Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına yönelik tepkiler ülke genelinde büyüyerek devam ediyor. Sakarya'da bugün binlerce yurttaşın katılımıyla düzenlenen üçüncü Demokrasi Yürüyüşü ise bu tepkilerin en güçlü halkalarından biriydi. Ancak dikkat çeken bir gerçek, şehirdeki ulusal haber ajanslarının bu yürüyüşe dair tek bir kare fotoğraf, tek bir satır haber bile yayımlamamış olmasıydı.

Bu sessizlik tesadüf değil. Ülke demokrasisi için sokağa dökülen binlerce insanın sesi, kameralardan ve klavyelerden yankılanmadı. Oysa haber dediğimiz şey sadece olayın olup olmamasına bağlı değildir. Haberin değeri, toplumun nabzını tutabilmekte, halkın tepkisini görünür kılmakta ve demokrasinin sürekliliğine katkı sağlamakta yatar.

Peki, şehirdeki ajanslar neden bu haberi görmezden geldi?

En basit yanıt, korkudur. İktidar baskısından ya da reklam gelirlerini kaybetme endişesinden kaynaklı bir otosansür. Ancak bu korkunun, gazetecilik ahlakını ve kamuoyunu bilgilendirme görevini bertaraf etmesine sessiz kalamayız. Bu tür bir sessizlik, yalnızca tarafsızlıktan uzaklaşmak değil; aynı zamanda yaşanan adaletsizliklere göz yummak anlamına gelir.

Bir diğer ihtimal ise bilinçli bir tercih... Muhalefetin veya demokratik tepkinin "görünmemesi" için alınan bir yayın politikası kararı. Eğer bu doğruysa, bu ajansların artık halkın değil, yalnızca belli odakların sesi olduğu açıkça ortadadır.

Oysa basın, toplumun hafızasıdır. Bugün sustukları her haber, yarının unutturulmuş gerçeklerine dönüşür. Yerel ajansların görevi yalnızca nikâh törenlerinden, festival haberlerinden ibaret değildir. Onların esas işlevi, toplumun tüm renklerine, tüm seslerine, özellikle de görmezden gelinenlere ışık tutmaktır.

Binlerce insanın barışçıl bir şekilde sokağa çıkarak ifade özgürlüğünü kullandığı bir yürüyüşün haberi yapılmıyorsa, artık o şehirde medya değil; propaganda kanalları iş başındadır.

Bu sessizlik, haber değeri taşımayan bir eylemden değil, haber değeri taşımak istenmeyen bir hakikatten kaynaklanıyor.