Konu yine KPSS skandalı ama şerhli devam edeceğim.

Şerhim de şu; mesele sadece KPSS ile bitmiyor, ondan daha önemlisi mülakat garabeti ile çalınan hayaller…

Tamam KPSS’de birilerine soru sızdırılıyor ama neticede bileğinin hakkıyla sınavda yüksek puan alanların puanları silinmiyor.

Ama iş mülakata gelince, sınavda silinemeyen o puanlar adeta sıfırlanıyor. Dolayısıyla KPSS sınavından aldığınız not atanmanıza yetmiyor.

O bakımdan mülakat çok önemli ve asıl cinayet mülakat esnasında işleniyor.

Mülakat kaldırılmalı, her türlü alım bilimsel alan sınav sonuçlarına göre yapılmalı.

KPSS’ye gelince; Maalesef bu iktidar döneminde her türlü sınav şaibeli ve tartışmalı hale geldi. Toplum resmi ve organize sınavlara ve sınava yapan kurumlara güvenini yitirdi.

‘Hata ilk kez yapıldığında hatadır, tekrarı kasıttır’ demişler. Doğru söylemişler.

Böyle bir rezalet ilk kez başımıza gelmiş olsaydı ve cumhurbaşkanı da hemen Devlet Denetleme Kurulu’na soruşturma yetkisi verip ÖSYM başkanını da görevden almasını alkışlar, aynı rezaletin bir daha tekrarlanmayacağı umudunu koruyabilirdik. Ama bu kaçıncı? O halde size neden güvenelim?

Hadi ilkini yapanlar teröristti, paralel devletti, kendi deyimizle Allah lütfetti 15 Temmuz oldu ve size de paralel devleti ortadan kaldırmak ve devlete sızan teröristleri yok etme fırsatı doğdu.

Yaptınız mı? Hayır? Temizlediniz mi? Hayır. Aklınız başınıza geldi mi? Hayır. Ders aldınız mı? Hayır.

Aksine yine liyakat yerine tarikatı esas aldınız, başka tarikat ve cemaatlerle yola devam edip alayını paralel devlet yaptınız.

Önceki gün anlamlı bir paylaşım gördüm. DEVA Adapazarı ilçe başkanı Ahmet Özkan soruyordu;

“Şeyhine taparcasına bağlı bir ÖSYM Başkanının yarın şeyhinden gelen ‘oğlum gönder oradan bakalım 30 soru Allah rızası için mensuplarımızın çoluğuna çocuğuna faydamız olsun’ talebini yerine getirmeyeceğinden emin misiniz?”

Eskiden dini yapılanmaların eğitime katkısı okunmuş pirinçten ve şeyhten alınan bir duadan ibaretti.

Lakin son yıllarda bunlar ticarethaneye dönüşüp sağlıktan eğitime kadar bütün alanlarda şirketleştiler. Dershaneleriyle, okullarıyla, yurtlarıyla ve tabii ki iktidardan aldıkları icazetle sağlık ve eğitim alanlarına hakim oldular.

Mensupları kazansın ve reklamları yapılsın diye soru çalma, soru sızdırma, mülakatlara müdahale etme, mensupları devletin kademelerine yerleştirme konusunda uzmanlaştılar.

Sosyal, demokratik laik bir hukuk devleti olarak, hadi siyasi çıkar gereği bunların iç işleyişlerine pek müdahale etmediniz ve ben bunu kısmen anlarım ama siz alayını paralel devlet haline getirdiniz.

Tamam, partizanlık her siyasi iktidar döneminde oldu. Ancak bu partizanlık parti içinde kaldı.

Ve partizanlık daha çok yüksek kademelerde kısmen de düz memur atamalarında olurdu.

Ama genel anlamda, devletin kurumsal hafızası ve sorun çözme deneyimine ve liyakate önem verilirdi. Tamam kendi adamını getirdi iktidar ama kendi adamlarının içinden ehil birini getirirdi.

Şimdi partizanlığı geçtik, neredeyse bütün atamalar tarikat ve cemaatler arasında parsa dağıtma olayına döndürüldü.

Çok iyi biliyorum bundan, cemaat tarikat bağlantısı olmayan AKP’liler de rahatsız. AKP’li olmak yemiyor bir de bir cemaate bağlanmamız mı gerekiyor diyen çok.

Yani bu siyaseten de yanlış ama iktidar yanlışında ısrar ediyor. Bu ısrarın bedelini de topyekûn ödüyoruz.

Partilisi, partisizi herkes rahatsız. Herkes, devlete ve kurumlarına güvenini yitirdi.

Çok az bir kısmı işine geldiği için ses etmiyor ama içten içe rahatsız, rahatsız çünkü onların da ‘ya iktidar elden gider, eski defterler açılırsa korkusu ve gelecek endişesi taşıyor.

Bilirsiniz, eskiden toplumun en çok güvendiği ve asla sorgulamadığı üç kurum vardı. Bunlar ÖSYM, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) ve Milli Piyango İdaresi’ydi.

Şimdi bu güven yerlerde sürünüyor ve haliyle herkes endişeli…

Gidenin yerine hemen birisi atandı.

Atanan tam da benim dün söylediğim gibi.

Son günlerin popüler tarikatlarından birinin ehli.

Tarikat liderine övgüler yağdırmış.

İktidar tarafından makbul görülen her türlü “sivil toplum” kuruluşunun her türlü etkinliğinde yer almış.

Son sözü Fatih Altaylı’ya bırakayım;

“Yani yine “liyakat” icraattan değil “tarikattan" geliyor.

Son yıllarda, son 20 yılda hep olduğu gibi.

Dün o tarikat veya cemaat. Bugün bu tarikat veya cemaat.

Biri bitiyor, biri başlıyor. Bittiği zannedilen de aslında bitmiyor, sırasını bekliyor.

Dön baba dönüyorlar ama asla ders alınmıyor.

“Yahu biz böyle yaptığımız için darbelerle karşı karşıya kaldık. Ülkeyi bir cemaat ele geçirip, birilerine peşkeş çekecekti. Millet canı pahasına darbeye direnmesiydi yanmıştık” demiyorlar.

Aynı yoldan devam ediyorlar.

Bir cemaatten, başka bir cemaate savruluyorlar.

Ama tarikat bağının yerine, liyakat kriterini asla koymuyorlar.

Sonra “Yanıldık, kandırıldık, Allah bizi affetsin.”

Allah sizi niye affetsin ki? Siz dindarsınız ya, benden iyi bilirsiniz elbet, Yüce Mevla kusur ve günahları iki kısımda değerlendirir.

İlki kendine karşı işlenen kusur ve günahlar ki, bu noktada ‘ben Rahman ve Rahimim, dilersem affederim’ diyerek tövbeyi ve arınmayı teşvik eder.

Ama ikincisi insanlara karşı yapılan kusur, hata ve günahlardır ki, Yüce Mevla amiyane tabiriyle ‘aranıza girmem, aranızda halledin, helalleşin. Bana öyle gelin’ buyurmaktadır.

Dolayısıyla insanlara, Allah’ın kullarına, topluma ve millete karşı işlediğiniz suçların affetme makamı bizzat millettir.

Bunu da mı ben öğreteceğim?