Bugün ki yazımı size üniversite yıllarımın geçtiği ve Türkiye’nin benim için medeniyet beşiği olan Eskişehir’den yazıyorum.

Şehir gibi şehir, harika bir Belediyecilik anlayışı var. Bir kere sosyal bir şehir, kendi imkanlarıyla Ankara’nın gölgesinde Zümrüdü Anka misali küllerinden doğan bir şehir. Eskişehir de yaşayanların gerçekten şanslı insanlar olduğunu düşünüyorum.

Hep böyle kal Eskişehir; sen bize gurbet biz sana gurbetçi.

Hakkında yapılan tüm övgülerin yerli yerinde olduğu, yerli Amsterdam. Nezih, huzurlu ve keyifli, iç Anadolu Bölgesi’nde böyle bir yerin olduğuna inanamıyor insan.

Cehalet sayısı minimize edilmiş, süzgeçten geçirilmiş, İstanbul’daki tedirginlik ve stresin olmadığı, kaliteli gençlerle dolu bir şehir. Allah bozmasın.

 ‘’Peki ya bize ne Eskişehir’den?’’ diyenler olacaktır içinizde…

Bizi ilgilendiren kısmı tam olarak Eskişehir’in kendisiyle alakalı olmasa da orada ki belediyecilik anlayışıyla ilgili. Coğrafi ve kültürel olarak onlara nazaran daha zengin bir şehre sahibiz, fakat orada ki yaratıcı belediyecilik anlayışına sahip olamadığımız için yerimizde sayıp duruyoruz.

Göstermelik görme engelli çizgileri yapmakla iş bitmiyor. Yıllar itibariyle gelişme var doğruya doğru.. Ama belediye başkanlarının şehircilik ve planlama ekibini ciddiye alması, belki de yurt dışından 3-4 aylık periyotlarla geçici personel (taşeron firma değil) yardımı almasında fayda olabilir.

Bu bize Çevresel ve Sosyal Belediyecilik anlamında vizyon sağlayacaktır.

Türkiye’de adam mı bitti de böyle söylüyorsun dediğinizi duyar gibiyim, ne yazık ki kültürel ve içsel dürtülerimiz kamu kurum ve kuruluşlarına; kapağı bir atalım gerisi kolay mantığıyla yaklaştığı için pek verimli olamıyoruz. Elbette işini hakkıyla yapan istisna ve çok değerli insanlarda var.

Türkiye, toplum kesimleri arasındaki gerilimi çözemediği ve seçmendeki körleşmesine fanatizmin yerini mantığın almasını sağlayamadığı sürece belediyeler kokuşmuş siyaset arenaları olmaya devam edecektir.

Birtakım zevat, standart olması gereken şeyi altın tepsiyle sunuyor, ayıbını da ilahi sebeplere dayandırıyorsa sebebi bu.

Bu ülkede şehircilik minimum beyin faaliyetiyle yapılır.

Şehirlerin ortasında bulunan çorak araziler imara açıldıktan 5 sene sonra köye döner.

Şehirler bile köye çevriliyor. Gelişmemizi bu yönde gösteriyoruz. Estetik yok, kullanışlılık sıfır, kalite yok, ahenk yok. 100 yıl sonra özenilecek bir ortamda yaşamıyoruz çünkü çevresel Belediyecilik anlayışımızın başında rant yatıyor.

Rant siyaseti terkedilmedikçe, belediyecilik anlayışımız hizmet işi değil; menfaat işi olacaktır.

Hile, rüşvet, ihale ve yolsuzluklarının odak noktası olmaktan çıkıp, vatandaşların arazilerini kamulaştırıp yandaşlarına peşkeş çekmekten vazgeçmedikçe belediyeci olamayız.

Bir çevre düzenleme projesi hazırlarlar ve uygularlar. ya da yıllarca çözülemeyen sorunların kısa vadeli çözümü için orayı burayı kazıp çalışılıyormuş süsü verilir bu yönetimler tarafından. Halkımız da belediyemiz çalışıyor zanneder. Altyapının çökmüş durumu her zaman göz ardı edilir. Çözümler her zaman geçicidir. Nükseder durur bu sorunlar. Önüne konulana her zaman eyvallah demiş ülkemde, bugüne kadar nasıl geldiyse bundan sonra da böyle gidecek gibidir.

Herkes eşit değildir bu yönetimlerin gözünde. Şehrin her noktasına hizmet götürülmez. Üvey evlat gibi davranılır şehrin dış kısmına. Seçim zamanındaki oylar için götürülen hizmetler hep makyajdan ibarettir şehirlerimizde.

Şehircilik denen şey de neymiş? Bunu bilmezse belediye yönetimlerimiz koca bir şehir kalır elimizde, kara düzen devam ederler. Bilimsellikten uzaktırlar. Dedim ya çalışılıyor görünmek en büyük meziyetmiş gibi davranırlar. Bürokrasinin çürümüşlüğü üzerlerine çökmüştür.

Bırakın o partili şu partili, Sakarya neden bir Eskişehir olmasın?

Adı eski olsa da ben eski adını bile yakıştıramıyorum, medeniyet her şeye yakışır ne de olsa. Sürçülisan ettiysem affola.

Sevgilerimle, hoşçakalın.