Günlerden herhangi bir gündü. Her sabah olduğu gibi gözlerimi açtım. Hızlıca etrafımı kontrol ettim. Dinledim, kokladım. Her şey yerli yerinde ve güvende görünüyordu.

Kafamı bulunduğum yerden dışarı çıkardım. Çevreye baktım. Hava sıcak ve nemliydi. Rüzgâr yoktu. Masmavi gökyüzü ve yemyeşil ağaçlar vardı her yerde. Kapı komşum çoktan güne başlamıştı. Yuvası sırtında ağır adımlarla gideceği yöne doğru ilerliyordu. Son kontrolleri de yaptıktan sonra ben de kendimi attım dışarı. Karnım acıkmıştı. Bir şeyler bulmalıydım. Etrafa daha dikkatli bakmaya ve koklamaya başladım. Hemen yakınımdaki ağaçtan birkaç hoş koku aldım ve o yöne hızlı adımlarla koşmaya başladım.

Ağacın dibine geldim ve etrafı bir kez daha inceledim. Yemek ararken yem olmak istemiyordum. Etrafın temiz olduğuna karar verince bütün gücümle ağaca yapıştım ve hızlıca yukarıya doğru çektim kendimi. Ağaç çok yüksekti. Ortalarına kadar durmadan tırmandım ve yoruldum. Bir dalın üstünde dinlenmek için durdum. Etrafıma bakarken dalın üzerindeki yemişleri gördüm. Hemen bana yakın olan bir daldaki yaprakların üzerinde bulunan yemişleri koparıp bulunduğum yerde hem dinlenmeye hem de kemirmeye başladım. Bir yandan yerken bir yandan da bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyordum. Daha önceki günlerde ağaca ne zaman tırmansam ağacın üstünde başkaları oluyor ve kaçmak zorunda kalıyordum. Ağaca tırmanmadan yerde bir şeyler arasam o zaman da yerdekiler hatta bazen de havadakiler beni rahatsız ediyordu. Ava giderken avlanmamak için bazı günler avlanmadan aç geçirdiğim bile olmuştu. Bugün ise çok farklıydı. Etraf sessizdi ve cır cır böcekleri ötmüyordu. Keşke sabah gördüğüm kapı komşum kaplumbağaya neler olduğunu sorsaydım.

Yemeğimi yedikten sonra ağaçtan hızlıca aşağıya indim. Etrafta hiç olmadığım kadar rahat dolanıyordum. Ne yerden ne de havadan bir tehdit vardı. Bu kadar yıllık sincaplık hayatımda hiç bu kadar rahat olmamıştım. Bu durumu araştırmaya karar verdim ve yakınlarda bildiğim bir tepeye doğru son sürat ve durmaksızın bir koşuya başladım. O kadar hızlı koşuyordum ki sanki kuyruğum beni avlamak isteyen bir hayvanmış da ben de ondan kaçıyordum. Tepenin sırtlarına geldim. Tırmanmadan önce biraz soluklanıp etrafa baktım. Garip bir şeyler olduğu kesindi. Etrafta hiç kimseler yoktu. Normal zamanda bu tepenin sırtına gelene kadar birkaç hayvanın bana saldırması gerekirdi. Şimdi ise etrafta sadece ağaçlar vardı ve sessizlik hakimdi.

Tepeye tırmanmaya devam ettim. Bütün gücümle koşuyordum. Tepenin orta bölümüne geldiğimde etrafta çok büyük bir duman gördüm. Durmaksızın tepenin zirvesine çıktım. Her yerde alevler vardı. Ağaçlar, hayvanlar her şey yanıyordu. İşin kötüsü yangın bana doğru geliyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Tepeden aşağıya doğru var gücümle koşmaya başladım. Yangın, ben tepeden inerken iyice benim bölgeme gelmişti. Koşarken yangın bir gölge gibi beni takip ediyordu. Aklım çıkmıştı ve nereye gideceğimi bilmiyordum. Kalbim o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki ölümden kaçarken başka bir ölüme doğru koştuğumu hissediyordum. Artık yangının korkunç sıcaklığını ve kokusunu kuyruğumda hissediyordum. Koşacak gücümde artık azalıyordu. Nefes alamamaya başladım. O sırada yere düştüm ve gözlerim kapandı. Gözlerimi açtığımda yangına yukarıdan bakıyordum. Bütün ağaçlar, canlılar, orman, toprak, her şey ama her şey alevlere teslim olmuştu. Her zaman beni avlamak isteyen bir avcı şahin bu sefer beni kurtarmak için gagasının arasına almıştı beni. Yangından beni kurtaran kahramanım olmuştu. Sonrasında da beni yangının olmadığı daha kurak toprakların üzerine bırakarak yoluna devam etti.