CHP HALT ETTİ!

Günlük siyaset üzerine ahkam kesen CHP’li dostuma; Bir dakika, bırak teferruatları, siz bu ülkeye ihanet ettiniz, vebaliniz çok büyük deyince, şaşırdı, kızdı, nasıl yani, sen ihanet kelimesi ile CHP’yi bir arada nasıl kullanırsın, dedi.

Sizin, bu ülkeye en büyük ihanetiniz çok partili sisteme geçmekti, daha ne olsun, deyince, durdu, düşündü, haklısın dedi.

Evet CHP’liler, hadi ihanet ettiniz kısmı ağır kaçar, onu kullanmayayım ama halt ettiniz. Ve o halt Türkiye’nin eksenini kaydırdı, anasını ağlattı. Bugün her ne yaşıyorsak, bu halt etmenin sonucudur.

Eğitim, ekonomi, dış politika, tarım, sanayi hasılı devleti devlet yapan ve devleti ayakta tutan her ne varsa Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle birlikte mevta oldu.

Bugünlük sadece ‘tarım’ kısmına değinelim.

Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İç Yüzü adlı kitabında yazıyor;

“Kendi öz ürünümüz zeytinyağının sabun yapımında kullanılmasını bir kararname ile yasaklayarak onun yerine Amerika'dan satın alınan domuz karışımı don yağının kullanılması mecburiyetini
getiren DP Hükümeti, Amerika'ya pazar olma uğruna Türk zeytinyağı üreticilerini de açlığa ve
yoksulluğa mahkûm ediyordu.”

Tarımda ihanet Osmanlı son döneminde başladı…

Bir zamanlar Anadolu tahıl ambarıydı. Anadolu'nun bereketli toprakları çalışan, üreten köylüye karşı çok cömertti. Türkler bu topraklarda uzun bir süre kimseye muhtaç olmadan kendi kendini geçindirdi. Ancak zamanla her şey gibi toprak düzeni de bozuldu. Geniş araziler boş kaldı. Tanzimat'tan itibaren Batı'nın sanayi ürünleri gibi tarım ürünleri de Türkiye'yi istila etti. 19. yüzyılda Osmanlı buğday, pirinç ithal eden bir ülke haline geldi.

1878-1913 arasında Osmanlı, her yıl ortalama net 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etti.

Bu ürünler için her yıl dışarıya net 2 milyon altın liraya yakın para ödedi. Bu ithal tarım ürünleri ancak büyük şehirlerin ihtiyacını karşılıyordu.

Aynı dönemde Anadolu köylüsü açlıktan ölüyordu. Örneğin 1873 yılında Ankara'nın Keskin kazasında yaşayan 52 bin kişinin 20 bini kıtlıktan ölmüş, 7 bini ise göç etmişti. 1911-1922 yılları arasındaki 11 yıllık sürekli savaş dönemi Türk tarımını tamamen bitirdi. Öyle ki, 1918 yılında İstanbul'da ekmek sıkıntısı baş gösterdi.

Sonra Cumhuriyet ilan edildi, malumunuz.

s1-4

Büyük Önder Atatürk, en önemli hamlelerini eğitim, sağlık, iktisat ve tarımda yaptı.

Cumhuriyet ilan edilirken Türkiye'de toplam nüfusun yüzde 82'si tarımla uğraşıyordu. Ancak tarım gelirleri çok azdı. Ekmeklik un bile dışarıdan alınıyordu. Çok az ziraat mühendisi vardı. Sığır vebası hayvancılığı öldürmekteydi. Doğu'da aşiret düzeni vardı: Köylü hem ağanın, hem öşür ve hayvan vergilerinin, hem de bu vergileri toplayan mültezimlerin baskısı altındaydı.
Atatürk, “Üreten köylü milletin efendisidir” ilkesiyle önce bir tarım devrimi yaptı.

Köy Kanunu çıkarıldı. Tarım Bakanlığı kuruldu. Aşar Vergisi kaldırıldı. Çiftçiye uygun kredi verildi. Köylüye tarım araç gereçleri, tohum, fidan ve ilaç dağıtıldı. Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü başta olmak üzere ziraat okulları açıldı. Tohum Islah İstasyonları, Tarım Kredi Kooperatifleri, Toprak Mahsulleri Ofisi, Devlet Üretme Çiftlikleri, Örnek Köyler kuruldu.
Başarılı tarım politikaları sonunda Türkiye'de ekilen arazi sathı 1925'te 1.829.000 ton iken, 1938'de 6.802.000 tona yükseldi.
Atatürk döneminde, 1923-1929 arasında tarımsal üretimin yıllık büyüme hızı yüzde 8.9'u bularak yüzde 8.6'lık milli gelir büyüme hızını geçti.
1928'de toplam tütün üretiminin yüzde 70'i, fındık üretiminin yüzde 52'si ihracata ayrıldı. Türkiye, Almanya'ya arpa, İtalya'ya arpa ve yulaf, Almanya, Belçika, İtalya, İsviçre'ye de buğday ihraç etti.

1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve 1939-1945 II. Dünya Savaşı Türk tarımına büyük darbe vurdu. Ancak Türk tarımını yıkan Amerikan emperyalizmi oldu. 1947'de Truman Doktrini, 1948'de Marshall Yardımı sadece sanayiyi değil tarımı da vurdu.

1950'de iktidara gelen Demokrat Parti liberal politikalar izledi. Türkiye, 1950-1953 arasında iyi hava şartları, tarım arazisinin genişletilmesi, Kore Savaşı vb etkilerle dünyanın sayılı tahıl ambarı ülkelerinden biri oldu. Ancak tarım arazilerinin genişlemesi durunca ve hava şartları kötüleşince tarım üretimi azaldı.
Ekonomik şartlar ağırlaşıp dış borçlar artınca DP 1954'te dış ticarette bazı kısıtlamalara gitti. İki yıl kadar önce “ABD yardımını çok iyi kullanan ülke” diye alkışlanan Türkiye, 1956'dan itibaren ABD'den tarımsal, hayvansal ürünler almak için çok ağır şartlarda anlaşmalar imzaladı.

Atatürk sonrasında, 1939-1969 arasında ABD ile Türkiye arasında 55 ikili anlaşma imzalandı. Bu 55 anlaşmadan bazıları tarımla ilgiliydi.
Atatürk'ten sonra Türkiye'yi yeniden bağımlı hale getiren bu “esaret anlaşmaları” hep halkın gözünden kaçırılırdı.

Tarım Ürünleri Anlaşması (12 Kasım 1956)

ABD, bu anlaşma ile kendi ihtiyaç fazlası buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve sığır eti, don yağı ve soya yağı gibi tarımsal ve hayvansal ürünleri taşıma ücretiyle birlikte 46.3 milyon dolar karşılığında Türkiye'ye verecekti. (Resmi Gazete, No: 10228, 1959)
Bu anlaşmaya göre ABD, bu tarımsal ve hayvansal ürünleri aşağıdaki bağlayıcı şartlarla Türkiye'ye veriyordu:

s2-4


1. Türkiye'ye satılan ABD tarım ürünleri, ABD'nin aynı mallarının alıcısı olan pazarlara ve ABD'nin düşman tanıdığı ülkelere satılmayacak ve yalnız Türkiye'nin iç tüketimi için kullanılacaktı.
2. Türkiye'de satılan malların dünya mahsul piyasa fiyatları üzerinde tesir yapmaması için dünya piyasası üzerinden fiyatı tespit edilecekti.
3. Türkiye'nin yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen veya benzeri mahsullerin Türkiye'den yapılacak ihracatı ABD tarafından kontrol edilecekti.
4. ABD tarım ürünleri Türk lirası ile satın alınacaktı. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na yatırılacak olan Türk liraları ABD Hükümeti tarafından kullanılacaktı.
5. Türkiye ve ABD, ABD tarım ürünlerinin Türkiye'deki piyasa taleplerini artırmak ve geliştirmek için devamlı gayret sarf edecekti.
Türkiye, 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşmaya ek olarak 25 Ocak 1957 tarihli başka bir “tarım anlaşmasıyla” ABD'den şu tarım ürünlerini satın alacaktı:

Buğday, arpa, mısır, konserve sığır eti, peynir, süt tozu, pamuk tohumu, soya fasulyesi yağı… Bu ürünler Türkiye'ye taşıma ücretiyle birlikte 19.40 milyon dolara verilecekti.

Görüldüğü gibi ABD, “yardım” adı altında Türkiye'ye kendi ihtiyaç fazlası tarımsal ve hayvansal ürünleri satıyordu. ABD'nin ikinci sınıf tarım ürünlerine Türkiye milyonlarca dolar ödüyordu.
Oysaki ABD'nin Türkiye'ye satacağı tarım ürünlerinin aynılarını veya eş değerlerini Türkiye'de yetiştirmek mümkündü.
Ayrıca Türkiye'nin yetiştirip ihraç edeceği tarım ürünlerini ABD kontrol edecekti. Yani Türkiye, ABD'nin “üretmeyin” dediği ürünleri üretmeyecek, “satmayın” dediği ürünleri satmayacaktı.
Türkiye ve ABD, “Amerikan tarım ürünlerine ait Türkiye'deki piyasa taleplerini arttırmak” için “devamlı gayret sarf edecekti”. ABD hükümetinin bu yöndeki gayretini anlamak mümkündür, ancak Türk hükümetinin bu gayretini anlamak mümkün değildir.
Ayrıca ABD tarım ürünleri alınırken her türlü vergiden ve harçtan muaftı. PL 480 sayılı kanuna göre yapılan bu ithalatta ABD'den alınacak ikinci sınıf ürünlerin iç piyasadaki sürümünü artırmak amacıyla TBMM 6969 sayılı bir kanun çıkardı.
Yani TBMM, kanunla Amerikan üreticisini korudu. Bu anlaşma ile DP iktidarı, Türk tarımı ve Türk üreticisini Amerikan çiftçisinin refahı uğruna bir çıkmaza ve felakete sürüklüyordu.

2. Tarım Ürünleri Anlaşması (20 Ocak 1958)

Bu anlaşmaya göre ABD Türkiye'ye şu ürünleri satacaktı: Buğday, yem, soya fasulyesi veya pamuk yağı, tereyağı, yağlı süttozu, peynir, yağsız süttozu… Türkiye bu ürünler için taşıma masrafları da dâhil 46.8 milyon dolar ödeyecekti.
20 Ocak 1958 tarihli bu anlaşmanın sonuna aynı tarihli ve 1755 sayılı ABD hükümetinin bir notası eklendi. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren'den Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'ya gönderilen nota, ABD'nin Türk tarımını bitirme projesinin en somut adımlarından biriydi.

s3-4

İki maddelik notada, ABD Türkiye'den şu isteklerde bulunuyordu:
a) Türkiye 1957 mahsulünden yumuşak buğday veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar diğer herhangi bir yumuşak buğdayı ihraç etmekten kaçınmayı,
b) 1957 mahsulünden veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar sert buğday ihracatını asgari bir seviyede tutmayı ve bu devre zarfında vuku bulacak her sert buğday ihracatını Türkiye'nin kendi kaynaklarından finanse edilecek eş değer miktardaki buğdayla telafi etmeyi taahhüt etmektedir.
Ekselansınızın hükümetinin yukarıda izah edilen anlayışla mutabık bulunduğunu bildirdiğiniz takdirde müteşekkir kalacağım. En seçkin saygılarımın kabulünü rica ederim Ekselans…”
ABD Büyükelçisi Fletcher Warren'in bu notasına Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 20 Ocak 1958 tarihinde olumlu cevap verdi.

Özetle, ABD Türkiye'ye “1 Ağustos 1958 tarihine kadar buğday ihraç etmeyeceksin!” diyor, Türkiye “Baş üstüne Ekselansları!” diyerek kabul ediyordu.
ABD Türkiye'ye “Eğer bu yasağa uymazsan ihraç ettiğin buğday kadar Amerikan buğdayını kendi kaynaklarından finanse edeceksin” diyor, Türkiye “Baş üstüne Ekselansları!” diyerek kabul ediyordu.
ABD, belirttiği tarihler arasında, Türkiye'nin buğday satışını yasaklamıştı, çünkü ABD'nin buğday satacağı dış pazarlardan istekler bu tarihlerde geliyordu. Eğer Türkiye bu yasağa uymayıp buğday satarsa, sattığı buğday kadar Amerikan buğdayını satın alacaktı. Amerika her şekilde kazanacak, Türkiye ise her şekilde kaybedecekti.

s4-2

3. Tarım Ürünleri Ticareti Anlaşması (24 Şubat 1963)

ABD-Türkiye arasında 24 Şubat 1963'te “Tarım Ürünleri Ticaretinin Geliştirilmesi Hakkındaki 161 Milyon Dolarlık İkili Anlaşma” imzalandı.
Buna ek olarak ABD, Türkiye'ye 21 Şubat 1963'te bir nota verdi.

Bu notanın I. bölümünde ABD Türkiye'nin zeytinyağı ihracatını 1 Kasım 1962-31 Ekim 1963 tarihleri arasındaki 12 aylık dönemde 10.000 tonla sınırladı. Eğer Türkiye'nin bu dönemdeki zeytinyağı ihracatı ABD'nin izin verdiği miktarı aşarsa Türkiye kendi dövizi ile ABD'den aynı miktarda nebati yağ satın alarak cezalandırılacaktı. Türkiye'nin böyle bir gücü olmadığı için izin verilenden fazla zeytinyağı dışarıya satılmayacak, fiyatlar düşecek, zarar eden üretici hem fakirleşecek, hem de ürününü satamadığı için üretimden vazgeçip, zeytin ağaçlarını kesip kışlık odun olarak yakacak ve işçi olarak ya İstanbul'a ya da Almanya'ya gidecekti.
ABD'nin isteğiyle 1963, 1964 ve 1965 yıllarında Türkiye'nin nebati yağlar ve yağlı tohumlar ihracatı azaltıldı ve 6.400 tonla sınırlandırıldı. İç ve dış pazarların yağ ihtiyacını ABD soya yağıyla karşıladı.
Notanın 2. bölümüne göre Türkiye'ye satılacak ABD buğdayının ithali ve kullanılması sırasında Türkiye buğday ihraç edemeyecekti.
Notanın 3. bölümünde ABD'den satın alınacak tarım ürünleri için Merkez Bankası'na yatırılacak Türk Lirası'nın Amerikalılar tarafından nasıl kullanılacağı anlatılıyordu.
21 Şubat 1963 tarihli ABD notasına Türkiye, aynı tarihli ve 3125 sayılı karşı notayla yanıt verdi.
“Aşağıda metni kayıtlı 21 Şubat 1963 tarihli mektubunuzu almakla şeref duyarım” diye başlayan Türk notası şöyle bitiyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin yukarıdaki hususlar üzerinde mutabık olduğunu bildirmekle şeref duyarım. Ekselanslarından en derin saygılarımın kabulünü rica ederim. Muhlis Efe.”
Sabah akşam Türkiye'nin tapusu Lozan Antlaşması'na saldıranların 1950'lerdeki, 60'lardaki bu tarım antlaşmalarından söz ettiklerini hiç duymazsınız. Oysaki bu esaret antlaşmaları Lozan'ın kaldırdığı kapitülasyonları “yardım” adı altında yeniden geri getirmiş, Türkiye'yi yeniden emperyalizme bağımlı yapmıştı.

Menderes, 1956 ve 1958 tarım antlaşmalarıyla ABD'nin kalmış don yağını ve konserve etlerini aldı. Ancak bu yağların ve etlerin içeriği konusunda en ufak bir açıklayıcı madde ve bilgi yoktu anlaşma metinlerinde. Yani “Müslümanlığı kurtarmış olmakla” övünen Menderes, ABD'den aldığı kalmış don yağı ve konserve etlerin arasında domuz eti ve yağı olup olmadığını merak edip sormamıştı bile.

Haydar Tunçkanat yazdı;

 “Bu anlaşmada taraf olan bağımsız Türk devletinin hükümeti (DP) %98'i Müslüman olan Türk halkının İslam usullerine göre kesilmeyip, öldürülerek kanı akıtılmayan, dondurulmuş veya konserve etlerin İslam usullerine göre kesilmiş olması şartını dahi anlaşmaya koydurmuyor veya aklına dahi getirmiyor. Yine bu anlaşma ile satın alınarak sabun yapımında kendi ürünümüz zeytinyağının yerine kullanılacak olan don yağının içinde domuz yağının bulunmaması şartı da anlaşmaya konulmuyor…”

Görülen o ki tam bağımsızlığın olmadığı yerde tam Müslümanlık da olmuyor.