KARADENİZ BİZİM İÇİN ÇOK DAHA KARADIR!

Evet, 21 Mayıs. Biz Çerkes ve Abhazlar için ‘Karadeniz’in daha bir kara’ olduğu gündür.

Bu acı ama anlamlı gün her yıl olduğu gibi 21 Mayıs’ta tekrar gündeme getirildi, çeşitli etkinliklerle bize yaşatılan soykırım ve sürgün ve o sürgün ve soykırımı yaşayan dedelerimiz anıldı.

Çarlık Rusyası’nın, stratejik açıdan önemli gördüğü Kafkaslardan Çerkes halkını sürgüne göndermesinin üzerinden 158 yıl geçti.

Rusya’nın Karadeniz sahiline inme politikası gereği Kuzey Kafkasya’yı ele geçirme amacıyla 1556’dan itibaren başlattığı Kafkas-Rus Çarlığı savaşı 308 yıl devam etti.

Çerkesleri yok ederek Kafkas Dağları'nın iç kesimlerine ilerleyen Ruslar, teslim olan Çerkesleri ya Çarlık ordusuna katılma ya da göç etme seçeneğine zorladı.

21 Mayıs 1864’ten itibaren Çerkes toplulukları başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine sürgün edildi.

1,5 milyona yakın Çerkes bir ay içinde sürgüne tabi tutuldu. Yol şartları, salgın hastalıklar ve açlık gibi nedenlerden yaklaşık 500 bin Çerkes hayatını kaybetti.

Sürgüne tabi tutulanlar, Anapa, Novorossiysk, Gelincik, Soçi ile Adler gibi Karadeniz limanlarından gemilere bindirildi ve birçoğu Anadolu’da Ordu, Samsun, Tokat, Amasya, Sinop, Yozgat, Düzce, Adapazarı, Kocaeli’ye iskan edildi.

s1-8

Çerkeslerin bir kısmı ise Suriye ve Filistin başta olmak üzere Orta Doğu’ya yerleştirildi. Sürgüne maruz kalan Çerkesler zamanla yerli halka karıştı.

Osmanlı İmparatorluğu’na sürülemeyen Çerkesler ise Orta Laba ve Orta Kuban nehirleri bölgesindeki Rus Kazak köylerine yerleştirildi.

Osmanlı topraklarına bile ulaşamadan binlerce kişinin öldüğü bu sürgün "tarihin en acı olaylarından biridir.

İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçen Çerkes sürgünü, her yıl Türkiye’de yaşayan Çerkesler tarafından da gözyaşlarıyla anılıyor.

Tanıyanlar bilir, vatanseverliğimin alt yapısını iki temel unsur oluşturur benim. İlki, bize kucak açan ve bu toprakları bize vatan kılan devlete olan borcum, ikincisi yatılı okulda devletin ekmeğiyle okuyup bu günlere gelebilmemdir.

Neyse, kendimi anlatmaktan hoşlanmam.

Ama bu vesile ile Kafkasya’dan ve kardeş Kafkas halklarından söz etmek, bilmeyenlere anlatmak isterim.

BAKALIM KİMMİŞ BU ÇERKESLER?

Kaynak çok ama daha derli toplu olduğu için Kadir Ebrek’in Çerkes Sürgünü çalışmasından bölümler aktaracağım.

Seni, sen değil başkaları anlatsın hesabı, bizi başkalarından dinletmek isterim

Yunan tarihçi HELLANİKUS (M.Ö. 400-500);

Kimmer Boğazını geçtikten sonra, güneydoğuda Sindlerin ülkesi (Sindika) bulunur ve daha ileride Meotlar yaşarlar.

Sindler ve Meotlar, bugünkü Çerkes halkının atalarıydı. Azak denizinin en eski adı Meot denizi idi. Günümüz Adige Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti olan Maykop'taki Meot kurganları M.Ö. 3500'lü yıllara tarihlendirilmiştir.

s2-8

M.Ö. 6.-5. yüzyıllar arasında Çerkes Sindika Krallığı Hekatey tarafından kuruldu.

Sindika Krallığı Bosphorus Krallığı ile Konfederasyon yaparak Bosphorus Krallığı'nı yönetmiş ve Pontus Saldırılarına karşı korumuştu.

M.S. 1. yüzyılda Sindika Krallığı konfederasyon'dan çekilmiş ve Bosphorus Krallığı yönetimi Pontus Krallığı tarafından ele geçirildi.

Sindler Kuzey Kafkasya kıyı kesiminden Azak Denizi'ne kadar olan bölgeye hakimdi. Kendi parasını basmış bir devletti. Sind Krallığı mimaride, madencilikte, ticarette ve tarımda gelişmiş bir medeniyete sahipti.

Yunanlı tarihçi STRABON (M.Ö. 100):

“Bu ülkenin insanları olağanüstü yakışıklı ve iri yapılı insanlardır. Alışverişlerinde dürüsttürler ve para canlısı değildirler. Bu ülkede bitkiler ve hayvanlar bile çok gelişmiş ve iri göründü bana. Ülkenin orta doğusunda, Albania denilen ülkenin dağlarında Amazon adı verilen kadın savaşçılar yaşar.

Binlerce yıl Kafkasya’da ve Meot (Azak) denizinin her iki kıyısında oturan Kimmerler çok eski zamanlardan beri Anadolu’ya birçok istila hareketlerinde ve seferde bulunmuşlardır.”

Arap Tarih bilgini, gezgin Abdül Hasan El Mesudi-10.YY:

“Alanların krallığından sonra Kaşak diye bilinen ve Kabkh (Kafkas) dağıyla Rum (Bizans) denizi arasında oturan halk vardır. Bu bölgedeki halklar halklar arasında dış görünüş açısından daha ince ve nazik yapılı, daha temiz yüzlü, daha yakışıklı erkeklere ve daha ince belli daha şık endamlı, daha güzel kadınlara sahip başka bir halk bulamazsınız ve genelde böyle hoş görünüşlü bir halk yoktur…

Onlar altın işlemeli beyaz Rum kumaşından ve açık pembe kumaştan (seklatun) ve diğer değişik kumaşlardan elbise giyerler.

Onların ülkesinde tala ‘altın’ denen ve keten cinsinden değişik kumaşlar üretilir ve bu tür, dabika adı verilenden daha ince ve kullanışlıdır; onun bir katının fiyatı 10 Dinar olup komşu İslam ülkelerine ihraç edilir. Komşu halklar da aynı kumaşları ihraç ediyorlar ancak bu Kaşakların sattıkları kumaş türü ünlüdür. Alanlar, Kaşaklardan daha kuvvetlidir ve deniz kıyısındaki kaleler olmasa, Kaşaklar onlarla baş edemezlerdi…

Deniz yoluyla onlara Trapezond (Trabzon) uzak değildir ve oradan gemilerle mallar gelir, onlardan da dışarıya gemiler gider.

Alanlarla mukayesede onların daha zayıf olmalarının nedeni, üzerlerinde onları bir arada tutacak hükümdar bulunmasını kabul etmeyişleridir. Bu durumda ne Alanlar, ne de herhangi başka bir halk hayatta kalamazdı. Onların adı Frasça ‘gurur, övünme’ anlamına gelmektedir çünkü Persler ekabir ve gururlu kişiye kaşak derler.”

Tarihçi Mösyö Dö Hel:

“Çerkesler, evza ve endamlarının mükemmeliyetini, tabiat ve duruşlarının güzelliğini, dağlılara has çeviklik muhariplik kudretiyle meczetmişlerdir.

Çocukluktan beri şiddetli idmanlara tabi tutulmuş bulunan, dağlarındaki kartallar gibi hür yaşamaya, varlık ve istiklallerine dokunan her şeyi ret ve tahkire alışmış olan Çerkesler, cengaverlik ve kahramanlık hayatının son iz ve eserlerini taşırlar.

s3-8

Kafkas ırkının güzellikçe başka milletlerden ne kadar üstün olduğunu anlamak için onları temaşaya şayan kıyafetleri nasiyelerinde ciddiyet ve parlayan olgunlukları ile at üzerinde görmelidir.

Çerkeslerin Kafkasya’daki rolleri çok kıymetli ve şanlı olmuştur. Onlar yüksek tepeler, o tepelerin bulutlar içerisinde kaybolan zirvelerini ve cesim ormanlarla örtülü olan bu dağları gördükçe, o dağların her noktasını hürriyet ve vatanperverliklerine siper ittihaz etmiş olan Çerkeslere karşı kalplerimiz sevgi ve hayranlıkla doluyordu.”

Evliya ÇELEBİ;

“Şevval ayının onuncu günü Çerkesistan ülkesine ayak bastık. Peşkov, Çerkes köyü, Şuake Beyi’nin tahtıdır. Yani başkent anlamında.

Kasaba gibi mamur bir köydür. Bu Çerkes milleti gayet şiddetli ve gazaplı melun adamlar olup, amma gayetle bahadır, cesur ve yararlı namdar yiğitlerdir.

Çerkes kavmi birçok kabileden oluşmuştur. Her birinin başında bir bey vardır. Bunların kilise veya camileri yoktur. Onlara gavur derseniz çok kızarlar, fakat Müslüman kabul ederseniz çok sevinirler ve iltifat kabul ederler.

Hayat düzenleri ve toplumsal durumları çok demokratiktir. Para, pul bilmezler, mal değiş tokuşu ile alışveriş yaparlar. Kadınları erkekler ile eşit olarak alışverişe katılır ve yüzlerini örtmezler.

Çerkesler çok sanatkardırlar; gümüş işlemesi, kuyumculuk ve silah yapımında ustadırlar. Ve kendi barutlarını kendileri imal ederler.

Hayvancılıkta çok ilerlemişlerdir. Geceleri köylerini çok büyük köpekler korur. Bu insanlar, eminim dünyanın en konuksever kişileridir. Birde kendilerine sığınan kimseleri, hayatları pahasına da olsa düşmanına teslim etmezler.

Çerkeslerde akraba evliliği kesinlikle yasaktır. Çerkes köyleri tahkim edilmiş kalelere benzer, en sağlam ağaç duvarlarla çevrilmişlerdir ve ayrıca ortada gözlem kuleleri vardır. Bu ülke, son derece büyük doğal zenginliklere sahiptir.

Ünlü İngiliz Fizikçi ve Botanist William Woodville:

“Çiçek hastalığı Osmanlı’da bilinen ve sık görülen bir hastalıktı ve bu hastalığın tedavisi 1670'lerde Çerkesler tarafından tanıtılmış ve uygulanmaya başlanmıştı. Efsanevi güzellikleri sebebiyle Osmanlı sarayında önemli bir nüfuza sahip olan Çerkes kadınlar çocukluklarından beri gelenek haline geldiği üzere bu aşı yöntemini kendileri ile birlikte Osmanlı topraklarına getirmiş oldular.”

Ünlü Rus şairi Mihail Yuri LERMONTOV:

“Ben seni ve senin evlatlarını ve onların savaşçı özelliklerini, senin fırtınalarının mucizeli görüntülerini ve onların mağaralarındaki ve gece bekçileri gibi görünen yalçın kayalardaki yankılarını, güneşin doğması ile yaldızlanan derelerini, cennet ve gök çiçekleri gibi başlarını kaldıran güzel step çiçeklerini ne kadar severim.”

Fransız Şövalye Taibout de MARİGNY (1818):

“Avrupa’da biz bu kabileleri “Circassian” diye anıyoruz. Ruslar ise onlara “Cherkess” derler. Günümüzde Çerkesler (1818), şaşılacak şekilde bağımsız bir halkın inanılmaz manzarasını sergilemektedirler. Coşkun bir özgürlük ve bağımsızlık aşkı, yiğitçe bir kahramanlık onları komşularına karşı üstün kılmaktadır.

Küçük yaşlardan başlayarak vücut geliştirme, spor yapma, silah kullanma ve at binmede elde ettikleri yüksek başarı, onları düşmanlarının karşısında zafere ulaştırmaktadır.

Çerkesler için konukseverlik kavramının, her şeyden öte kutsallık ve onur ölçüsü olduğunu nereden bilebilirdim?

Genç kızlar, delikanlılarla birlikte eğlencelere katılabilirler. Her sınıftan insan hemen hemen aynı giyinir. Aşırı süslenme geleneği yoktur. Aralarında mükemmel bir eşitlik vardır.

Cenaze töreni, ölenin anısına ve onun geçmişi belirten şarkılarla başlar, sonra tabutun başında konuşma yapılır. Burada konuşma hakkı kutsaldır. Kimsenin konuşma hakkı engellenemez. Çerkeslerin inançlarına göre büyük bir Tanrı vardır. Bu büyük varlık onların dilinde THA'dır.

İnsan ruhunun ölümsüzlüğüne ve öteki dünyaya inanırlar. Avrupalı hanımlar bilsinler ki Çerkes hanımlarının onlardan geri kalan tarafı yoktur. Çerkeslerde erkekler arasında yanak yanağa öpüşme yoktur.”

s4-6

Elise RECLUS, Dünya ve İnsanlar – Kafkasya. (1898);

"Erkeklerde ve kadınlarda, obezite ve benzeri zaaflar utanç verici olarak kabul edmekte; böyle zaafları olanların festivallere ve halka açık toplantılara katılmaları engellenmektedir. Güzelliğin ırklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu bilen Çerkesler nadiren başka kandan kadınlarla evlenirler. Bir el becerisi ile giydikleri tuhaf zarif kostümleri, genel olarak tüm yaylaların ve Rus Kazaklarının ulusal kostümü haline geldi; barışı seven Yahudiler bile fişeklerle süslenmiş Çerkes giyisileri giyiyorlar, ancak bu giyisiler onlar için kullanışsızdır."

Hattat Haşim Efendi (1820):

“Çerkes hanımları saç bakımı için özel hizmetçiler, yani bir tür kuaför kullanırlar. Biz gerçi bu insanlara dağlı diyoruz ama İstanbul’un konaklarında oturan nazenin hanımlar bunları görse taklit etmeye özenirler.”

İngiliz Gazeteci J.A. LONGWORTH (1837-1838):

“Çerkeslerde dikkat ettiğim bir özellik erkek, kadın herkesin dik durması idi. Şişmanlık ise Kafkasya’da pek itibar görmemektedir, ben burada kaldığım sürece tek bir şişman insana rastlamadım.

Çerkes beyinin davranışları, onu Avrupa’da centilmen sıfatını kazandıracak kadar ince ve kibardı. Çerkeslerde genellikle her şey ortaktır, havanın olduğu kadar.

Çerkes kızı bir hava perisini andıran görünüşü ile örgülü bukleleri ve tatlı gülümsemeleriyle, bizde bir peri ülkesinde olduğumuz hissini uyandırıyordu.

Rusların Pşat’ı işgal ederek ortalığın bir ana baba gününe döndüğü en karışık ortamlarda bile, Çerkeslerin takındıkları tavır, hiçbir kelimeyle ifade edilemeyecek kadar asilce ve mertceydi.

Bu ülkede her tarafa büyük bir güvenlik içinde gidilebilir ve konuk uğradığı her yerde sıcak bir ilgiyle karşılanır. Dünyanın hiçbir yerinde bu ülkedeki insanların benzerini göremezsiniz.”

İngiliz James Stanislaus BELL (1840):

“Çerkesya’da belli bir kişinin egemenliği yoktur. Tek egemen güç sözdür. Herkes kendini, verdiği sözü tutmakla yükümlü görür. Çerkes milleti, şimdiye kadar tanıdığım, işittiğim ve okuduğum milletlerin hepsinden daha kibar ve naziktir.

Çerkeslerde hapishane yoktur. Cezalar mal ile ödetilir. Çerkesya’da toprak mülkiyeti yoktur, yararlanma hakkı vardır.

Bu insanları tanıdıkça hayran oluyorum. Her kabile yaşlılar tarafından idare ediliyor. Öğrenebildiğim kadarıyla burada delilik bilinmiyor. Çerkes halk demokrasisi, Amerikan demokrasisinden iyi işliyor. İnsanların özgürlükleri konusunda duyarlı olmaları, toplumu ilgilendiren bütün sorunların açık olarak görüşülmesini gerektiriyor.”

Fransız asıllı Leonti LYULYE:

“Çerkesya’da dilenci yok, aşırı zenginde yok. Burada, Çerkeslerin birçok kez tanığı olduğum üstün bir meziyetinden söz etmeyi gerekli görüyorum. Bu, düşünceleri ortaya koymaktaki rahatlık ve hitabet gücü, kurallara uygun olarak yaptıkları tartışmalarda gösterdikleri ifade yeteneğidir. Çerkeslerde gelenekler, her türlü yasadan güçlüdür. Hiçbir düğün ve cenaze göremezsin ki hemen hemen bütün bölgenin insanları katılmış olmasın.

Çerkeslerin sosyal hayatlarında geçerli olan kurumlaşmalar, kişileri, ahlaki ve entelektüel açılardan olağanüstü derecelerde geliştirerek onları, modern ülkelerin halklarından çok daha gelişmiş kişiliğe sahip insanlar durumuna getirmiştir. Bu hikmet ve irfan, bir Çerkes’i bulunduğu yerden yükselterek, onu, gücün ve şerefin doruklarına çıkarmaktadır.”

İngiliz Yarbay G. Poullet Cameron (1845):

“Çerkesler , dik duruşları, zarif endamları ve şık kıyafetleriyle, vakur tavırları ve kibar hareketleriyle sanki ömürlerini bu dağlarda, vahşi olaylar içinde değil, imparatorluk saraylarında geçirmişler gibiydiler. Elleri kama ve kılıçlarının kabzalarından hiç ayrılmıyordu.

O akşam iki önemli şey öğrendim. Çerkesler, ülkelerinin güzel dağlarına, muhteşem vadilerine kutsal bir varlık gibi bağlıydılar ve ne servet, ne makam, ne şan, ne de hırs; onları asla bu sevgiden vazgeçiremeyeceği gibi, yurtlarını da asla unutmayacaklardır.”

Rev. Henry J. Van Lennep (Amerikalı misyoner):

“Çerkesler yalnızca şaşırtıcı derecede direnç gücüne sahip sade insanlar olmakla kalmayıp, gerilla savaşında bunlardan üstün başka bir millet herhalde yoktur.

Ateşli silah kullanmakta son derece ustadırlar. Bu silahları kendi dağlarında, modern gelişmelerin sağladığı olanaklardan yoksun olarak yaptıklarına kendi gözlerimizle tanık olduk.

Çerkezlerin pek çoğunun en iyi Şam çeliğinden yapılmış yivli silahları vardır. Bu insanların bağımsızlıklar için verdikleri savaş uzun süredir devam etmektedir. Bu konu tarihçiler için gerçekten incelemeye değer bir konudur. … Dışarıdan yardım almadan sürdürdükleri direniş, bu cesur dağlı halkın ne kadar büyük bir dayanma gücüne sahip olduğunun kanıtıdır…”

İllustrated London News dergisi’nin 1854 yılının Haziran sayısı:

“Bu insanlar dünyanın en eski kavimlerinden gelmektedirler. Eski Mısır, Çin ve İranlıların tarihlerinden sonra onların tarihi en eskilerdendir. Bağımsızlıkları o devirlere kadar dayanır. Bu konuda dünyada belki ancak bir iki millet ile kıyaslanabilirler. En büyük özellikleri tarihin hiçbir döneminde yabancı boyunduruğuna girmemiş olmalarıdır.

Belki birçok savaşta yenilgiye uğramış ve dağlara çekilmiş, sayıca üstün ve silahları kuvvetli düşmanlar tarafından bir süre etkisiz bırakılmış olabilirler. Fakat daima kendi töreleri ve kendi kuralları ile yönetilmiş, başkalarına tabi olmamışlardır.

Onlar hala kendi mağrur liderlerinin yönetiminde, kendi kanunlar ve töreleriyle yönetilmektedirler.

Bu millet bizi sadece ulusal tarihleriyle ilgilendirmekle kalmayıp, dünya tarihinde en uzun süre bağısız olarak devam ettirdikleri özgür ulusal geçmişleriyle de çok ilgilendirmektedir. Sayıları azdır, bulundukları bölge çok önemlidir ve özellikleri son derece çekicidir.”

Edinburg Üniversitesi öğretim üyesi Stuart PİGGOT :

“Bazıları Kafkasya’daki bu uygarlığın bilinmeyen bir ırk tarafından yaratılmış olduğunu söylemektedirler. Oysa, İsa’dan 3.000 yıl önce Kuban’da çok gelişmiş bir uygarlık meydana gelmiştir. İleri bronz çağı içinde gelişen Kuban kültürü, demir çağına kadar devam etmiş olup bu kültür KİMMERLER’ e aittir. Çerkesya denilmekte olan Kuzeybatı Kafkasya’da Maykop da demir, altın, gümüş üzerine ilk gelişme ve atlı süvari organizasyonları tümüyle Kim­mer­ler tarafından yaşanmıştır. Avrupalılar bu kültürü çok sonradan öğrenmişlerdir.”

İngiliz gezgin Negley Farson (1929):

“Buranın halkı olan Çerkesler dünyanın en iyi atlı savaşçılarıydılar. Moskof yönetiminde yaşamaktansa sürgüne gitmeyi yeğlediler. Ataları Mısır’da yüzlerce yıldan fazla Memluk sultanları olarak hüküm sürmüşlerdi. Onlar da Osmanlı sultanlarının ve Arap krallarının muhafız birliklerini oluşturdular. Osmanlı’nın, İran’ın ve Arabistan’ın en soylu aileleri Çerkes kanı ile zenginleşmişlerdir. Çünkü anneler ve karıları Çerkes’dir.”