SESSİZ İSTİLA!

Sessiz İstila başlıklı kısa film, son yılların en güzel ve en etkili çalışmasıydı.

Ensar-Muhacir benzetmesi adı altında, ülkemizin istila edilmesine karşı konulan en anlamlı tepkiydi.

Defalarca seyrettim, herkes gibi etkilendim.

Bu etkilenme ülkeyi yönetenlerin hoşuna gitmemiş olsa gerek ki hukuk devletine de pek yakışmayan bir tavırla engellenmek istendi.

Filmin yapımcısı Hande Karacasu ailesini bayram ziyareti için gediği ilimizde gözaltına alındı.

Hande Karacasu, emniyetteki ifade işlemleri ardından serbest bırakıldıysa da olayla ilgili tepkiler halen sürüyor.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da tepki gösterenlerin arasındaydı. Öyle olması da doğaldı çünkü, bu tartışmanın fitili ateşleyen ve kısa sürede etkili bir kamuoyu yaratan aynı zamanda söz konusu filmin sponsoru olan oydu.

“Türkiye'ye yönelik tehditleri anlatanlar gözaltına alınırken, ülkemize komplo kuranlar ödüllendiriliyor. Hande Karacasu yalnız başına değildir. Karacasu tarafından çekilen Sessiz İstila adlı kısa belgesel kendisine benim tarafımdan sipariş olarak verilmiştir. Yapım masraflarını ben karşıladım. Senaryoyu ben onayladım. Hande Karacasu, kontrolsüz göçün sonuçlarını gösterdi. Suriyeliler “halk” değil. Misafir. Kin/düşmanlık yok. Türkiye’de bir Sessiz İstila sürdürülüyor ve Türk Milleti’ni bu istilaya karşı uyandıran herkese gözdağı vermeye çalışıyorlar” diyen Ümit Özdağ, İçişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü İsmail Çataklı’nın “Ümit Özdağ, Sinan Ogan, Bengi Başer gibi sözüm ona akademik unvan taşıyan bazıları Türkiye'de 8 milyon, 10 milyon Suriyeli olduğu yalanını yayıyor, yabancı düşmanlığı yapıyorlar. Yazık, insanlık adına bunlardan utanıyorum. Haklarında Göç İdaremiz suç duyurusunda bulunacaktır” şeklindeki paylaşımına da şu cevabı verdi:

“Asıl siz Türk Milleti'nin milli vicdanı tarafından Türk tarih mahkemesinde yargılanıp mahkum olacaksınız. Emperyalist bir iç savaş projesinin taşeronluğunu yapıyorsunuz. Türkiye'nin milli kimliğine suikast düzenliyorsunuz. Türk olduğumuz ve Türk kalmak istediğimiz için özür dilemeyeceğiz. Adımız andımızdır. Yoluna can koyarız. Türk olmayı en büyük şan, en büyük şeref sayarız.

İsmail elin değmişken BM'de 9 milyon Suriyeliyi besliyoruz diyen Feridun Sinirlioğlu ve aynı açıklamayı 3 kez yapan MSB Hulusi Akar ile ilgili suç duyurusu yapar mısın? Ayrıca ben 5.3 milyon Suriyeli, 1.5 milyon Afgan diyorum. Oğan'ın 8 milyon Suriyeli dediğini duymadım. Ne içtin?”

Hande Karacasu’nun gözaltına alınmasına tepki gösteren isimlerden bir başkası da CHP Grup Başkanvekili ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç’tu.

“Gözaltına alarak, tutuklayarak kimseyi korkutamazsınız! Önce sınırları koruyun ve mülteci sorununu çözecek somut adımlar atın!” şeklinde paylaşım yaptı.

Hande Karacasu'nun avukatlarından Mehmet Zengin de olayla ilgili şunları söyledi;

“Dün itibariyle sabahtan itibaren yaptığı Sessiz İstila isimli kısa film ciddi şekilde ilgi uyanırdı. Sığınmacı meselesi ile ilgili olası tehlikelere dikkat çeken kısa film. Müvekkil gazeteci ve basın özgürlüğü kapsamında böyle bir kısa filmi çekip paylaşabilir. Hiçbir suç unsuru kesinlikle yok. Artık özellikle muhalefeti yapılan bazı konular açısından anahtar olarak kullanılan halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu karşımıza çıkıyor.

Bu suç müvekkile isnat edilmeye çalışılıyor ve bayram günü evinden alınmak suretiyle ifadeye getiriliyor. Yargı reformları ile beraber, evinden alma meselesinin sona ereceği pek çok kez ifade edilmesine rağmen bu sürece de yine dikkat edilmiyor.

Müvekkil, çağrı usulü yerine bir bayram günü evinden alınarak götürülüyor. İfadesine katıldık ve serbest bırakıldı. Adli süreç halk kin ve düşmanlığa tahrik suçlaması ile devam ediyor. Suçun unsurunun kesinlikle oluşmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğü kapsamında bu tip bir içeriğin hiçbir cezai sorumluluğu zaten oluşmaz.”

İktidarın, Orta Doğu, Suriye, Irak, Libya politikalarına aşından beri karşı olanlardanım. Topdan yanlış, külliyen hataydı. Ve biz bu hatanın bedelini ekonomik ve sosyal olarak ödedik, ödemeye de devam ediyoruz.

İstiyoruz ki bu yanlışa bir son verilsin, hatadan dönülsün…

Lakin hangi isteğimiz gerçekleşti ki?

Bence BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi’nin bize yüklediği misyon gereği davranıldı ve Emperyalist taşeronluk Ensar-Muhacir sosuna batırılıp halkın büyük bir kısmı ikna edildi.

Mesele Ensar-Muhacir meselesiyse eğer, bu iktidar ve kitlesi aynı yaklaşımı Bulgar Göçmenleri konusunda niye göstermedi?

Evet, göstermediler.

Bakın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Refah Partisi İl Başkanı olduğu dönemde neler söylemiş? Söylemiş derken söylüyor, bulun internetten izleyin.

Suriyeliler söz konusu olunca kardeşlikten, Ümmetten ve kucaklayıcı politika izlemekten yana olan Erdoğan, söz konusu özbeöz Türkler olunca, Bulgaristan’daki Türkleri ülkeye daveteden iktidara karşı akın neler söylemiş;

“Ne dedi Bulgaristan'a? Gelin dedi ya ne kadar varsa gelin dedi. Tamam güzel gelin diyorsun ama bak Ahmet Mehmet asgari ücrete talim ediyor. Ülke insanı aç, kadınını satıyor, kızını satıyor, çalıştırıyor. Sen buna çözüm bulamamışken, gelin diyorsun. Bunları nereye yerleştireceksin?

Kapıkule'de bir anons: Muamelesi biten soydaşlarımız istediği yere gidebilir. 780 bin kilometre kare emrinize amadedir. Eee tabi bu insanlar geldi. Kim geldi? Casus mu değil mi? Bir de bakıyorsunuz ki Ercüment Konuk falan çıkıyor. Gelenlerin içinde 5 bin casus var.

Ey Allah'ım Yarabbi. Bu nasıl perhiz bu nasıl lahana? Bu nasıl bir devlet anlayışı?

Adam sana vize üstüne vize uyguluyor, sen oradan Türk olduğu için değil, Müslüman olduğu için kovulan 300 bin insan, dikkat edin bu ifademe, nazik ifade olduğu için söylüyorum dikkat edin 300 bin insan kovuluyor. Ve adam ne diyor 'Biz onları Türk olduğu için kovmadık. Bunlar Bulgar vatandaşı Müslümanlardır' diyor.

Ve biz bu insanların oradaki haklarından vazgeçiyoruz, isteyen istediği yere gider diyoruz. Nereyi veriyoruz, okul yurtlarını onlara veriyoruz. Okullar açılıyor, başınızın çaresine bakın diyoruz. Eee başının çaresine nasıl bakacak bu insanlar. Bursa'nın park bahçelerinde 'ahlaksızlığa bak' diyorlar."

Demek ki Türkler Ümmetten sayılmıyormuş değil mi?

Ya da olup bitenlerin Ümmetçilikle falan alakası yokmuş.

Başından beri söylüyoruz, muhtaç olana el uzatmalı, yardım edilmeli, destek verilmeli, mağdurlar gerekirse misafir edilmeli… Ama nasıl?

Önüne gelen kaçkını ve özellikle kapağı Avrupa’ya atmak için ülkemizi köprü niyetine kullananları değil, yaşlıları, hastaları, kadın ve çocukları kabul eder, onları uygun kamplara yerleştirir, ihtiyaçlarını giderir ve ortam uygun olduğunda vatanlarına gönderirsin.

Benim anladığım budur.

Ama biz ne yaptık? İçimize, sokağımıza evlerimize kadar soktuk, bütün ülkeye dağılmalarını sağladık.

Kendi insanımızdan esirgediğimiz ne varsa onlara yaptık. Yukarıdaki görse de bunun teyididir. Bizim insanlarımız hastane kuyruklarında beklerken, mültecilere tanınan öncelikli imkanlardan rahatsız olmayanınız var mı?

Haliyle bir yandan gelenleri şımartırken, öbür yandan kendi insanımızın gıpta etmesine imkan tanıdık. O gıptanın da gün gelince isyana dönüşeceği muhakkaktı.

Sahi bakıyorum da son zamanlarda, mutlaka siz de farkındasınızdır, gelenlerin çok büyük bir kısmı erkek. Yanlarında eşleri çocukları aileleri yok. Bir şeylerden kaçıyorlarsa neden yalnız kaçıyorlar diye sormayalım mı?

Bakın Ukrayna’da da savaş ve istila var. Haliyle komşu ülkelere sığınanlar var. Lakin Çekya Cumhurbaşkanı Milos Zeman’ın dediği gibi: “Ukraynalı sığınmacılar kadın ve çocuklardan oluşuyor, erkekler ise ülkelerinde savaşıyor. Suriyeli sığınmacılar ise erkeklerden oluşuyor, eşlerini ve çocuklarını ülkelerinde bırakıyorlar.”

Bu sizin için bir şey ifade etmiyor mu?

Onu bunu bilmem. Türkiye’nin ciddi bir göçmen sorunu var. Bu sorunun kesin çözümü bölgesel barış ve istikrardan geçer. Ama biz ne yapıyoruz? Esed düşmanlığı aklımızı aşımızdan almış, bir yandan yangına körükle gidiyor öbür yandan Suriye normale döndüğü ve Esed çağrı yaptığı halde hiçbir yere göndermeyiz diyoruz.

O zaman da benim aklıma bunun planlanmış bir istila projesi olduğu geliyor. Sizin?

Artık mızrak çuvala sığmıyor… Sığınmacı, mülteci meselesi toplumda ciddi bir sorun haline gelmiş ve gidişatı itibari ile yurttaşları tedirgin ediyor.

Bu durumun en büyük sorumlusu gelenler değil; dış politikada hata üstüne hata yapan, ülkemizin sınırlarını koruyamayan hükümettir.

Hükümetin görevi budur.

Ama görevi bu olan hükümet, bizim gibi düşünenlere kızıyor ve adeta bizleri ırkçılık ile suçluyor. Daha ileri gidip bizlere beğenmeyen gitsin diyenler de var.

Yahu sizin niyetiniz vatandaş yani seçmen takası mı? Onları onun için getiriyor, bizi bunun için mi kovuyorsunuz, hayırdır?

Ya da mülteci sorununa karşı Avrupa’ya kalkan olmak mı göreviniz?

Şu aşağıdaki paylaşıma bakar mısınız?

Erdoğan açık açık, Avrupa ülkeleri huzur içinde yaşamalarını bize borçlu diyor.

Yani Türkiye bir açık alan toplanma kampı olmuş, vatandaşların huzuru kaçmış ne gam?

Yeter ki Avrupa’nın huzuru kaçmasın anlamına gelmiyor mu bu?

Bakın aşağıdaki görsele; Binali yıldırım da bunu teyit ediyor.

Bir not daha;

“Abdülhamid döneminde toprak satılarak Filistin'e yerleştirilen Yahudiler, işe ruhsatsız olarak ev, dükkan, fırın, mağaza vb. inşa ederek başlamışlardı. Bugün orada İsrail Devleti var. Tarih, ders çıkarılması gereken bir bilim dalıdır. Sığınmacı sorunu acilen çözülmelidir.”

Bunu bir paylaşımda görmüş almışım ama müellifini kaydetmeyi unutmuşum.

Önemli değil, haksız mı?

Gelenleri baş tacı edip, mülklerimizi satmıyor muyuz?

Hatta yeter ki dolar gelsin diye ülkemizin adeta satışı için reklam yapmıyor muyuz?

Neyse…

Bu konuda Ümit Özdağ’ın hakkını yememe babından son sözleri ona bırakalım;

2011 sonrasında ülkemize 6 milyon 200 bin sığınmacı gelmiştir. Bu sayı Türkiye nüfusunun % 8’ine eşittir. Bu sayının 3.8 milyonu kayıtlı Suriye vatandaşlarından, 1.5 milyona yakını ise kayıtsız Suriyelilerden oluşmaktadır. 900 bin sığınmacı ise Afgan, Iraklı, İranlı başta olmak üzere değişik ülkelerden gelmektedir.

Söz konusu olan Türkiye’ye basit bir göç değil, Türkiye’nin demografik, kültürel ve sonuçta siyasal yapısını değiştirecek bir örtülü istila, bir kavimler göçüdür.

Bir kavimler göçünün bir coğrafyanın kaderini nasıl değiştirdiğini en iyi bilmesi gerekenlerin başında bir Türkler gelmekteyiz. 1071 sonrasında Anadolu’ya tekrar gelişimiz ile Anadolu son kez Türkleşmiş, kaderi sonsuza değin değişmiştir.

Özetle, Türkçesi “kitlesel göç silahı” diye bir kavramın uluslararası ilişkiler literatüründe yoğun olarak kullanılmaya başlandığı bir dönemde Suriye ve Orta Doğu’nun değişik bölgelerinden gelen kavimler göçünü “İnsani yardım politikası” çerçevesinde görmek milli bir körlüğün çok ötesinde bir yanlıştır. Suriye’den kitlesel göç ile emperyalizm Orta Doğu’da Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan haritayı yeniden çizmeye çalışmaktadır.

Orta Doğu’dan gerçekleşen bu kavimler göçüyle, Suriye’nin kuzeyi boşaltılarak Türkiye’ye nüfus aktarılmakta, Arap nüfusun boşalttığı alana ise bir PKK’istan kurulmaya çalışılmaktadır.

Özetle, Suriyeli sığınmacılar meselesi bir muhacir-ensar meselesi değil, Türk ve Suriye halklarına karşı kurulmuş bir emperyalist komplodur.

Suriyeli sığınmacılar onların düşünce ve iradelerinden bağımsız olarak Türkiye’de emperyalizmin müdahale edeceği bir gayri nizami harp zemini oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile Suriyeli sığınmacılar, Irak ve Suriye’de iç savaşlar ve müdahaleler ile Kürdistanlar ortaya çıkarıldıktan sonra Türkiye’den de bir Kürdistan için çıkarılması hedeflenen iç savaşın benzin bidonu olacaktır. Özetle, Suriyeli sığınmacılar vatanlarına geri dönmeleri hem Suriye hem Türkiye’ye karşı kurulmuş bir komplonun çöpe atılmasıdır. Bu bir tercih değil, Türkiye’nin ve Suriye’nin yaşamsal çıkarları açısından bir zorunluluktur.

Türk halkı birçok konuda ne yazık ki, ayrışmıştır. Erdoğan’ın geren, ayrıştıran hatta düşmanlaştıran politikaları milli birliğimizi zayıflatmıştır. Buna rağmen Türk halkı hangi partiye oy verirse versin bir konuda hemfikirdir. Bu konu Suriyelilerin Suriye’de vatanlarına dönmesidir.

Suriyelilerin Vatanlarına Dönmesine Nasıl Yardımcı Oluruz?

  1. sığınmacıların vatanlarına dönmelerini sağlamak için yapılabilecek, yapılması gereken çok şey vardır. Bunlardan bazılarını aşağıda sıralayalım. Ancak öncelikle aklımızdan çıkarmayalım. Her Türk vatandaşı bu konuda hem dedelerine hem de çocuklarına ve torunlarına karşı sorumludur. Ülkemizin bir iç savaşa sürüklenmemesi ve parçalanmaması için Aziz Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” anlayışı ile nerede olur isek olalım, hangi konumu temsil edersek edelim, ne iş yaparsak yapalım, elimizdeki bütün imkanlar ile lere Türkiye’de vatandaşlık değil, Suriye’de vatanlarını geri vermenin mücadelesini yapmalıyız. Birçok insanımız haklı olarak “Ben ne yapabilirim?” sorusunu sormaktadır. Herkesin yapabileceği bir şey elbette vardır.

Suriyeli sığınmacılar meselesi sürekli gündemde tutulmalıdır. Suriyeli sığınmacılar oy kaynağı olarak gördüğü için onlara vatandaşlık vermek isteyen AKP, sürekli baskı altında tutulmalıdır. Suriyeli sığınmacılar konusu AKP’nin aşil topuğudur. AKP yöneticileri, AKP seçmeninin de Suriyelilerin geri dönmesini istediklerini bilmektedir. Bundan dolayı AKP, Suriyeli sığınmacılar meselesinin tartışılmasını istememektedir. Oysa demokratik her toplumda toplumun geleceğini ilgilendiren bu çapta bir konu kapsamlı şekilde tartışılır. Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verilmesinin yaratacağı sonuçların neler olacağını topluma anlatmanın yolu konuyu gündemde tutmaktır. Bu arada AKP’ye oy veren, destek veren seçmenler de AKP yöneticilerine Suriyelilerin vatanlarına dönmeleri konusundaki taleplerini çok daha güçlü şekilde gündeme getirmelidirler.

AKP, Suriyeli sığınmacılar konusunun tartışılmasını engellemek için konuyu gündeme getirenleri Suriyeli düşmanı olmakla, ırkçılıkla suçlamaktadır. Oysa Suriyelilere ayrılmak zorunda kaldıkları vatanlarını geri vererek emperyalizmin kazdığı tuzağı bozmak isteyenler Suriyelilerin gerçek dostlarıdır.

AKP’nin açık kapı politikasını terk etmesi ve sınırlarımızda güvenliğin artırılması için kamuoyu oluşturulmalıdır.

Suriyeli sığınmacılar meselesinin gerçek niteliğinin büyük Kürdistan projesinin Suriye ayağının gerçekleştirilmesi olduğu, Türk halkına her vesile ile anlatılmalıdır. Esasen artık bu husus herkes tarafından kabul görmüştür. AKP’nin yarı-resmi yayın organı olan Yeni Şafak gazetesinde Hasan Öztürk de 21 Nisan ve 23 Nisan 2019’da yazdığı makalelerde bu gerçeği tespit etmiştir.

Türk halkına, şimdiye değin Suriyeli sığınmacılar için harcanan 40 milyar Dolar harcanmasaydı, Türkiye’nin sürüklendiği büyük ekonomik krize bu kadar erken ve derin sürüklenmeyeceği hatırlatılmalıdır.

Suriyelilere her an geçici olduklarını, misafir olduklarını hatırlatmalıyız. Allah kimsenin başına Suriyelilerin başına gelen türden bir felaket vermesin. Ancak bu felaketin çözümü, Türkiye’yi ve onları başka bir felakete sürükleyecek emperyalist bir projenin parçası yapmak değil, vatanlarına dönmelerini sağlayarak, emperyalizmin kurduğu projeyi tarihe gömmek olmalıdır.

Suriyeli sığınmacılar konusunda toplumsal/siyasal tepkiyi canlı tutmalıyız. Sığınmacıların Türkiye’de kalmasını sağlamaya yönelik psikolojik atmosferi sağlamak amacı ile Türk halkına yönelik gerçekleştirilen psikolojik operasyonların etkisini bilgi harekatı ile kırmalıyız.!