ATATÜRK PROPOGANDA SAVAŞINI DA YÖNETTİ

Yeni nesle, Mustafa Kemal’in ve Kurtuluş Savaşının bilinmeyenleri yönlerini aktaran Yılmaz Özdil, Atatürk’ün sadece bir asker olmadığını ve sıcak savaş kadar soğuk savaşında ustası olduğunu da aktarıyor bizlere…

TBMM binasına giren ilk kadın, Fransız gazeteci Gaulis'ti.

Berthe Gaulis en başından itibaren Milli Mücadele'nin yanındaydı. Haberleriyle destek oluyordu. Ankara'ya, Eskişehir'e, Sakarya'ya, Afyon'a, Kastamonu'ya, Konya'ya giderek, cephelerden röportajlar yapmıştı. Bu Fransız kadın gazetecinin kalemi, Kuvayı Milliye'nin Avrupa'daki sesi olmuştu. Ankara'da Mustafa Kemal tarafından özel olarak ağırlandı. TBMM tarafından törenle teşekkür edildi. Mustafa Kemal 152 Mustafa Kemal hayranıydı, gizlemezdi. “Sanırım dünyadaki liderler ve erkekler arasında en yakışıklı olan adam" diyordu.

s1-7

“Anlattıkları öylesine net, öylesine açıktır ki, hep çarpıcıdır. Hafızalarda asıl kalan şey, kanıtlamasındaki berraklıktır, tabirlerindeki isabettir. Titreşimli sesinde hiçbir şiddet belirtisi yoktur. Bu titreşimde çelik vardır, bir tuhaf ahenk vardır. Şaşırtıcı sohbetleri bu adamın en büyük güçlerinden biridir. Her zaman nasıl bir cevapla karşılaşacağını tahmin ediyor. Zihni hassaslığı muazzam. Gözünden, aklından hiçbir şey kaçmıyor.

Başarısının üç nedeni var: seziş, ihtiyatlı olma, inceleme...

Müşahade yeteneği ileri derecede gelişmiş, kendine güveni tam" diyordu.

İstanbul basınının yurtsever kanadında, 1920 yılından itibaren Mustafa Kemal karikatürleri çıkmaya başladı. Sadece silahla değil... Mizah'la da milli mücadele veriliyordu.

Dönemin ilkel şartlarında savaş fotoğrafları çekip gazetelerde yayınlama imkânı olmadığı için "çizgi"yle anlatma yolu seçilmişti.

Karikatürlerin kimisinde düşmanı tuş eden güçlü kuvvetli güreşçi, kimisinde tek yumrukta rakibini ringden dışarı fırlatan boksör, kimisinde en önde koşan atletti.

Bazen teşhis koyan doktor, bazen çürükleri çeken diş hekimi, bazen mezurayla düşmanın boyunun ölçüsünü alan terzi, bazen aşçıydı.

s2-7

Mustafa Kemal'in aşçı olduğu mutfakta "Sevr" yazılı kâse kırılıyor, "Misak-ı Milli tenceresinde barış çorbası kaynıyordu.

Bazen de kaleciydi. Yunan işgal kuvvetleri komutanlarını top haline getirip, Ege Denizi'ne doğru degaj yapıyordu.

Padişah taraftarları "gülünç" durumda resmediliyordu. Kalpaklı Mustafa Kemal parlak ışınlar saçan güneş gibi gösterilirken, fesli damat Ferit kurukafa olarak çiziliyordu.

Vahdettin'in gazetecisi Ali Kemal "lazımlık" şeklinde tasvir ediliyordu, "Artin Kemalidis" lakabıyla anılıyordu.

s3-7

Yunan kralı Konstantin komik kıyafetlerle çarpık çurpuk karikatürize ediliyordu, dişleri dökülmüş haldeydi.

Hiciv edebiyatının efsanelerinden Aka Gündüz'ün hayata geçirdiği "Con Kikirik" tiplemesi vardı. İngilizlerle kafa yapıyordu.

Gazeteleri sansürle kontrol altında tutmaya çalışan işgal kuvvetleri “espri"yle başa çıkamıyordu. Karikatüristler hapse tıkılmamak için “karga, torik, kertenkele, muallim, âşık, hamal, zınk, karakulak, düldül, küheylan" gibi müstear isimler kullanıyorlardı.

Karikatürlerle “zafer" müjdeleniyor, umutsuzluğa düşen yurttaşlara o kapkara günlerde kahkahayla moral veriliyordu.

İşgal altındaki İzmir, kurtarıcısı Mustafa Kemal'i bekleyen güzeller güzeli peri kızı olarak tarif ediliyordu. İstanbul'da ve İzmir'de elden ele Mustafa Kemal kartpostalları dağıtılıyordu.

Bu kartpostalları taşımak, kalpak takmak gibi “milli moda" haline gelmişti.

Propaganda savaşının karşı hamlesiydi. Çünkü...

İngiliz istihbaratı, kafasında kalpak yerine afili fes bulunan, subay tıraşı yerine pofidik pofidik uzun saçlara sahip olan, fırfırlı papyon takan, tombul yanaklı, esmer birinin vesikalık fotoğrafını “Mustafa Kemal fotoğrafı" diye Anadolu'da dağıtıyordu, köylere uçaklarla atıyordu.

Anafartalar Kahramanı'ndan çok, padişah etrafında pervane olan saray soytarılarına benziyordu. Anadolu'da gazete olmadığı için, bu kara propaganda yöntemiyle zihinleri bulandırmak mümkündü. Yurttaşlar Mustafa Kemal'in sadece ismini biliyordu, gerçek fotoğrafını gören yoktu, bu nedenle İngilizlerin dağıttığı fotoğrafa inananlar oluyordu.

Sahte fotoğrafla birlikte sahte biyografi hazırlamışlardı, yalanlarla doluydu.

Direnişi zayıflatmak için ahaliyi kandırmaya çalışıyorlardı, "peşinden gitmeye değmeyecek biri" olarak tanıtıyorlardı.

Bir kişi bile bu palavralara inansa, bir kişi bile tereddüde kapılsa, kârdı.

Kuvayı Milliye işte bu İngiliz tezgâhını bozmak için, yurtsever matbaacılar ve yurtsever karikatüristlerle karşılık veriyordu.

Mustafa Kemal'in kalpaklı vesikalık fotoğrafları kartpostal haline getirilmişti.

Kartpostalların arka yüzünde Kurtuluş Savaşı enstantaneleri adeta resimli roman gibi tasvir ediliyordu. Ayrıca, vatansever şiirler yer alıyordu. İstanbul' da, İzmir'de dağıtılıyordu, kimlik belgesi gibi ceket cebinde taşınıyordu.

İngiliz ve Yunan subayların gittiği restoranlarda kafelerde önceden masalara bırakılıyor, bardakların tabakların altına iliştiriliyor, camlara duvarlara yapıştırılıyor, sökülenlerin yerine hemen yeni ve farklı olanları yapıştırılıyor, işgalciler bu "milli moda"yla delirtiliyordu.

İngiliz istihbaratı, Mustafa Kemal kartpostallarını Mısır' da, Libya'da, Cezayir'de, Yemen'de, Hindistan'da bile elden ele dolaşırken yakalayacaktı. Kara propagandayla filan durdurulamıyordu.

Mustafa Kemal umudu, memleket sınırlarını aşmış, küresel kahraman haline gelmişti.

s4-5

O günlerde “Kemalizm" kavramı ortaya çıktı.

İlk kez 1919'da Beyoğlu'nda yayınlanan Le Bosphore gazetesinin başyazarı Michel Paillares tarafından kullanıldı.

Türk aleyhtarı Fransız gazeteciydi. Güya bağımsız gazete gibi görünüyordu ama, Yunan bankaları tarafından finanse ediliyordu. İngiliz istihbaratı “Kemalistler" tanımını kullanıyordu.

Amerikan basını “Kemalist hareket" adını vermişti.

İstanbul hükümeti, Kuvayı Milliye'yi Osmanlı'ya karşı ayaklanan Celali isyanına benzeterek, “Kemali" diyordu. İstanbul basınında sarayın tarafını tutanlar “Kemali" tabirini kullanırken, Ankara'nın tarafını tutanlar “Kemalci" diye yazıyordu.

Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışından itibaren Batılılar tarafından icat edilen “Kemalizm" sıfatı, Türk basınında ilk kez 1927'de Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından Hakimiyeti Milliye gazetesinde kullanıldı. Yakup Kadri'ye göre Kemalizm, bir şahsa ait değildi, Cumhuriyet'in parolasıydı, devrimciliğin adıydı.

“Kemalizm" adıyla ilk kitap 1936'da basıldı. Kemalizm kuramcılarından biri olan Şevket Süreyya Aydemir, Mustafa Kemal'i şu nitelikleriyle tasvir ediyordu: “Heyecan adamı değil, mantık adamıydı. Keskin ileri görüşlüydü. Analiz yeteneği, yön tayin etme gücü müthişti. Dar ve donmuş kalıplara hapsolmadı; ölü geçmişi, yani geçmişin ölmüş değerlerini gelenek olarak kabul etmedi. Bütün icraatlarında meşruluk duygusu hâkimdi. Gerçekçi bir hümanistti. Macera adamı değildi. Yaşamı şırıl şırıl akan bir su gibi sessiz sedasız geçmedi.

Umutlar, hayaller, hayal kırıklıkları, savaşlar, devrimler, zaferler, yenilgiler ve hâlâ sürüp giden inkârlar, onun serüvenini dokuyan ilmikler, düğümler gibiydi. Ne evi ne yeri ne kendini anlayan bir eşi ne çevresinde oynaşan çocukları oldu. 'Özgürlüğümü hayatım boyunca korudum, yaşamımı ne evime ne yakınlarıma hatta ne de anama bağladım' sözleri onundur. Bağlantısı sadece kendisiyleydi. Asıl yurdu, kendi iç dünyasıydı. Yalnızlığı, zaferleri kadar derindi. Hüznünü zaman zaman kendisine bile itiraf etmezdi ama... Kurtardığı memleketin yarın öbür gün birtakım değersizlerin elinde, akla hayale gelmeyecek badirelere sürüklenebileceğini bilirdi. Hiç kuşku yok ki, endişeliydi."

Mustafa Kemal vizyonuyla “dünyanın en büyük ailesi" kurulmuştu. TBMM'de “bayram" ilan edilirken, aslında daha Sakarya Meydan Muharebesi bile yapılmamıştı!

Bayram kutlamayı filan boşverdik, ortada vatan diyeceğimiz bir toprak kalacak mı, o bile belli değildi.

İşte bu cüretkâr davranış biçimi... Çanakkale'nin en kanlı günlerinde siperde bandoyla konser verdiren Mustafa Kemal'in özgüveniydi. Etrafına yaydığı moral, silahtan, cephaneden çok daha kuvvetliydi.

Ağustos 1921... Sakarya vuruşmasının son hazırlıkları için Polatlı'ya gitmişti. Ayağı üzengideyken atı ürktü, sırtüstü yere düştü, taşa denk geldi, iki kaburgası kırıldı. Ciğerine baskı yapıyordu, nefes alamıyordu. Hastaneye yatmayı kabul etmedi, bandaj yapıldı.

Ömürleri cephede geçen, korku eşiğini çoktan aşmış bir jenerasyondu.

Yaralansa bile, bir gün olsun dinlenme lüksü yoktu. Daima göz önünde bulunmak zorundaydı. Hem cephedeki askerin hem TBMM'nin hem İstanbul'un morali buna bağlıydı.

Türk milletinin direnç kaynağını çok iyi bilen Yunan i stihbarat, maneviyat zayıflatmak için Mustafa Kemal'e dair yalanlar üretiyordu. Sık sık "esir" alındığı yolunda haberler uçuruluyordu.

Trajikomik tarafı... Kendi yalanlarına kendileri inanıyordu.

Mustafa Kemal'in esir alındığını duyan İzmir'deki Rumlar her defasında sokaklara dökülüyor, her defasında kutlama yapıyordu.

"Mustafa Kemal"i gerçekten yakaladıkları da oldu! Yunan gazeteleri manşet yaptı. Atina'da bile çanlar çalındı, şenlikler düzenlendi.

Ertesi gün sevinçleri gene kursaklarında kaldı. Mustafa Kemal'i esir almışlardı ama, sadece isim benzerliğiydi. Mustafa Kemal isminde bir er'di!

Sakarya Savaşı'nı sivil kıyafetle yönetti. Askeri üniforma giymemişti. Ruşen Eşref Ünaydın'ın hatıralarına göre... “Savaşı sivil spor kıyafetiyle idare edip kazandıktan sonra, böğrü ağrıya ağrıya, sancısından adeta düşe kalka yürüyerek, kimseye haber vermeden, karşılama töreni beklemeden, alkış beklemeden, gündelik işini görmekten dönüyormuş gibi, yıpranmış bir vilayet taksisi sanılacak Ford otomobilin sadeliği içinde, ellerinde güderi eldivenleri, o sivil kıyafetle Çankaya'ya dönmüş"tü.

Şehir girişinde karşılamaya gelenler yetişememişti. Tebrik etmek için Köşk'e koşturanların gülümseyerek ellerini sıkıyordu. Komutanlığını tartışma konusu yapanlarla alay ederek, "ben galiba şu askerlik işini fena yapmıyorum" diyordu!

Yunan başkomutanı Trikoupis esir alındı. 300 subayı, beş bin askeriyle teslim oldu.

Uşak'a getirildiler. Bitkin durumdaydı. Mustafa Kemal geldi... Dostça ellerini sıktı. “Vicdanınıza karşı görevinizi yaptığınızı düşünüyorsanız, içiniz rahat olsun, en büyük komutanların bile esir oldukları tarihte yazılıdır, söz gelişi Napolyon" dedi.

s5-2

Yunan generalleri bu hiç beklemedikleri yücegönüllülük karşısında iyice ezilmişlerdi. Trikoupis ağlamaklı oldu. “Yaverlerim dahi beni yalnız bırakarak kaçtılar, intihar etmeliydim" diye mırıldandı. Mustafa Kemal yumuşak ses tonuyla karşılık verdi. “Misafirimizsiniz, her bakımdan emin olabilirsiniz, herhangi bir isteğiniz olursa çekinmeden bildiriniz" dedi. İsmet Paşa'ya dönerek, emir verdi: “Yorgundurlar, rahat etmelerini sağlayınız."

Ertesi sabah Trikoupis'in İstanbul'daki eşine telgraf geldi. “Kocanızın sağlığı gayet iyi" deniyordu. “Mustafa Kemal'in misafiri olduğu" belirtiliyordu. Hilal-i Ahmer, yani Kızılay aracılığıyla ulaştırılan bu insani telgraf, zaten darmadağın olmuş Yunan ordusunu tamamen çökertti.

Atatürk ve silah arkadaşlarını minnet ve saygıyla anıyorum…

Yüzyılın dahi komutanını bizlere armağan eden yüce Mevla’ya sonsuz şükürler ve Atatürk’e teşekkürlerimle…