Deprem üzerinden hükümeti eleştirmemiz suçmuş gibi davrananlar ‘şimdi sırası mı’ diyorlar.

Evet, tam sırası…

Üstelik sırada beklenen İstanbul depremi varken ve hükümeti Elazığ konusunda uyaran ve haklı çıkan bilim adamları, şimdi de İstanbul konusunda uyarırken, çiçek böcek yazacak halimiz yok.

Şimdi tam yazma ve uyanma zamanı…

“Titremek sanki kendine gelme eylemi. Beynin akılla yeniden buluşması… Cuma akşamı depremle yerin altındaki hareketi hissettik. Kızılay Başkanı, “pamuk eller cebe” diye başlayınca yıllardır ödediğimiz “deprem vergisi”ni hatırladık. Şaşırmadık, “nereye gitti milyarlarca lira” diye soranlara, Boğaz’daki yalılarından yandaşlık yapanlar tepki gösteriyordu. Anlaşılmaz görünüyor ama titremek anlamanın ilk fiskesi gibi” diyor Barış Terkoğlu ve soruyor;

“Sahi gerçekten bir “deprem vergisi” var mı? Yani, eski binaları onarmak ya da evi yıkılanlara el uzatmak için bir kumbarada para birikiyor mu? Yoksa “deprem vergisi” diye dilimize yapışan bir kandırmaca mı? Birileri, alın terimizin bir damlasına daha el koymak için depremi bahane mi ediyor?”

Bahane edip etmediklerini bilmiyorum ama bildiğim bir şey ver ki amacına uygun harcanmıyor.

Malumunuz, varlık sebebi, “17 Ağustos’ta ve 12 Kasım’da yaşanan depremin yol açtığı ekonomik kayıpları gidermek” olarak açıklanan ‘Deprem Vergisi’ ile 1999 depreminden sonra tanıştık.

57. Hükümet, eğer bu bir keyifse, sefasını 2002 Kasım ayına kadar sürdürdü ama ardından gelen AKP hükümetleri, bu güne kadar uzattılar.

Sonra bizzat kendi Bakanları açıkladı ki; toplanan paralar genel bütçeye akmış ve genel harcamalar için kullanılmış.

Ama bu hükümet üyelerinin tıpkı fetö olayındaki gibi suçlamalara karşılık saldırı ve çamur atma taktiği devreye girdi ki, önceki gün, AKP’li Burhan Kuzu “Deprem paralarını MHP’nin ortak olduğu 57. Hükümet maaş ödeme de kullanmış” diyerek güya hedef saptıracağını zannetti.

Tutmadı haliyle ve MHP Milletvekili Cemal Enginyurt, “Güya Ak Partiye saldırılara göğüs geriyor. Yazıklar olsun Kuzu sana ve senin gibilere. Rahmetli Ecevit de, Devlet bey de 1 kuruş haram yemedi. 57.Hükümet deprem paralarıyla memur maaşı ödedi diyenler! 1 kuruş maaş ödenmedi, 10 bin konut yapıldı. Yüzbinlerce insanımızın mağduriyeti giderildi. Memur maaşı ödendi diyen iftiracılar, iddianızı ispat edin, aksi halde müfterisiniz. 1999 yılıyla uğraşınca, Elazığ depremi aklandı mı?" diyerek Kuzu’ya güzel bir kapak yaptı.

Ne kadar doğru bir soru; siz, 1999 depremiyle uğraşınca, Elazığ depremi aklanmış mı oluyor?

Deprem sarsıyor malumunuz, evleri, insanları ve hani titre ve kendine dön falan deriz, bayılanları, uyuyanları kendine gelsin diye sarsarız ya, deprem bu işe de yarıyor galiba…

Ama bu iş hükümetin hiç mi hiç işine gelmiyor… İstiyorlar ki uyuyalım, avunalım, kendimize gelmeyelim, eleştirmeyelim, kusurlarını yüzlerine vurmayalım…

İstiyorlar ki, bugüne kadar 2 Trilyon 905 milyar Dolar bütçe harcamasına karşılık hepi topu 25 milyar Dolar'lık "yol yaptık" söylemiyle avunalım…

Bundan tam 805 yıl önce; İngilizler Krala “vergilerinin hesabını” sormaya başladılar.

Yazılı bir antlaşma yaptılar. Buna Magna Carta dendi.

İstiyorlar ki vatandaş o Magna Carta’ yı dondurma markası sanmaya devam etsin, ödediği vergilerin hesabını sormasın, soranlar da vatan hainliği ve fırsatçılıkla suçlansın, bu defter kapansın…

Barış Terkoğlu’nun dediği gibi;

“Son yıllarda hem halktan toplanan vergiler hem de kamu harcamaları birlikte artıyor. Elbette müteahhitlere dağıtılan ihaleler de, yandaş medyanın finanse edilmesi de, vergilerden toplanan paralarla sağlanıyor. İşte bu yüzden asla vergileri sormamızı, konuşmamızı, sorgulamamızı istemiyorlar. Depremin bile, sıradan vatandaşın cebinden para alınıp birilerine aktarılması için bahane kılındığını görmeyin, diyorlar. Hükümetlerin devleti yoksula karşı ekonomik zorbalık için kullanmasına itirazı kabul etmiyorlar. ‘Bu köprüyü ben yaptırdım ben neden geçemiyorum’ diye sorulmasını fesatlık sayıyorlar. Maaştan, faturadan, fişten peşin vergi alan devletin; sadece AKP döneminde 10 kez çıkarılan afla büyük balıkları kaçırması görülmesin istiyorlar.

Gören gözler, işiten kulaklar da var elbet…

Mesela Pamukova’dan bir vatandaş Mesut Uslu, bakın nasıl feryat etmiş;

“Bıkmadınız, yorulmadınız; ne yalan söylemekten ne de Allah'a iftira atmaktan…

DEPREM bir felaket değildir. Deprem bir NİMETTİR. Deprem; kaplıcadır, ılıcadır, doğalgazdır, petroldür. Deprem dengedir, düzendir...

Felaket olan sizsiniz. Felaket olan; Kuran'ın emrettiklerini yapmayıp, göçük altında kalanlar için dua okuyalım diyen sahtekâr DİN ADAMLARI...

Felaket olan; işini doğru yapmayan müteahhitler... Felaket olan; gerekli önlem ve tedbirleri almayıp, cenazelerde, bina enkazlarında şov yapıp timsah gözyaşları döken yönetici ve siyasetçiler... Felaket olan; asli görevi olduğunu unutup, sözlerine Cumhurbaşkanı'mızın talimatıyla diye başlayan bakanlar... Kısacası; andolsun ki, o insanları öldüren de, felaket olan da DEPREM değil, hele Allah hiç değil... GERÇEK FELAKET SİZSİNİZ ve hatta BİZİZ...”

Evet, bu sarsıntının kendine getirdiği insanların sayılarının artması dileğiyle…