AYARINI BOZDUĞUN KANTAR

GÜN GELİR SENİ TARTAR

Yandaş basın hırsız fenerine benzer, dilediği tarafı aydınlatır, dilediği tarafı karanlıkta bırakır.

Bunu yıllarca söyledik, eleştirdik…

Ve nihayet bugün, biz eleştirirken ‘hadi canım sen de’ diyen, yetmedi o oluşumu savunan bir siyasetçi ile aynı noktada buluştuk; Ahmet Davutoğlu…

Hep birlikte oluşturdukları canavar, bırakın haberlerini vermeyi, aksine bel altı vurmaya başlayınca, çok kızdı eski başbakan…

Ve haliyle tarafsız basının kerameti ve ‘adalet’ mevhumu ancak aklına geldi.

Oysa uyarmıştık; “Bir gün adalet size de lazım olacak, gün gelecek, bugün ezmeye çalıştığınız basına muhtaç olacaksınız” demiştik.

Oldu… O ayarıyla oynadıkları kantara çıkmak zorunda kaldılar ve ağlamaya başladılar.

Ve o mülkün temeli olan adalet, bugün kendilerine de lazım oldu.

Gelelim o ayarını bozdukları kantarın durumuna…

Halen kürsüde olan bir hakimin kaleme aldığı bu feryat/isyan hakim ve savcıların resmi sitesi adalet.org’da Hakim Mehmet Gülçek tarafından paylaşıldı.

“20 küsur yıllık meslek hayatımda hiç bu kadar umutsuz olmamıştım.

Nice HSYK’lar, nice bakanlar, nice iktidarlar gördüm. Ancak yargının üzerinde bu kadar ağır bir yük ve bu kadar yoğun kara bulutlar görmemiştim.

Lakin Ahaber’e sorsanız yargıya güven yüzde 120!

Zaten ayakta zor durmaya çalışan ve yamalı bohça gibi dikiş tutmayan bir teşkilatımız vardı. Ancak geldiğimiz noktada o günler bize hayal oldu...

Son yıllarda artık vidaları tamamen gevşemiş, sindirim sistemi bozulmuş bir adalet mekanizmasının türbedarı haline geldik.

Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Susmak, kaçmak, düzene uymak, 3 maymunu ya da 4 maymunu oynamak isyan bayrağı çekmek, v.s...

Ayrılmak çare olsa bir günde ayrılırız, lakin feleğin cilvesine bak ki ya kırk katır ya kırk satır isteniyor bizden!..

s1-11

Ne ayrılırken rahat ediyoruz meslekte, ne de görev yaparken. Adaletin derdi ile dertlenen bir hakim isen geçmiş olsun...

Ya itaat ya ölüm yahut çocuklarınla veya çocuklarından uzağa sürgün! Ölümlerden ölüm beğen...

Merak ediyorum. Bu ülkede yargı kadar içerden birbirine düşürülmüş bir başka kurum var mı acaba?

Belki de bizim toz duman olmamız birilerinin işine geliyor olabilir. Zira kurt dumanlı havayı severmiş…

Bazen diyorum ki, Rusya da veya bir Afrika ülkesinde hâkim olsaydım acaba bu kadar umutsuzluk çeker miydim?

Doluya koyuyorum olmuyor, boşa atıyorum dolmuyor!..

Son dönemde mesleği alınanlar ise ayrı bir sosyolojik vaka!..

Vali ile tanışırken “Sayın valim, ben Elma partisinin Karpuz ilçe başkanı hâkim Atarlı Keklik” şeklinde tanıtarak aslında mesleğe ihanet ettiğinin farkına bile varmayan bir güruha teslim olmuş durumdayız.

s2-10

Ne yazık ki; kendi içinde savrulan, dışardan dost bularak kendi meslektaşını gammazlayan ve makam elde etmek için taklalar atan hâkim savcılar için şimdi söyleyecek bir sözümüz yok.

Lakin onların devirdiği çamların altında bizler de kalıyoruz ve onların tarumar ettiği itibar erozyonuyla ne yazık ki biz de savrulup gidiyoruz...

Önceden trafik kontrollerinde mesleki kimliği görünce saygısını açıkça gösteren kolluk görevlileri artık GBT taraması yapmaya kalkışıyor ise artık terk-i diyar etmenin vakti gelmiş demektir!

Bu teşkilata yapılan en büyük kötülük ise; toplumun, kurumların ve devletin gözünde yozlaştırılan onur ve itibardır.

Zira olması gereken saygın bakış açısının, eski hale gelmesine bizim ömrümüz artık vefa etmez.

Haksızlıkları yazanların susturulduğu, muhalif ses çıkmasının önüne geçildiği, her muhalif sesi susturmak için maymuncuk gibi her deliğe uyan ve sihirli bir değnek şeklinde kullanılan FETÖ'cü yaftası ise artık yargı için bulunmaz bir Hint kumaşıdır!..

Tarihin hiçbir devrinde muhalif sesleri susturmak için bu kadar elverişli bir silah bulunamamıştı.

Artık umutlarımızı da kaybettik...

Geminin batmasını bekleyenlerden tutun da, biran önce dibe vurmamız lazım diyenler, bu ülkeden artık bir şey olmaz diyenlere kadar ne ararsan var!..

Peki altta tüm bunlar yaşanırken fillerin tepiştiği yukarı mahallede ne oluyor derseniz, yukarısı başka bir rüyada yaşıyor sanki...

Onların hikmetinden sual sorulmaz. Onların günahı olur mu ?..

Layüs el makamı onlar. Marabanın ağaya soru sorduğu nerede görülmüş!..

Ey hakimler!..

Size uyanın demiyorum, çünkü siz olmadığı kadar uyanık olduğunuzu sanıyorsunuz. Ve hatta yürümeyi bırakıp koştuğunuz ve adaleti uçurduğunuzu zannediyorsunuz ki, ne içerek böyle düşündüğünüzü ben de çok merak ediyorum!

 Bu yüzden size tek bir temennim var. Farklı devranlarda yaşayasınız!

Adalete güvenin diplere vurduğu sokakta halkın dilinde adalet deyince surat buruşturan kalabalık bir kitle var. Artık mızrağın çuvallara sığmadığı dedikoduların bile yargıdan kaçmak için yeterli sebep oluşturduğu bu devirde tek çare belki ülkeyi terk etmek gibi görünüyor. Ama neylersin bu topraklarda doğduk, bu topraklarda ölmeye ah ettik...

Ormandaki ağaç diğerine baltayı gösteriyor; Bu var ya bu... Bizim en büyük düşmanımız!..

Diğeri cevap veriyor; Onun sapı bizden olmasa o bize zarar veremez, diye...

Belki de kusur baltanın sapını ağaçtan yapanlarda!..

Kim bilir?..”

İşte başta Davutoğlu olmak üzere metresleri haline getirdikleri ADALET’in durumu bu ve bu aysbergin ancak görünen tarafıdır…

BİR ADALET(!) ÖRNEĞİ

İsmail Saymaz, bu örneği ilimizden veriyor;

Avukat Can Atalay, Gezi Parkı Davası'ndan ötürü 25 Nisan'dan bu yana Silivri F Tipi Cezaevi'nde yatıyor.

Suçu ağır. 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçuna yardım!'

Verilen ceza, dile kolay, 18 yıl.

Cana mı kıymış?

Otobüs durağına bomba mı bırakmış?

Darbeye mi yeltenmiş? Hiçbiri.

İddianameye göre Atalay, Gezi Parkı'nın imara açılmaması için mücadele eden Taksim Dayanışma Derneği'nin sözcüsüydü. Gezi Parkı eylemlerinin forumlar halinde İstanbul ve Anadolu'ya yayılması için Garaj İstanbul adlı mekandaki toplantılara katıldı. Savcıya göre Atalay, "Gezi Parkı kalkışmasını derinleştirip yaygınlaştırmak amacıyla çalışma gruplarında yer almak, toplumsal hareketliliği kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek için ülke genelindeki forumlara katıldı."

Görüyor musunuz, müebbetlik suçu.

Kuracaksın Gezi Parkı'na idam sehpasını, ibreti alem için sallandıracaksın!

Atalay'ın Gezi Parkı'ndaki açıklamaları ve 2014'te Validebağ korusundaki eylemlere katılması da suç gösteriliyor.

Oysa bunlar barışçıl, yasal ve demokratik eylemler.

Kanıt dedikleri, hukuka aykırı şekilde elde edilmiş telefon görüşmelerinden oluşuyor.

Atalay, 2019'da bütün sanıklarla birlikte beraat ettiği, bir gün bile tutuklu yargılanmadığı Gezi Davası'nda, üç yıl sonra delil değişikliği olmaksızın, siyasi kinden ötürü 18 yıla çarptırıldı ve içeri atıldı.

Atalay'ın baştan sona takip ettiği davalardan biri yargılandığı Gezi Davası ise, diğeri de avukatı olduğu Sakarya'daki Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası'nda 2020 yılında yedi işçinin öldüğü, 100'ü aşkın işçinin yaralandığı patlamanın yargılamasıydı. Bu davanın karar duruşması 31 Ocak'ta yapıldı.

O gün ilk önce aileler konuştu.

Ardından Atalay.

Şöyle dedi:

"Bu dava işçi sınıfımızın ve emekçi halkımızın davası. Türkiye'de en ucuz maliyet kalemi, işçi canı. Soma'da da böyleydi, Ermenek'te de böyle, burada da böyle..."

Kaçak barut üretildi

Büyük Coşkunlar Fabrikası Davası'nın gerekçeli kararı, Atalay tutukluyken açıklandı.

Karara göre Sakarya Valiliği, 5 Kasım 2018'de Büyük Coşkunlar'da kara barut ve dumansız barutu üretim tesisi için kuruluş ön izni verdi. Ancak inşa izni olmadığından üretim yapılamayacağı, iznin alınmasından sonra kuruluş izninin verilebileceği belirtildi. Buna rağmen barut üretildi.

Fabrikada, Çinli Usta Yang'dan kaynaklı 'Çin Mahallesi' diye adlandırılan imalathanenin 50 metre aşağısında birbirine 15-20 metre uzaklıkta dört yapı vardı ve bunların ruhsatları yoktu. Bu yapılarda 'misket' adı verilen patlayıcılar depolanıyordu. Fırınların bitişiğindeki nitroselilöz eleme ve kurutma yeri de ruhsatsızdı. Hem ruhsatsız yapılar, hem ruhsatta depo olarak kayıtlı olmamasına rağmen depo olarak kullanılan yer mevzuata uygun değildi.

Kurutma ve barut makina diye gösterilen bina, misket deposu...

Depo diye gösterilen, kimyager odası...

Karıştırma odası ise barut üretim atölyesi olarak kullanılıyordu.

10 ton TNT eşdeğerinde

Kararda şöyle deniliyor:

"Patlamanın bu denli büyük etki yaratmasının sebebi olarak başlıca Çin Mahallesi'nde usule aykırı barut üretimi ve depolanması olduğu tartışmasızdır. Patlamadan önce yaklaşık 1,5 yıl Yang ustanın gösterdiği tarifle barut üretiminin denendiği, üç-dört ton barut üretildiği ve depolandığı, büyük kısmının üretimde harcandığı, 700-800 kilogram barut kaldığı, yurt dışına gönderilecek siparişlerin depolarda muhafaza edildiği, bir kısmının koku ve nem yapması nedeniyle depodan çıkarılarak kurumaları için yere serildiği, bu gibi durumların yüksek riskle çalışan işyerinde büyük tehlike arz ettiği..."

Karara göre 10.011 kilogram, yaklaşık 10 ton TNT eşdeğerinde patlayıcı infilak etti.

Baba-oğul işveren Yaşar Çoşkun ve Ali Rıza Çoşkun'a bilinçli taksirle ölüme yol açmaktan 16 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Coşkunlar'ın tedbirleri almadıkları, yüksek riske ve önceki kazalara rağmen izinsiz barut üretildiği ve ruhsatsız yapılar olduğu vurgulandı. Bir sanık 12 yıl 6 ay, dört sanık 6 yıl 8 ay hapse çarptırıldı.

'Çin Mahallesi' adlı imalathanenin sorumlusu olan, salgından önce Çin'e giden Yang Weibing hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi.

Gel gör ki Çinli usta kayıplara karıştı.

Aranıyor, bulunamıyor. Adalet gibi.

Can ucuz, adalet pahalı…

Büyük Coşkunlar'da kaçak barut üreterek, bu barutları ruhsatsız dopolarda saklayarak yedi işçinin can vermesine, 100'den fazlasının yaralanmasına yol açan MÜSİAD üyesi patronlara 16 yıl 3 ay ceza layık görülürken...

Biricik suçu, Gezi'de ve Validebağ'da barışçıl ve demokratik eylemlerine katılmak ve sözcülük yapmak olan Hendekli ailelerin sosyalist avukatı Can Atalay 18 yıla çarptırılıyor.

"Türkiye'de en ucuz maliyet kalemi işçi canı" ise...

En pahalı ürün de adalet.

Sadece iktidar ve servet sahipleri, Beşli Çete ve yandaş müteahhitler, gözü dönmüş partizanlar ve müritler 'adalete' erişebiliyor.

Atalay'ın dediği gibi:

Soma ve Ermenek'te de böyle… Sakarya Hendek'te de. Gezi'de de...

GÜNÜN KARİKATÜRÜ

s3-9