Bir talihsiz çocuktu Tüccar. Onun talihsizliği bu dünyaya gelmesiyle başladı. Annesi ona gebeyken bir anda sancısı tutmuştu. Hastaneye gittiklerinde doktor erken doğum istemiş ve yedi ay bilmem kaç günlükken Tüccar dünyaya gelmişti. Dünya’ya gelmesiyle birlikte talihsizlikler de yakasına yapışmıştı. Doğar doğmaz hastanenin elektriği kesilmiş, hemşire, Tüccar’ı diğer çocukların bulunduğu odaya koymuş fakat karanlıkta bütün bebeklerin ismini yazamamıştı. Tüccar bu yüzden hep kendini tanımıyorum derdi. Belki de başka ailenin çocuğu olabilirim der dururdu.

Sadece bununla da bitmemişti talihsizlikler. Babası, Tüccar’ın adını Kemal koyacakken, şehrin genelinde kesilen elektrikler yüzünden nüfus memuru isim bölümü ile baba meslek kısmını karıştırarak, ismini Tüccar olarak yazmış ve nüfusa da kayıt böyle geçmiş. Babası ne kadar itiraz etse de sonuç alamamış ve sonradan da mahkemeyle uğraşmak istememişler.

Anlayacağınız hayata bir sıfır geride başlamış Tüccar. Aslında Kemal ama biz onu resmi adıyla tanıyoruz. Tüccar’ın şansızlıkları, talihsizliklerini tek tek yazmaya başlasam buradan Fizan’a yol olur. En büyüklerini yazmaya çalışıyorum sizler için. Tüccar, okul yıllarında ikinci sınıfa geçtiği dönemde önce sağ kolunu bir hafta sonra da sol kolunu kırmıştı. Bu kırıklar baya ciddiydi. İki elini kullanamadığı için eğitimden ve dolayısıyla okuldan uzak kaldı. Her ne kadar evde annesi ona destek olmaya çalışsa da Tüccar o dönem sınıfta kaldı. Bir sonraki eğitim ve öğretim yılı başladığında ise Tüccar derslere hızlı bir giriş yaparak, durumu toparlamaya çalışmıştı. Bunu ödüllendirmek isteyen ailesi, Tüccar’ı Sömestir tatilinde hem hayatı öğrenmesi hem de akrabalarını tanımak amacıyla köylerine yollamıştı. Tüccar köyde iki veya üç gün kalacaktı. İlk gittiği gün sakin dursa da ikinci günün sabahında horozlardan biri Tüccar’ı kovalamaya başlamıştı. E, tabi çocuk bu horozdan kaçarken ayağı taşa takılmış ve iki kolu aynı yerden yine kırılmıştı. Bunun üstüne bir de ayak bileği burkulmuştu. Bu sebeple Tüccar eğitim ve öğretim sezonunu yine erken kapamak ve sınıf tekrarı yapmak zorunda kalmıştı.

İlerleyen yıllarda ailesi Tüccar’ın cam fanus içerisindeymişçesine üstüne titremiş ve Tüccar, önce belalısı olan ikinci sınıfı daha sonrasında da ilkokulu bitirmişti. Ailesinin de yardımıyla hızını alamayan Tüccar, ortaokul, lise derken üniversiteyi de bitirmişti. Şansızlıklar, talihsizlikler yakasını hiç bırakmasa da o da mücadele etmeyi bırakmamıştı. Taa ki üniversite mezuniyetinde bir kıza âşık olana kadar… İşte o zaman dünyası alt üst olmuştu. Hiç tanımadığı, hiç bilmediği bir duyguydu bu. Daha önce izlediği filmlerde, okuduğu kitaplarda bahsedilen şey kendisine denk gelmişti. Ancak bir sorun vardı. Sevdiği kız ona arkadaş gözüyle bakmış ve Tüccar, kendisinin en yakın arkadaşının da sevdiği kızdan hoşlandığını fark etmişti. Bu yüzden Tüccar da kenara çekildi ve en yakın arkadaşı, Tüccar’ın yegane sevdiği kızla evlendi. Böylelikle bir konuda daha talihsizliği devam etmekteydi Tüccar’ın.

Yolda yürürken yanına yıldırım düşmüş, yurt dışına tatile gittiği yerde dünyanın en büyük depremi yaşanmış, iş gezisinde büyük bir araba kazası yapmıştı. Oturduğu evin sahipleri sürekli Tüccar’ı “kızım, oğlum geliyor” bahanesiyle çıkardılar evlerden. Çelebi gibi oradan oraya sürüklenip durdu. En sonunda bir tefeciden borç aldı ve borcu aldığı ertesi gün tefeciler borcunu ödemediği gerekçesiyle Tüccar’ı vurdular. Sonradan anlaşıldı ki tefeciler imzalattıkları makbuzları karıştırmışlar.

Anlayacağınız Tüccar’ın doğumu da, ölümü de, hayatı da son derece talihsiz geçmişti. Geçtiğimiz günlerde de bir haber geldi; gömüldüğü yeri kazıp çıkarmışlar. Neden diye sorduklarında bir cinayet davası için mezar açılması gerekiyormuş onlar da Tüccar’ın mezarını açmışlar fakat sonra Tüccar’ın olayla ilgisi olmadığı anlaşılınca geri koymuşlar. Orada da şansı yanında olmamıştı. Gittiğine sevinmeli mi üzülmeli mi bilemiyorum ama bu dünyadan bir Tüccar geçmişti.