DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcıları Candan Karlıtekin, Elif Esen ve Evrim Rızvanoğlu, Sakarya il yönetimini ziyaret ederek, il istişare toplantısına katıldılar ve ardından basın mensuplarıyla buluştular.

Toplantıya geçmeden önce zarif bir jest ile karşılaştık. 24 Temmuz Basın Bayramı vesilesiyle ikram edilen pastamızı yedik.

DEVA Partisi’nin en çok vurgu yaptığı alanların başında demokrasi ve basın özgürlüğü geliyor.

Bu ikisini olmazsa olmazlarının başına ekleyen bu partinin, basına verdiği önemin reklam ve gösterişten dolayı olmadığını çok iyi bildiğimiz için afiyetle yedik.

Dün aktardığım gibi, kendileri için oldukça kazık sorular hazırlamıştım. Ama prensip gereği soracağım soruların cevaplarını da araştırmam gerekiyordu. Araştırırken bütün o soruların cevaplarını gördüm ve haliyle bana kala kala Evrim Hanım’a bekar mısınız sorusu kaldı.

Ha bir de Abdullah Gül konusu…

Mümkünse hiçbir yerinde olmaması temennisiyle Abdullah Gül bu partinin neresinde diye sordum.

Hiçbir yerinde olmadığını öğrenince de sevindim.

Ali Babacan gibi bagajı tertemiz bir genel başkanının yanına ve yöresine bu tip bagajı dolu insanları almaması parti ve ülke adına umut verici…

Ha, bir de Başbakan eskisi Davutoğlu’na farklı ittifak arayışı konusunda pek yüz vermemesi de önemli elbet.

Ali Babacan gibi makamından şeref almak yerine makamına şeref katan, makamın şerefi için gerektiğinde partisi ve genel başkanına rest çeken, yanlışlara dur demesi sebebiyle ‘Fren Ali’ lakabı takılan bir siyasetçinin, Abdullah Gül gibi, Başbakan Erdoğan ‘kalk gidiyoruz’ dediğinde (Adli yıl açılışında yaşanan rezalet örneğin) kös kös peşine takılan, üçüncü noter misali her geleni imzalayan, parti içinde parti nimetlerinden yararlandığı halde, hiç değilse arada bir çıkış yapanlara hiç benzemeyen, kurucusu ve en önemli adamı olduğu halde partisinin kendine yapılan dahil bütün yanlışlarını görmezden gelen Abdullah Gül ile yol yürümemesi gerekiyor.

Davutoğlu gibi döneminde yaşanan en karanlık olayları bagajında taşıyanlar için de geçerli bu şerhimiz.

Sair sorulara gelince ki -gerçi çoğu benim cevabını bildiğim için sormadığım sorulardı- en önemlisi HDP konusuydu.

Ali Babacan, birkaç gün önce bu soruya şöyle cevap vermişti;

“HDP’yle diyaloğumuz var. Başka partilerin de diyaloğu olabilir. Diyalog ayrı, işbirliği ayrı konu. Altılı masada HDP yok. Hükümete yakın basına bakacak olursak, ‘Masa örtüsünün altını kaldırın, altında’ falan filan. Ben açıyorum bakıyorum, yok. Hiçbir toplantıya katılmadılar. Dolabın içinde falan da yoklar.

Bugünkü anayasaya, yasalara göre kurulmuş bir siyasi parti ve belli bir kimliğin, iddianın temsilcisi olan partinin demokratik sistemimizde yok görünmemesi lazım, yok varsayamayız. Eğer yarınlar konusunda uzlaşma diyorsak, mutabakat arayışı diyorsak, sadece bu sayısal meseleler değil işte; anayasayı değiştirmek için gerekli olan milletvekili sayısı ya da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerekli olan oy bunlardan bağımsız söylüyorum; şu anda Türkiye’nin yarınları konusunda eğer ortak bir hedef oluşturma niyeti varsa biz bunu herkesle oturup konuşuruz. Çünkü bu kavga, bu çatışma artık bitmeli bu ülkede.

İlk kurulan Meclis’teki ortamı bir düşünün. Eğer o birlik ve beraberlik Meclis’te kurulamasaydı Millî Mücadele başarılı olmazdı. Şu anda Türkiye’nin içine düştüğü çok derin bir çukur var. Buradan Türkiye’yi kaldırmak için aynı Millî Mücadele ruhuyla, birlik ve beraberlik içerisinde demokrasi dememiz gerekiyor. Bu birlik ve beraberlik içerisinde hukuk ve adalet arayışına girmemiz gerekiyor.”

Katılıyorum…

İktidar ve yandaşları PKK/HDP konusunda tıpkı FETÖ olayında olduğu gibi algı operasyonu yapıyor ve kendilerini süttün çıkmış ak kaşık durumuna getirebiliyorlar.

FETÖ, kendi besleyip büyüttükleri bir yapıydı ama bugün AKP’lilerden başka herkes FETÖCÜ ya, PKK/HDP konusu da öyle…

Oturdular, gizli/açık görüştüler, konuştular, anlaştılar, plan yaptılar, el ele göz göze megri megri söylediler, apo itini peygamber ilan etmedikleri kaldı, engin fikirleri ülkenin önünü açıyor dediler, hapishanede rahat etmesi için ellerinden geleni yaptılar, kardeşinin mektubunu devletin televizyonunda okuttular, daha neler neler…

O gün onları uyaranlar bugün PKK’lı oldu, onlar yine sütten çıkmış ak kaşık…

HDP Meclis’e giriyor, TBMM açılışında ilk yanlarına giden, tokalaşan MHP lideri…

Yaşlıdır hastadır diye hapisten kurtardığı, hapisten çıkar çıkmaz PKK’nın belediye başkanı yaptığı Ahmet Türk milli ve yerli ama bakanlığı döneminde terörü sıfıra indiren Meral Akşener PKK işbirlikçisi…

O lider şimdi de 6’lı masanın altında HDP arıyor…

Şurası muhakkak ki gerek PKK gerekse fetö, iktidar ve yandaşları için çok kullanışlı birer aparat…

Kendilerinin kucağında büyüttükleri ama başkalarının dokununca yandığı bir ateş topu adeta…

Etkili de oluyor maalesef ki iktidar ittifakı Kürt oylarına göz dikip bunun için her türlü dalavereyi çevirirken, muhalefet onlara selam vermekten korkar hale getiriliyor.

Genel Başkan yardımcısı Candan Karlıtekin’in ilgili soruya cevabını da şöyle odu;

“Şu anda HDP; Türkiye Büyük Millet Meclisinde gurubu olan ve geçtiğimiz seçimde en çok oy alan 3. parti konumunda. Parti tabelası olduğu müddetçe, üzerinde her türlü denetim olduğu müddetçe ve hala çalışan bir parti olduğu sürece bizim onlar hakkında bir yorumumuz olmayacaktır.

Kimlik siyaseti yapmayı asla doğru bulmuyoruz. Kim yaparsa yapsın Kürt ya da Kürt ya da Türk siyaseti yapmak asla doğru değildir bu bir ideoloji olabilir ama biz bunu uygun görmüyoruz. HDP mecliste olduğu sürece biz onlarla iletişim içerisinde oluruz ancak onlarla iş birliği yapmayız. Bizim kendi planlarımız ortada herkesle iletişimde oluruz ama iş birliğinde olmayız.”

Doğru olan da bu…