz muhafazakar tayfanın kadın ve kadın hakları ile ilgili sorunları var. Bu kesimin kadına nasıl baktığı sır değil.

Dolayısıyla, bu sözleşmede asıl karşı çıktıları kadınlara bir takım hak ve imtiyazların tanınması…

Ama onlar öyle demiyorlar, asıl niyetlerini örterek, sözleşmenin eşcinsellere tanıdığı/tanıyacağı hakları bahane edip, buradan yürüyorlar.

Sözleşmede, insanların hiçbir yönden ayrımcılığa uğramamaları gerektiğini belirten bir madde var.

Bu maddede “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadeleri geçiyor. Yani insanlar cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayamazlar hükmü var.

Bu da -tartışmalı ama- eşcinsellere de birtakım haklar verdiği/vereceği korkusu ya da bahanesi oluşturuyor.

Olayın AKP bakımından bir alt yapısı da var oysa...

Yani AKP bu konulara pek uzak değil, değildi veya…

Ki, 2002 seçimleri öncesinde Abbas Güçlü ile Genç Bakış Programı’na katılan Recep Tayyip Erdoğan, bir öğrencinin "Bildiğimiz gibi Türkiye'de eşcinsel vatandaşlarımız var, eşcinsel vatandaşlarımıza Avrupa'da olduğu gibi evlilik hakkı gibi başka haklar tanımayı düşünüyor musunuz, kişisel olarak ne düşünüyorsunuz, eşcinsellere haklar tanınmalı mı tanınmamalı mı?" sorusuna şu karşılığı vermişti: “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz."

Farklı toplantı ve mitinglerde de AKP’nin eşcinsellerle ilişkilerine şahit olduk.

Mesela meşhur dönme Madam Marika, AKP Beyoğlu standında, elinde mikrofon Binali Yıldırım’a ve AKP’ye oy isterken, eşcinsel arkadaş grubu da danslarıyla eşlik ediyordu.

Trans yazar ve model Çağla Akalın da, Radikal Blog’daki yazısında, “Bir dönme olarak oyumu AKP’ye verdim. Pişman değilim. Yine de vereceğim, çevremdeki herkese de AKP'ye oy verin diye ikna ediyorum. Hatta AK LGBT oluşumuna da sonuna kadar destek veriyorum. Neden mi Camideki imamla oyum aynı sokaktaki simitçiyle, alkol satan tekelci ile de” diyordu.

Kendilerini ‘AK Parti LGBT Bireyleri’ diye tanımlayan grup eşcinselin yöneticisi Emir Egesoy,

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde ilk kez gökkuşağı bayrağı açıp “Hoş gelmişler” diyebiliyordu.

Egesoy, grubun ortaya çıkışını şöyle anlatmıştı;

“İlk İstanbul- Ankara arasındaki hızlı tren açılışındaydık. Daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın Maltepe'deki mitinginde ortaya çıktık. Gökkuşağı bayraklarını açtık. Onur yürüyüşü, uyuşturucuya hayır yürüyüşü derken bugünlere geldik. Twitter’dan ilk twitimizi attık "Alışın Her yerdeyiz.!" dedik. İnsanlar şaşırdı. Erdoğan'ın önünde ilk kez gökkuşağı bayrağı açtık. ‘Hoş gelmişler.’ Dedi Recep Tayyip Erdoğan. İnsanlar bizimle ilk o zaman tanıştı.”

Anayasa değişiklik referandumunda AK LGBT’lilerin sandıktan “evet” çıkması için çalışmasında da bir beis yoktu.

AK LGBT’lilerin “Ülkemiz cinsel kimliğimizden daha önemli, daha özgür olabildiğim için evet demelerinde hatta “İ.ne olarak doğdum ama ülkeme i.nelik yapmıyorum. Ülkem için evet” paylaşımları da sakıncalı bulunmuyordu.

Alt yapıdan kastım bu…

Çok da yabancı değiller aslında ama muhafazakar taban ve cemaatler bastırınca AKP yenilikçilik ile muhafazakarlık arasına sıkıştı ve her konuda olduğu gibi tercihini muhafazakarlardan yana yapmak zorunda kaldı.

Olayın aslı budur…

Peki o muhafazakarlar ne kadar muhafazakar?

 

Erkeğin kadın kılığına girmesini tahammül edemedikleri gerekçesiyle Huysuz Virjin’inin ekranlara çıkmasını yasaklatan bazı muhafazakarlar ve cemaatler ne kadar namuslu?

Örnek çok ama bir tanesini aktarayım;

Cumhuriyet Gazetesi Adliye muhabiri Seyhan Avşar’ın yeni çıkan “Rezilsiniz” kitabınıdan küçük bir bölüm;

Erkek erkeğe sosyalleşen, kadınlarla karşılaşmamak için okula bile gönderilmeyen, geceleri yere serilen yataklarda üstlerinde “peygamber donu” dedikleri ortası delik çamaşırlarla et ete yatırılan, en küçük itaatsizliklerinde çekiçle dövülen çocuklar…

Ekranda kadın kılığında erkek görmek istemeyenler, muhafazakâr ailelerin Kuran öğrensin diye kursa teslim ettikleri çocuklar…

Ertesi gün beni yine odasına çağırdı. Bana yine masaj yaptırdı. Bu kez cinsel organına yakın yerlere masaj yaptırıyordu. Masaj sırasında elim ister istemez cinsel organına değiyordu. Elimi tutarak donunun içerisine soktu. ‘Cinsel organıma masaj yap’ dedi. Ben de cinsel organına masaj yaptım. Bu olay haftada bir iki kez gerçekleşiyordu. Bana ‘Sadece senin yapmanla olmayacak, Serkan da gelsin, seni mutlu etsin’ dedi. Devamında Serkan’ı da odaya çağırdı. İkimizin de alt kısımları inikti. Birbirimize mastürbasyon yaptık.

Tecavüzler kimi zaman tek, kimi zaman grup halinde, hatta abi-kardeş istismar edilen çocuklarla sürerken, H.R.Ö’nün ifadesindeki satırlar insanın aklından çıkmıyor:

“Ömer I. benimle beraber olurken vazelin kullanırdı. Vazelin kokusunu duyduğumda, hatta ismini dahi duyduğumda çok kötü oluyorum…”

Midem kaldırmıyor, kısa keseyim ama şunu da ekleyim!

İstanbul Sözleşmesi i.neliği teşvik eder diye karşı çıkanlar da aslında az i.ne değil…

Anladınız siz onu!