İş yerinden erken çıktı. Genelde geç saate kadar çalışıyordu fakat bugün mesai bitiş saatinden bile erken çıkmıştı. Çalışma arkadaşları da onun bu acele çıkışına bir anlam verememişti. Hızlı adımlarla evine doğru giderken markete uğradı. Onun için yemek yapacaktı. Aslında yemek yapmayı çok bilmiyordu ama yıllardır bugünler için onun sevdiği yemeklerin tarifini almış hatta bazılarını da yapmıştı. Artık güzel mi oluyor yoksa kötü mü oluyor bilmiyordu. O, kendi yaptığı yemeği beğeniyordu. İnsan kendi yaptığı şeyleri beğenmez mi, kendi devrimlerini, inkılaplarını…

Markete uğrayıp, yapacağı kuru fasulyeyi, pilavın pirincini ve konservede gördüğü hazır favayı hızlıca aldı. Aynı hızlı adımlarla evine doğru yürümeye başladı. Mahalleye girdiğinde etrafındaki evlere baktı. Türk bayraklı bir sokaktı, tebessüm etti. Bu durum çok hoşuna gitti. İnsan yaşadığı yeri beğenmez mi, kendi vatanını, kendi doğduğu toprakları…

Mutfağa girdi fasulyeyi hızlıca tencereye koydu zaten haşlanmış hazır fasulye aldığından hızlı pişecekti. O sırada pilavı yapmak için hızlıca hazırlıklara başladı. Favayı bulunduğu konserveden çıkarttı ve bir kâseye koydu. Üstüne zeytinyağı döküp biraz da soğan doğradı. Yemekler pişerken odasına gidip üstünü değiştirdi. Sanki dışarı çıkacakmışçasına en temiz kıyafetlerini giydi. Yemeklerin pişmesini beklemeye başladı. İnsan beklemeyi hiç sevmez mi, vatanın kurtuluşu için yapılacak taaruzu, milletin gelişmiş medeniyetlere yaklaşması için inkılapların yapılacağı zamanı…

Yemekler olmuştu. Sofrayı hazırladı. Bir tabak kuru fasulye bir tabak pilav koydu sofraya. Favayı getirdi. İki rakı kadehi çıkardı. Dolapta bugüne özel olarak aldığı rakıyı doldurdu kadehine. Bir kaşık kuru fasulyeyi ağzına attıktan sonra rakısından bir yudum aldı. Sonra kadehini havaya kaldırarak ‘’Özlemle’’ dedi kendince. Aklına bir anda bir şeyin eksik olduğu geldi. Hemen masadan kalktı ve hızlıca eski müzik setinden müzik açtı. İnsan hiç müziksiz olabilir mi hele böyle özenle hazırlanmış bir sofrada, kulağından süzülen melodiler ve ‘’Selanik, Selanik viran olasın…’’ türküsüyle onu anmak…

Yemeğini bitirip sofrayı kaldırdıktan sonra rakı kadehleriyle birlikte boş masada oturdu bir yandan onun sevdiği şarkıları dinliyor, öte yandan da aslında ona ne kadar ihtiyacı olduğunu, onu ne kadar sevdiğini düşünüyordu. Onun fikirlerini, onun miras olarak bıraktıklarını düşünüyordu. Rakısını bitirdikten sonra kalktı. Dişlerini fırçaladı ve üstünü başını kontrol etti. Giydiği bu temiz kıyafetlerle yatacaktı bu gece. Yatağa girmeden alarmını saat dokuza kurdu ve yatağa girdi uyudu.

Gözünü açtığında korkuyla başını saate doğru çevirdi. Sanki uyuyakalmış hissetti kendi ama daha alarmın çalmasına beş dakika vardı. Kendini o kadar şartlamıştı ki kurduğu alarmın vaktinden bile önce kalktı. Yatakta beklemeye başladı. Alarmı çaldı, onu susturdu ve o anı beklemeye başladı. Duygusallaştı, vakit geçmiyordu. Ne kadar uzundu sadece bu beş dakika. Halbuki geçmeyen veya hızlı geçtiği dediği zaman sadece beş dakika sonra tamamen duracaktı.

Saat dokuzu dört geçe yatağından ayağa kalktı. Erken başlamıştı onu anmaya, derken büyük bir gürültüyle sirenler acı acı çalmaya başladı. Gözlerinden yaşlar dökülerek saygı duruşunda durdu. Atasını selamladı ve acısını, özlemini ve minnet duygusunu içine gömerek normal hayatına geri döndü.

Bu ülkede her 10 Kasım’da saat dokuzu beş geçe sirenler acı acı çalmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülkeyi, cumhuriyeti, devrimlerini ve aydınlanmaları asla unutmayacağız… Özlem, saygı ve minnetle…