Bir şey düşünmüyorum, düşünemiyorum. Düşünülecek her şeyi yok ettiler. Düşüncelerimizi ateşe, fikirlerimizi sele verdiler. Yok oluşlarını gülerek izlediler. Mantık yürütemiyoruz, eskiden kalma, doğruluğu kesin olmayan yargılarla dönüp duruyoruz. Onun da doğru olup olmadığını tartışamıyoruz, ölçemiyoruz, konuşamıyoruz bile. Körü körüne inanıyoruz. Bir lokantaya gidip sipariş vermeden önüne en sevmediğin yemeğin gelmesi gibi bir şey bu durum. Hiçbir şey elimizde değil. Sorgulayamıyoruz, sorgulayamadığımız için düşünemiyoruz. Düşünceyi bıraktığımız için birileri bizim yerimize, bizi tanımadan, bilmeden, bilmek dahi istemeden karar veriyor.

Kişiliğimizi de bıraktık. Onu da çoğunluğa göre uyguluyoruz. Çoğunluk ne derse doğrudur diye uyguluyoruz, hiç sorgulamadan ve hiç kendimizi tanımadan. Kendimizi tanımamıza bile izin vermiyorlar. Onların bizi tanıması bizim kendimizi tanımamızdan daha önemli. Bir hareket veya bir davranış da bulunacağımız zaman kendi içimizden geleni değil de başkalarının bu konuda ne diyeceklerini aklımıza getirip onların söylediklerine göre davranışımızı veya hareketimizi gerçekleştiriyoruz. Kendimiz olamıyoruz örneğin. İçten geleni yapamıyor, söyleyemiyor ve düşünemiyoruz, çünkü başkalarının söyleyeceği kendi kişiliğimizin ve benliğimizin önünde. Kısacası ‘’Ben’’ kelimesi artık bu topraklarda, bu toprakların konuşulan dilinden atılalı çok oldu.

Gelişemiyoruz… Okuyamıyoruz, bir yerde sanatla ilgilenemiyoruz. Kafamızı işten kaldıramıyoruz. Kendimize zaman ayıramıyoruz. Önümüze koydukları tek şeritli dar ve etrafı gözükmeyen bir yolda sadece onlar git diyene kadar gidiyoruz. Bu yolda gitmek istemeyeni veya yoldan çıkmak isteyeni de kötülüyorlar. Bu sizin gibi değil, farklı diyorlar, deli diyorlar, aykırı diyorlar, diyorlar da diyorlar. Seni korkutuyorlar. Ben bu yoldan çıkarsam diğer yoldan çıkmışlar gibi olurum dedirtiyorlar. Bunu sen kendi kendine diyorsun ama onların baskısıyla. Artık iç konuşmanızı bile onlar yönetiyor, yönlendiriyor. Topluma, sisteme, kim olduğunu bilmediğimiz kişilere tamamen teslim olmuşuz. Düşüncelerimizi, davranışlarımızı her şeyimizi onlar yönlendiriyor. Suya girmiş ve yüzmeyi bırakmışız adeta. Dalganın bizi götürdüğü yere yani onların bizi götürmek istediği yere doğru savruluyoruz. Bu yolda arada köpekbalığı çıksa da bu sürüklenme işkencesi sonra ersin diye dilek bile diliyoruz. Yok olmayı buradan kurtulmak sayıyoruz.

Beton evler içerisinde ve arasında bir ömür geçirmeye yaşamak diyorlar. Hayat diyorlar. Koşulsuz kabul ediyoruz çünkü onlar ne derse doğrudur diyoruz. Etrafımızda, çevremizde olan hiçbir şeyi bilmiyoruz. Sadece nefes alıyoruz. Ellerin de olsa ona da izin vermeyecekler ama bizler olmadan onlar bu hayatı yaşayamazlar. Bize de nefes alın bol bol diyorlar. Aldığımız nefes bile temiz değil. Koca koca şehirler de büyük büyük kalabalıklar arasında sıkışıp kalmışız. Bu kalabalıklardan kaçmayı düşünenler oluyor fakat artık o kadar hiç olmuşuz ki hareket etme cesaretimizi de kaybetmişiz. Düşünmeyi, sorgulamayı, gelişmeyi bırakan bir bireyin cesaretsiz olması kadar doğal ne olabilir ki? Hiç farkında olmadan biz bu olmuşuz.

Büyük bir boşluk içerisinde düşünmeden, sorgulamadan ve en önemlisi de hiçbir şey bilmeden kendini değerli sanan ama hiçbir şey olmayan bir hiç olmuşuz.