Oluşturdukları algıya bakarsanız; Müthiş bir dış politikamız var!

Haliyle dünyada sözü geçen ülkeyiz hatta pek çok konuda dünya lideriyiz!

Suriye’yi zalim Esed’in elinden biz kurtardık mesela, hatta fethettik.

Bundan sonra bizim dediğimiz olacak!

Colani bizim elemanımız, sözümüzden çıkmaz, biz ne dersek onu yapar. Şoförlüğümüzü bile yaptı netekim!

Bugüne kadar öyle akıllı politikalar ve öyle derin stratejiler uyguladık ki, dünyayı kendimize hayran bıraktık.

Sözünün eri bir ülke olarak sözümüzü tüm dünyaya geçirttik.

Sözümüzü bütün dünyaya geçirttiğimiz palavrasını bir kenara koyalım da ‘sözümüzün eri miyiz’ gerçekten ona bakalım.

Şubat 2011, ABD ve NATO Libya’ya müdahale hazırlığındaydı.

Yabancı medya mensupları konuyu sorunca çok kızdık. “Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya’da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız” dedik.

Ama ABD düğmeye basınca, ne kadar ilkeli bir tavır diye öve öve bitiremediğimiz yazının mürekkebi kurumadan “NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir” dedik.

Bu arada “Kendi mukadderatlarını o ülkelerin halkları belirlemelidir. Kimse kalkıp da o ülkelerdeki petrol kuyularının hesabını yapmasın. Demokrasi adına bir şeyler konuşacaksak bunları konuşalım. Kalkıp da petrolün hesabını yapmayalım” da dedik ki derdimizin petrol ve rant olmadığı anlaşılsın.

Ama Libya’ya müdahale eden NATO gücüne 5 savaş gemisi ve 1 denizaltı ile destek verdik.

Libya'ya yönelik hava operasyonların İzmir'deki NATO karargâhından yönetildiği de cabası...

Sonuç; Kaddafi devrildikten sonra, General Halife Hafter'e bağlı güçler tüm Türk hedeflerini “düşman hedefi” ilan ettiler, Libya'daki Türk şirketlerine yaptırım uyguladılar ve sonuçta kaybeden yine biz olduk.

Suriye politikamız başlı başına destandı zaten!

Önce Suriye ile ilişkilerimizi düzelttik, iki kardeş ülke ortak parlamento toplama aşamasına bile gelmiştik.

Sonra BOP devreye girdi, ABD düğmeye bastı, anında çark ettik, kardeşim Esat, Eset oldu. Kardeşim Esat, katil Eset’e dönüştürüldü.

Yangına körükle gitme pahasına, Suriye rejiminin kendince haklı olarak işgalci, terörist, bölücü yaftası vurduğu örgütlere silah, eğitim ve para vererek, komşuda yaşanan iç savaşın tarafı olduk.

Başkalarının teröristlerine ‘kahraman, özgürlük savaşçısı, milli ordu’ muamelesi yaparken, yarın bizim ülkemizde de benzeri heves taşıyanların hareketlenmesi ve bizim de karşılık vermemiz durumunda, uluslararası kamuoyunun bize de bir ‘Eset’ damgası vuracağını dahi hesap edemedik.

İlk sıcak temas gerekçemiz (provokasyon amaçlı olduğu belli) sınır yerleşim alanlarımıza atılan mermi ve bombalardı.

Biz adamlara ne attık da onlardan gül atmalarını bekledik ki?

Bu sınır aşımı bombalarla ölen yaralananlar ilk bahanemiz oldu, bir gece ansızın gelebiliriz türküleri söylemeye başladık.

Kimin toprağına, ne için soruları şu kadar insan öldü/yaralandı ya bahaneleriyle geçiştirildi.

Peki, başkalarının egemenliğinde olan bu topraklara girmeden bu sorun çözülemez miydi? Bölgenin en güçlü silahlı kuvvetleri bu sorunu olduğu yerden çözemez miydi?

Derken, sonra ki gerekçemiz, lahmacun ısmarlayarak sınırımızdan geçirdiğimiz grupların devlet kurma arzusuna karşılık ‘komşuda bir Kürt devletine asla izin vermeyiz, bunun için orada olmalıyız’ oldu.

Her biri hamasetle beslenen toplum için yeterli mazeretlerdi.

Bu gazla Suriye’ye girdik.

Atılan her yanlış adımın karşılığında şehitler verdik ve her şehit sonraki yanlış adımların gerekçesi oldu.

Anlı şanlı isimlerle bize sunulan harekâtlara, mazeret şehitler olunca çoğumuz sesimizi de çıkaramadık Çıkaranlar da hainlik ve gayri milli olmakla suçlandı.

Peki bugün?

Halep 82, Şam 83 diye plaka dağıtıyorduk, ne oldu?

Suriye tamamen İsrail güdümüne girdi. Kesinlikle hiçbir söz hakkımız kalmadı. Bugüne kadar Suriye’nin iç işlerine karışma bahanesi olarak neyi öne sürdüysek, bugün yaşamaya başladık.

Bakın mezhep çatışmaları başladı. Aleviler soy kırıma tabi tutuluyor. Suriye parçalandı.

Kırmızı çizgimizdi, sınırımızda bir Kürt devletinin kurulması…

ABD destekliyor ve İsrail istiyorsa bunun önüne geçmemizde mümkün değil.

Neyse biz dış politikada yeni destanlar yazmaya devam edelim!