Her el işini başarıyla yapan usta gibi o da işe daha çocukluktan başlamıştı. Derslerinde başarısız olunca babası onu diğer arkadaşlarının babalarının yaptığı gibi otomobil sanayisine değil de mahallede bulunan terzinin yanına yollamış, orada terzi yamağı olarak işe başlaşmıştı.

   İlk başlarda arkadaşları gibi sanayiye gitmek istemiş, en azından orada arkadaşlarıyla yine oyun oynayacağını ve kaçamaklar yapacaklarını düşünmüştü. O yüzden mahallede bulunan bu terzi de çalışmak onun işine gelmemişti. Hatta bazen annesi ve babası da dükkânın önünden geçip onu kontrol ediyordu. İyiden iyiye kendini sıkıştırılmış hissetmeye başlamıştı.

   Terzi ustası mahallenin hatta bulunduğu bölgenin en iyi terzisiydi. Hatta yaptığı işler, çalışmalar etrafta ve şehirde çokça duyulmuş olduğundan dükkânda hep bir karmaşıklık ve yoğunluk hakimdi. Onun dikkatini de bu çekmişti. Usta makinenin başına oturuyor, gözlüğünü takıyor ve akşama kadar oradan kalkmıyordu. İşlerini büyük bir dikkatle ve özenle yapıyordu. Birkaç gün sonra ustasının yanına bir tabure çekti ve onu sessizce izlemeye başladı. Makineyi nasıl kullandığını, ölçümleri nasıl dikkatle yapıp makasla düzeltmeler yaptığını dikkatlice gözlemledi. Ertesi gün bu gözlemlemeye devam etti.

    Günler gelip geçiyordu. Artık okula dönme vakti gelmişti. Stajını ya da çalıştığı terziyi bırakmak zorundaydı. Fakat o okula gitmek istemiyordu. Çünkü ustası artık ona işi nasıl yapacağını anlatmaya da başlamıştı. Çalışırken ağzını bıçak açmayan o adam, sadece ona konuşuyor, işin inceliklerini ona anlatıyordu. Okula gitmek istemediğini söylediğinde ustası ona çok kızdı. Okula gitmesini, eğitimini tamamlaması gerektiğini defalarca anlattı. Ona da bir fırsat sundu. Okul çıkışları ve hafta sonu dükkâna gelip çalışmaya devam edecekti. Bu teklifi duyunca sevinçten ayakları yerden kesildi. Okul sonrası ve hafta sonları ustasının yanına gidip hem çalıştı hem de işi iyice öğrendi. Böylelikle yıllar su gibi aktı geçti.

    Artık askerliğini yapmış bir delikanlıydı. Dükkânda onun da eli iş tutuyor. Ustasından övgü dolu sözler alıyordu. Ustası da öğrencisinin gelişmesi ve tanınması için onu müşterilerine tanıtıyordu. Bir sabah gittiği dükkânın kapalı olduğunu gördü. Şaşırdı. Ustası yıllardır bir dakika bile geç kalmış biri değildi. İşinde iyi olduğu kadar iş disiplinine de hâkim biriydi. Biraz dükkânın önünde oturup bekledi. Bir müddet geçtikten sonra ne gelen vardı ne giden. Çevre dükkânlara sordu fakat kimse ustanın nerede olduğunu bilmiyordu. Son görüldüğünde dükkânı çok geç kapadığını hatta geç vakitte bir müşteriye bir iş teslim ettiğini söylediler.

    Ustanın evine doğru yürümeye başladı. Ustanın evi mahallenin üst taraflarında, dik bir yokuşun en tepesindeydi. Kapıyı çaldı açan olmadı. Bir iki defa seslendi fakat çıt çıkmıyordu. Etrafta oturanlar da dışarı çıktılar. Herkes ne oldu hakkında bir fikir sahibiydi fakat söyleyemiyorlardı. Korkunç gerçeği gözleriyle görmeden kimse bu duruma inanmak istemiyordu. Komşularının gözü önünde kapıyı kırıp içeri girdi. Usta yatağında hareketsiz ve nefessiz bir şekilde yatıyordu. Ağlayarak evden çıktı ve olduğu yere çöktü.

   Kendini o an çok çaresiz hissetti. Aslında daha dün her şey yolundaydı. Onunla birlikte çalışmışlar, onunla birlikte yemeklerini yemişler, konuşmuşlar hatta beraber bitirdikleri işleri müşterilere teslim etmişlerdi. Fakat bütün bunların son kez olduğunun farkında olmadığını anladığı an bir kez daha büyük bir hüzünle ağladı. Artık terzinin bütün yükü onun omzundaydı ve o dükkânın ustasıydı. Fakat ilerleyen zamanda kendisine hiçbir zaman usta dedirtmeyecekti. Ta ki o da birilerini yetiştirene ve son nefesini verene kadar.