Salgın başladığında ‘Nerede kaldı bu aşı’ diyorduk.

Bilim adamları çalıştılar ve ortaya alternatif aşılar çıktı.

Bu sefer de ‘aşı olsak mı olmasak mı’ tartışmaları başladı.

Şahsen ben aşıya ulaşır ulaşmaz olanlardanım.

Kronik rahatsızlık ve yaştan dolayı Çin aşısı ile başladım, üç doz oldum, gerekirse yine olacağım.

‘Bu bir küresel tezgahmış da şuymuş buymuş’ bilemem…

Doğrudur, tezgâh da olabilir, bu virüs laboratuvar ortamında icat edilip salınmış da olabilir, inanırım.

Ama bu tezgâhın, insanlığı yok etmek, dünya nüfusunu azaltmak düşüncesinden azade, para kazanmak için kullanıldığını düşünenlerdenim.

Malumunuz önce bilgisayarı icat ederler, alır kullanırsın. Bir süre sonra aynı kişiler virüs icat ederler, bilgisayarın kilitlenir, çöp olur. Derken virüs programı icat ederler, bilirsin ama almam diyemezsin.

Bu aşı olayını da böyle bakıyorum.

Bu bir tezgâh diye olmazlık yapmıyorum ve olunmasını da şiddetle tavsiye ediyorum.

Hastalığı yayanlar da aynı kişiler mi bilemem ama insanlık daha önce de bu gibi salgın hastalıklardan aşılarının bulunmasıyla kurtuldu.

Efendim tamam koruyor ama yan etkileri?

Şu ana kadar bulunan aşıların önemli bir yan etkisi ortaya çıkmış değil, kaldı ki hiçbir aşının, hiçbir ilacın yüzde yüz yan etkisiz olması da mümkün değil.

Eğer aşılarda, ilaçlarda yüzde yüz yan etkisizlik garantisi aranacak olsa, hiçbir aşı, hiçbir ilaç kullanılamaz.

O zaman da insanlık hastalıklara karşı çaresizliğe mahkûm olmaktan kurtulamaz.

‘Aşı olmayın, hele Çin aşısı hiç olmayın, sakıncalı’ diyenlerin hiçbir bilimsel kanıtı yok.

Ama aşı olanlarla olmayanlar arasındaki ölüm farkı ortada…

Farkındaysanız aşı karşıtlarının bilimsel bir titri yok, gazeteci, siyasetçi vesaire…

En fazla da cemaat bağlantılı kişi ve gruplar aşı karşılığında başı çekiyor.

Karşılığında ise bilim adamları aşıyı tavsiye etmeye devam ediyorlar.

Mesela medarı iftiharımız Nobel Ödüllü Aziz Sancar…

Onun ne milliyetçiliğinden ne vatan sevgisinden ne de insanlık kaygısından şüphe etmemiz mümkün.

Aşı karşıtlığına ve aşı ayrımcılığına tepki gösteriyor "İnanıyorum ki Çin, Rus, Amerikan, Alman aşılarının hepsinin koruyucu faydası var. Halkımızın sağlık uzmanlarından başka hiç kimsenin sözünü dinlememelerini tavsiye ederim. Türkiye'de olsaydım kuyruğa girer, Sağlık Bakanlığımızın temin ettiği aşıyı yaptırırdım" diyor.

AŞI KARŞITLARININ DERDİ NE?

Malumunuz, herhangi bir nedenle üç kişi bir araya gelip toplantı ve gösteri yapamazken, aşı karşıtları resmen miting yaptılar.

“Büyük uyanış” adıyla ve “Küresel çetelere karşı tek ses olacağız” sloganıyla düzenlenen miting için izin başvurusu Anadolu Birliği Partisi tarafından yapıldı.

Mitingde "Küresel çete Türkiye'den elini çek", "DSÖ, Türkiye'den defol" ve "Benim bedenim, beni kararım" yazılı dövizler taşıdılar.

Abdurrahman Dilipak, Hamza Yardımcıoğlu, Dr. Bilgehan Bilge ve şarkıcı Bora Gencer birer konuşma yaptılar.

Abdurrahman Dilipak, konuşmasında “Burada küresel güçlere meydan okumak için varız. Adının Covid olduğunu iddia ettiğiniz virüsün yarasadan konakçıya, oradan bulaş olarak insana nasıl geçtiğini, hikâye gibi bize anlatıp durdunuz. PCR tanı kitleriyle insanlarda PCR'ın görmediği virüs var mı yok mu, yazı tura atmaya başladınız. Adına SARS-COV-2 dediğiniz virüsü peçete testiyle dünyaya yaydınız. Hatırlayın Çin'de sokakta giderken düşüp ölen insanları, medyada gösterilen o trajik ölümleri. Size ölümü gösterip hastalığa razı etmeye çalıştılar” iddialarını dile getirdi.

“Akraba, arkadaş ziyaretleri engellendi. Tokalaşmayın, sarılmayın dediler. Siz yanınızdaki arkadaşınızın elini tutun inşallah. Şimdi biz birlikteyiz. Bu oyunu bozacağız” diye konuştu.

Konuşmasında “insanlara çip takıldığını" iddia eden Dilipak "insanlara çip takılması yönündeki girişimlere karşı meclis araştırması açılması” için çağrıda bulundu.

GÜNDEME DAİR OLUMLU/OLUMSUZ GÖRÜŞLER

PROF. DR. ALPAY AZAP

Aşı karşıtlarının İddiaları ve Bilimin Yanıtları

İddia: Hastalıklar, sağlıklı yaşam koşulları ve temiz gıda/su temini sayesinde aşılamalardan önce ortadan kalkmaya başlamıştır.

Bu gibi ifadeler aşı karşıtı literatürde çok yaygındır, niyet aşıların gerekli olmadığını düşündürmektir. Daha iyi bir beslenme, temiz içme suyu, başta antibiyotikler olmak üzere tıbbi tedavilerin gelişmesi sağ kalım oranlarını artırmıştır. Daha az kalabalık ve sağlıklı yaşam koşulları hastalık bulaşını azaltmıştır.

Bunlar doğrudur. Ancak bir hastalığın görülme sıklığının yıllar içindeki değişimine bakıldığında aşıların ne kadar etkili olduğu şüphe götürmez bir şekilde görülür.

Örneğin yıllar boyunca periyodik iniş çıkışlar olsa da kızamık görülme sıklığında gerçek kalıcı düşüş 1963’de kızamık aşı lisansının alınması ve kızamık aşısının yaygın kullanılmaya başlamasıyla örtüşmektedir.

İddia: Bir salgın ortaya çıktığında hastalanan kişilerin çoğu aşı olanlardır. Aşılar etkisizdir.

Salgınlarla seyreden çocukluk çağı hastalıklarında gerçekten de hastalananların sayıca çoğunluğu aşılı olanlar olabilir. Ancak bu aşıların etkisiz olduğunu göstermez. Şöyle ki; aşılanan çocuğu riske atmamak amacıyla aşının içine ölü veya zayıflatılmış virüs konulduğundan ve çocuğun bağışıklık sistemi ile ilgili nedenlerden dolayı hiçbir aşı % 100 etkili değildir.

İddia: Aşı olmaktansa hasta olmak daha iyidir; çünkü aşılar hastalığın kendisi kadar koruyucu değildir.

Aşılar, doğal enfeksiyon sonucu gelişen yanıtlara benzer bir bağışıklık yanıtı üretmek için bağışıklık sistemi ile etkileşirler, ancak hastalığa neden olmazlar. Böylelikle kişide hastalığın olası komplikasyonlarının da önüne geçilmiş olur. Hastalığı geçirmek de aşılanmak kadar (bazı durumlarda daha fazla) bağışıklık oluşturur. Ancak aşılanmak yerine hastalığın kendisini geçirerek bağışıklık kazanmanın ağır bedelleri olabilir: Kızamığa bağlı ensefalit, körlük ve ölüm, kızamıkçığa bağlı doğum kusurları, bakteriyel menenjit sonrasında zekâ geriliği ve sinir hasarı, çocuk felci enfeksiyonundan sonra kalıcı felçler, Hepatit B virüsüne bağlı olarak karaciğer kanseri veya ölüm gibi ağır bedeller ödenebilir.

İddia: Anne sütü, içeriğindeki maddelerle bebeği enfeksiyonlardan korur. Bebeklere ilk iki yaşta çok sayıda aşı yapmaktansa iki yaşına kadar anne sütü vermek yeterlidir.

Bu iddia da bilimi alet ederek yalan söyleme taktiği ile üretilmiş iddialara tipik bir örnektir. Gerçekten anne sütünün enfeksiyonlardan koruduğu bilimsel bir gerçektir. Hatta hekimler anne sütünü bebeğin ilk aşısı olarak tanımlar ve bebeğin anne sütüyle beslenmesini teşvik ederler. Ancak aşılar olmadan tek başına anne sütü, kızamık, kızamıkçık, tetanos, difteri gibi öldürücü hastalıklardan koruyamaz.

Üstelik bu hastalıklar sadece yaşamın ilk iki yılında görülmezler, yani sadece çocukluk hastalığı değildirler. Aşılanmamış bir çocuk erişkin yaşa kadar bu hastalıklara yakalanmazsa mutlaka erişkin yaşta yakalanacaktır.

Anne sütü tam bir koruma sağlamayacağı gibi kesilir kesilmez koruyucu etkisi de ortadan kalkar. Oysa aşıların etkisi (belli aşılarda ek dozlar yapılmak kaydıyla) ömür boyu devam eder.

İddia: Aşıların içinde koruyucu olarak cıva gibi tehlikeli elementler, alüminyum gibi zararlı maddeler bulunur.

Aşılarda bakteriyel kontaminasyonu engellemek için kullanılan timerosal diye bilinen madde organik bir cıva bileşiğidir. Doğada toprakta, havada ve sularda bulunan cıvanın iki formu vardır: Metil-cıva ve etil-cıva. Metil-cıva vücutta birikerek yüksek dozlarda insanlarda zehir etkisi gösterir. Etil-cıva ise metil-cıvaya göre çok hızlı vücuttan atıldığı için toksik dozlara ulaşmaz. İnsana zarar vermez.

Timerosal etil-cıvadır ve sadece çoklu doz içeren flakon şeklindeki aşılarda bulunur. Tek kişiye yapılmak için hazırlanmış enjektörde bulunan aşılarda zaten timerosal (etil-cıva) yoktur.

Timerosalin otizm yaptığı iddiası da ortaya atılmıştır. Ancak yapılan bilimsel çalışmalar timerosal ile otizm arasında hiçbir ilişki olmadığını göstermiştir.

Alüminyum ve skualen gibi maddeler aşıların etkisini artırıcı (adjuan) olarak 1930’lardan beri kullanılmaktadır. Bu maddeler de tıpkı cıva bileşikleri gibi doğada çok yaygın olarak bulunurlar ve insanlar aşılarda karşılaştıkları adjuanlardan çok daha fazlası ile günlük hayat içerisinde karşılaşırlar. Üstelik her aşının içinde adjuan yoktur. Bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalar aşıların içindeki adjuanların insana zarar vermediğini göstermiştir.

İddia 8: Aşılar güvenli değildir pek çok aşının çok tehlikeli yan etkileri vardır.

Aşılar çok güvenlidirler. Lisanslı bir aşı, kullanım için onay almadan önce çok sayıda deneme aşaması boyunca titizlikle test edilir ve piyasaya çıktıktan sonra düzenli olarak yeniden değerlendirilir. Biliminsanları ayrıca, bir aşının olumsuz bir etkiye neden olabileceğine dair olası bir durum için çeşitli kaynaklardan gelen bilgileri sürekli olarak takip ederler.

Çoğu aşı reaksiyonları, genellikle lokal ağrı veya hafif ateş gibi geçici reaksiyonlardır. Nadiren ciddi bir yan etki bildirilmesi durumunda bilimsel kurullar tarafından hemen ciddiyetle araştırılmaktadır. Ancak şu da bilinmelidir ki tıpta bir yöntemin güvenli olup olmadığına karar verirken o yöntem uygulanmadığında neler olacağına da bakılır. Elbette aşılanma çok nadir (kabaca yüz binde bir ile milyonda bir arasında bir olasılıkla) ciddi yan etkiye neden olabilir. Ancak aşılanmamak çok daha tehlikeli ve zararlıdır.

Aşılar her açıdan güvenlidirler. Hatta duş almaktan, yemek yemekten veya dışarıda dolaşmaktan daha güvenlidirler. Çünkü sadece ABD’de her yıl 350 kişi duş veya banyo kazası nedeniyle, 200 kişi yemek yerken nefes borusuna kaçırarak, 40 kişi yıldırım çarpması ile hayatını kaybetmektedir.

İddia: Aşılarla ilgili çok yan etki var ama aşı firmaları bunların bilinmesine engel oluyor.

Aşılar toplum sağlığını ilgilendiren ürünler olduğu için aşı uygulamaları bağımsız bilimsel kuruluşlar ve ulusal sağlık otoriteleri tarafından günü gününe izlenmektedir.

Tüm dünyada çok titiz çalışan aşı yan etkisi takip sistemleri vardır ve aşılar yan etki açısından ilaçlardan çok daha yakın takip edilir.

En ufak bir şüphe oluştuğunda bağımsız biliminsanlarından oluşan komisyonlar kurularak araştırılır, bilimsel ortamlarda şeffaf bir şekilde paylaşılır, tartışılır ve sonuçlar tüm hekimlere ve sağlık çalışanlarına duyurulur.

SAĞLIK BAKANI KOCA;

Vefat edenlerin yüzde 90'ı aşı olmamış ya da aşıları eksik!

“Aktif vakaların yüzde 81’ini tam aşılı olmayanlar oluşturuyor. Vefat eden vatandaşlarımızın yüzde 90'ı ya hiç aşı olmamış ya da aşıları eksik kişiler,

Hastaneye yatan hastaların yüzde 90'ı da yine tam aşı olmayanlar kişilerdir.

Aşınızı olun, kendinizi ve çevrenizi koruyun.

İki aşının mutlak yapılması gerektiğini biliyoruz. mRNA aşısı için hatırlatma dozu için yaptığımız çalışmalarda koruyuculuğunun devam ettiğini biliyoruz. 8 ay sonra riskli grupta daha önemli olduğunu biliyoruz. Özellikle elimizdeki veriler üçüncü aydan sonra bu koruyuculuğun azaldığını, yaşlı grupta ek olarak daha da düştüğünü. Yani iki 2 doz inaktif aşısı yaptırmış kişi rahat hareket etmemeli. 3 ay sonra yeni aşısını yaptırmalıdır.”

ABDURRAHMAN DİLİPAK

Cumartesi günü Maltepe’de mitingimiz vardı. 10.000’lerce kişi miting alanında ve çevredeydi, kimi giremedi döndü. 1,5 milyona yakın tweet atıldı. Farklı ve güzel bir gündü. Katılanlara teşekkürler. Bu konu CoVID’den ibaret değil. Bunu görelim. Asıl senaryo GreatReset ve TransHumanizm. 20 Ekim’den sonra Globalistler yeni bir eylem planı açıklayacaklar CoVID ile ilgili. Çünkü sürdüremiyorlar.

Bugün size, “Tarihin sonu”na giden yolda, “Biyolojik insanın sonu”na ilişkin senaryolardan söz edeceğim.

Eğer gerçekten tarihin sonuna geldikse, bundan sonra başımıza gelecekler, bugün yaşadıklarımızdan bin beter olacak. O zaman yerin altı, yerin üstünden hayırlı olacak demektir.

Evet, biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Onda şüphe yok. Her gün kıyamete bir adım daha yaklaştığımız da bir gerçek. Bundan sonra garip ve acayip hadiseler yaşayacağımız da bir gerçek. Bizim son biyolojik insan nesli olduğumuz bir iddia değil açık bir tehdit. Global resetçiler bunu açıktan söylüyorlar.

Bu CoVID daha doğrusu Grip’19 aşısından sonra insanlara ve hayvanlara chip takmaktan söz edecekler. Zaten ondan sonra “İnsan” dediğiniz biyonik bir robottan başka bir şey değil. O bir “nesne” olacak. İnşallah onların planları gerçekleşmez. Ama gidişata bakınca, insanların uyanışı çok yavaş gerçekleşiyor. O zaman bu süreç biraz uzayacak ve insanlık ağır bir bedel ödeyecek.

Geçen aylarda gazetelerde bir haber vardı: İnsan nesli tehlikede: Şubat 2021 sonlarındaki haberde “2045 yılında sperm sayısı ‘0’ olacak” deniyordu. Biz aşı, ilaç ve Grip’19 mikrobunun kısırlaştırıcı etkisinden söz ediyoruz ama dinleyen yok. Kaldı ki, bu haberde aşı olmadan da diğer ilaçlar, gıdalar, kimyasallar, çevresel etkiler sebebi ile insanlığın giderek üreme kapasitesini kaybettiğini söyleyen bugün çok sayıda bilim adamı var.

Dahasını da söyleyeyim, bundan sonra daha çok kız ve engelli çocuk dünyaya gelecek. Engelli çocukların, annenin hamileliği döneminde zorunlu erken teşhisle anne karnında izale edilmesi gündeme gelecek. Erken teşhis yöntemleri bizatihi ceninde kalıcı hasarlara sebep olabilecek.

Tanınmış Epidemiyolog Dr. Shanna Swan, yeni kitabında; gelişmiş ülkelerdeki sperm sayısının giderek düştüğünü ve bu durumun ‘insanların hayatta kalmasını tehdit ettiğini’ söyledi.

Swan, yaptığı tahminde sperm sayısının 2045’te sıfıra ulaşacağını belirtti.

Bu sonuç sadece saydığım sebeplerle değil, stres, kozmetik, tekstil, hayat tarzı sportif aktiviteler de bunda etkili olacak. Bel bölgesinde bacakları saran dar streçler bölgede kan dolaşımını etkiliyor ve çocukların gelişmesini engelliyor. Ya da kadınların daha fit görünme merakı, kasık ve karın bölgesindeki zayıflama ve kas yapısındaki değişikliklere sebep olması sebebi ile çocuk tutma kabiliyetini zayıflatıyor.

ABD’deki New York kentinde Mount Sinai Icahn Tıp Fakültesi’nde çevre ve üreme epidemiyolojisi uzmanı olan Dr. Shanna Swan, bu sorunların başında düşük sperm sayılarının önemine dikkat çekiyor. LGBT, Toplumsal Cinsiyet konuları, ailenin dağılması, cinsel davranışlardaki değişikliklerin sebeb olduğu sağlık sorunları ve çocukların gelişimindeki değişikliklerin insan neslini tehlikeye atabileceğini açıkladı. Dr. Swan, “Count Down (Geriye Sayım)” adlı kitabında insanlığın doğurganlık kriziyle karşı karşıya kalacağını ifade etti. Swan, yaklaşan doğurganlık krizinin iklim kriziyle karşılaştırılabilir küresel bir tehdit oluşturduğu konusunda uyardı.

2017’de yazdığı kitabında yazar, batıdaki sperm sayısının 1973 ile 2011 yılları arasında yüzde 59 oranında düştüğünü belirtiyor. Zaten batıda artık çocuk yok. Çocuk bakmak yerine köpek bakıyorlar. Bazıları evlat edinmiş. Dr. Swan «Üreme olaylarının mevcut durumu, insan sağ kalımını tehdit etmeden daha uzun süre devam edemez» diyor ve zaten ona göre bu gidişle 2045’te modern toplumlarda üreme kabiliyet ve kapasitesi sıfıra ulaşacak. Kaldı ki, CoVID / GRIP’19, teşhis, aşılama, tedavi süreci bu tarihi çok daha öne çekebilir. Bir yandan İstanbul Sözleşmesi, Lanzarotte, öte yandan 5G, Starlink, Chip, Kolonoid Trans Humanizm süreci ile birileri nihai süreci 2025-30 arasında bitirmek istiyor. Bugünkü gıda, sağlık, eğitim, çevre, kozmetik, kültür, medya, hayat tarzı, spor da bu emele hizmet ediyor.

Count Down kitabının yazarı Swan ve yardımcı yazarı Stacey Colino; “İnsanların çok fazla kimyasallara maruz kaldığını ve bu durumun doğurganlığı tehdit ederek insanların nesli tükenmekte olan bir tür haline gelebileceğini” öne sürüyor.. Kitapta, “1964 ile 2018 arasında küresel doğurganlık oranı kadın başına 5,06 doğumdan 2,4’e düştüğü ifade edilirken dünya ülkelerinin yaklaşık yarısının doğurganlık oranları, nüfus yenileme düzeyi olan 2,1’in altında kaldığı belirtildi.” Kaldı ki, bu süreç 2019 sonu itibarı ile olağanüstü bir hız kazandı.

İnsanlar giderek BİREY’selleştiriliyor. Bunun anlamı, insanlar din, ahlak, gelenekten bağımsız hale getiriliyor. Toplumsal cinsiyet anlayışı ile, aile birliği tehdit altında, LGBT Bireyleri, ve Lanzarotte sözleşmesi 14 yaşındaki çocuklara cinsel yönelim, deneyim ve tercih özgürlüğü vererek, cinsellik, üreme ve aile içi davranış olmaktan çıkartılıp, değişken bir eğlenceye dönüştürülüyor.

Unutmayalım ki, Türkiye İstanbul Sözleşmesinde ilk imzayı atan ülke. Biz geri çekilmiş olsak da, Lanzarotte yine taraf olduğumuz bir sözleşme. Ve zaten parçası olmak istediğimiz AB’nin, müttefiki olduğumuz ABD’nin olmazsa olmaz şartı da bu yönde iken bu anlamda işimiz zor.

Allah yardım eder de bu “binbir başlı kartal”ı Ebabil yüreği taşıyan bir “Kanarya” yener.

Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.

Biz gaybe iman edenlerdeniz.

Önemli olan Allah’ın yardımının bize ulaşması, bizimse bu yardımı engelleyen aradaki perdeleri kaldırmamız.

KEMAL GÖZLER/HUKUKÇU

Önce kendisine “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi” denilen bir kurul toplanıyor ve pandemiyle mücadele konusunda bir takım “kararlar” alıyor. Ne var ki, bu “kararlar”, Resmî Gazetede yayınlanmıyor.

Daha sonra İçişleri Bakanlığı, “Cumhurbaşkanlığı Kabinesinde alınan kararlar çerçevesinde” uygulanacak yasak ve tedbirler konusunda bir “genelge” çıkarıyor. Genelge de Resmî Gazetede yayınlanmıyor. Daha sonra 81 ilde, il umumî hıfzıssıhha kurulları toplanıyor ve İçişleri Bakanlığının söz konusu genelgesi doğrultusunda çeşitli kararlar alıyor. Bu kararlar da Resmî Gazetede yayınlanmıyor. En sonra bu kararlara aykırı hareket edenlere idarî para cezası veriliyor.

Görüldüğü gibi pandemiyle mücadelenin hukukî süreci dört aşamadan oluşmaktadır: (1) “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi”nin toplanması ve karar alması. (2) İçişleri Bakanlığının genelge çıkarması. (3) İl umumî hıfzıssıhha kurullarının karar alması. (4) Kararlara aykırı davrananlara idarî para cezası verilmesi. Bu dört aşamada dört tür işlem vardır. Bu işlemlerden birincisi hukuken yoktur; diğer üçü ise hukuka apaçık bir şekilde aykırıdır. Şöyle:

1. Hukukumuzda “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi” diye bir kabine yoktur; bu kabinenin anayasal, yasal ve hatta kararnamesel bir dayanağı bulunmamaktadır. Hukuken olmayan bir kabine, hâliyle herhangi bir karar alamaz; bu kabinenin aldığı bütün “kararlar” maddî yoklukla malûldür.

2. İçişleri Bakanlığının çıkardığı genelgeler, hukuka aykırıdır. Çünkü bir kere, “genelge” bir bakanlığının kendi memurlarına hitap eden bir işlemdir; “genelge” ile vatandaşlara hitap eden düzenleme yapılamaz. Kaldı ki, temel hak ve hürriyetler de genelgeyle değil, Anayasamızın 13’üncü maddesine göre, ancak kanunla sınırlanabilir.

3. İl umumî hıfzıssıhha kurulu kararları da hukuka aykırıdır. Çünkü 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununda, il umumî hıfzıssıhha kurullarına bu tarzda (maske takma zorunluluğu, genel sokağa çıkma yasağı gibi) genel yasaklar koyma yetkisini veren bir hüküm yoktur.

4. İl umumî hıfzıssıhha kurulu kararlarıyla belirlenen, sokağa çıkma yasağı, maske takma zorunluluğu belirli gibi yasak ve tedbirlere aykırı davrananlara da 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32’nci maddesine veya 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesine göre verilen idarî para cezaları da hukuka aykırıdır.

Çünkü bu 5326 sayılı Kanunun 32’inci maddesine göre idarî para cezası verilebilmesi için kendisine aykırı davranılan “emrin hukuka uygun olması” gerekir. Oysa burada verilen emir, hukuka aykırıdır. 1593 sayılı Kanunun 282’nci maddesine göre ise, bu kanuna dayanarak ceza verilebilmesi için “bu Kanunda yazılı olan yasaklara veya zorunluluklara aykırı hareket” edilmesi veya “zorunluluklara” uyulmaması gerekmektedir. Söz konusu yasak (örneğin genel sokağa çıkma yasağı) ve zorunluluklar (örneğin maske takma zorunluluğu) 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununda yazılı değildir.

PROF. DR. ŞEBNEM KORUR FİNCANCI/TTB

Halkımızı kendi yaşamlarını korumaları için, hastalık etkenini ailesine, sevdiklerine, çalışma arkadaşlarına, sokakta, otobüste, metroda rastladıklarına, komşularına bulaştırmamaları için aşı olmaya davet ediyoruz. Aşı her şeyden önce sizin sağlığınız için vazgeçilmezdir.

Bilim ve salgınlar tarihi, toplumun geneline ulaşmış aşılamanın yaşamı ve geleceği nasıl kurtardığının örnekleriyle doludur.

Bu açıdan COVID-19 pandemisini nihayete erdirmenin de yolu her kesime ulaşmış yaygın aşılama ile olacaktır.

Varyantların ortaya çıkışı uzamış salgın sürecinin doğal yansımasıdır. Öteleme, erteleme bu nedenle tehlikeli sonuçlar doğurur. Henüz elimizde etkenle temastan önce veya temas sonrasında, hastalık sürecinde istediğimiz ölçüde etkili yaygın kullanılabilir ilaç seçeneğinin bulunmadığını biliyoruz.

Bu nedenle ilaç dışı korunma yöntemlerinin ne denli önemli olduğunun da farkındayız.

Maske, mesafe ve temizliğin yanı sıra kalabalık ortamlardan kaçınmak ve havalandırma önlemlerinin öne çıktığı bu evrede en temel gücümüz aşılanma oranlarını yükseltebilmektir.

Delta varyant nedeniyle toplum bağışıklığının sağlanabilmesi için aşılama oranının yüzde 80-85 düzeyinde gerçekleşmesi gereklidir.

Türkiye bu hedefin çok gerisindedir.

Toplumun yeniden sağlıklı bir biçimde nefes alır hale gelebilmesinin yolu, TTB’nin bilimsel gerçekler ışığında 17 aydır ifade ettiği pandemi mücadele önlemlerinin yanı sıra, aşılama kapsayıcılığının yüzde 80-85’in üzerinde gerçekleştirilmesi yoluyla bulaş zincirinin kırılmasıdır.

Aşı her şeyden önce sizin sağlığınız için vazgeçilmezdir,

Aşı olmanın hastalıktan korunmanın yanında aynı zamanda sağlıklı bir gelecek için bireyin sorumluluğu ve ödevi olduğunu hatırlatırım.

Halkımızı kendi yaşamlarını korumaları için, hastalık etkenini ailesine, sevdiklerine, çalışma arkadaşlarına, sokakta, otobüste, metroda rastladıklarına, komşularına bulaştırmamaları için aşı olmaya davet ediyoruz.

Aşı hastalıktan koruma yanında toplumsal bir sorumlulukla ortaklaşma ve dayanışma davranışıdır. Bugün salgın yanı başımızdayken ve yoğun bakımlarda yatan ya da pandemi nedeniyle kaybedilen hastaların tamamına yakını aşısız veya aşılaması tamamlanmamış iken, aşılamanın koruyuculuğuna ilişkin onlarca veri varken hala aşıya karşı bir tereddüt, ilgisizlik ya da olumsuz yaklaşımların olması tümüyle bilimdışıdır.

Bu işin artık ertelenebilir ya da keyfi bir durumu yoktur. Aşı olmaksızın kapalı mekanlarda bulunmak bir serbestlik meselesi, bir hak değil bir sorumsuzluk ve başkasına zarar verme davranışıdır ve kabul edilemez. Salgın kontrolden çıktığında toplumsal hareketliliğin azalması gibi zorunluluklar da düşünüldüğünde yayılımı azaltmak ve toplumsal sağlığı korumak adına ortak yaşam alanlarının kullanımı, toplu bulunan kamusal etkinliklerde hem aşı olanların hem de aşı olmayanların korunması için aşı olmayanlara yönelik ek tedbirlerin gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Siz aşı olursanız virüse karşı kendinizi korumakla kalmayacaksınız, aynı zamanda çocuklarımız okula gidebilecekler, çocukluklarını yaşayabilecek, kargo çalışanları ölmeyecek, yoğun bakım yataklarına gereksinimi olan hastalara yani hastalarınıza yer bulunabilecek, sağlık hizmetlerine erişimde kronik hastalıkların tedavi sürecinde aksamaması, onkolojik vakaların erken tanı ve tedavilerinin yürütülebilmesi konusunda yaşanan sorunlar giderilebilecek, pandeminin ikincil nedenlere bağlı yarattığı yıkımın da önüne daha hızlı geçilecek, lokantalar kapanmayacak, tiyatrolar sahnelerini açacaklar, pandemi sürecinde işlerini kaybedenler tekrar çalışmaya başlayacaklar, toplumumuz yeniden yaşamaya, soluk almaya başlayacak.

Unutmayın kaygı da virüs gibi bulaşır. Unvanları ne olursa olsun aşı karşıtı komplo teorilerine değil bilime ve bilim insanlarına güvenin, doğru bilgi kaynaklarına sahip çıkın, her zaman hakikatin yanında olan TTB’nin uyarılarına kulak verin ve aşı olun.