Soykırım meselesinin gündeme oturduğu günlerde bağımsız milletvekili Ümit Özdağ, Ermeni ağzı ile konuşan Garo Paylan’a haddini bildirince, Türk milletine ve devletine teveccühü(!) akil adamlığından belli olan Ali Bayramoğlu Ümit Özdağ’a çemkirmiş, “1915’in Diyarbakır Valisi Dr. Reşit’in ne çok ruh torunu varmış bu ülkede” demişti.

Buradaki Dr. Reşit ile Andımızın mucidi, milli eğitim bakanı Reşit Galip’i karıştıranlar oldu.

İkisi de farklı kişilik, ortak özellikleri ikisi de katıksız vatanperver ve ikisini de çok erken yaşlarda kaybettik.

Selcan Taşçı’dan istifade ederek, Dr. Reşit şahsında o günleri bir kez daha hatırlayalım bugün;

Bakıyorum da, Taşçı’nın ifade ettiği gibi ABD ve Biden boşuna dertleniyor, bizim Damat Ferit Hükümeti "tehcir" kararını alan ve uygulayan devlet yöneticileri ve onları destekleyen aydınlara hadlerini bildireli çok oldu oysa…

İşte onlardan biriydi Dr. Reşit. Diyarbakır Valisi'ydi.

Kafkas göçmeniydi. İstanbul'da büyüdü. Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ni bitirdi.

İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olduğu için Trablus'a sürüldü. Döndükten sonra kaymakamlık ve mutasarrıflık yaptı.

Diyarbakır’da Tekalif-i Harbiye ambarları ile askeri nakliyat dahil bütün önemli işlerin Ermeni komitacıların eline bırakıldığını gördü.

Ermeni papazlarının, "Kurtuluş günü erişti, hazırlanınız, gerekirse çift hayvanlarınızı satıp silahlanınız, muvaffak olduktan sonra Müslümanların serveti, mülkleri bize kalacaktır" konuşmalarıyla, cemaati ayaklandırdıklarına bizzat şahit oldu.

Üzerine gidince, "Bütün Müslüman ahalinin katledileceğine" dair harekat planlarına ulaştı. Durumu bildirdiği Babıali'den "tehcir" kararını tereddüt etmeden uygulaması emri aldı.

Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ve İstanbul'un alenen İngilizlerce yönetilmeye başlanmasından sonra tutuklandı ve o dönemin "Silivri"si olan Bekirağa Bölüğü'ne atıldı.

Mütareke basını, coşkuyla "idam edileceğini" bildiriyordu.

"Ecnebilere yaranmak uğruna(!)" idam edilmeyi sindiremedi; firar etti.

İngilizler çok öfkelenmişti. "…Reşit Bey'in kaçışını, küçük memurların gevşekliğine bağlamak yararsızdır. Bu bir Türk oyunudur. Hükûmet üyelerinin kendileri de sorumluluktan kurtulamazlar... " tehditleriyle, hükümete, Reşit Bey'in bir an önce yakalaması konusunda baskı yapıyorlardı.

Damat Ferit'in derdi ise bambaşkaydı;

Acaba, Reşit Bey, kimlerin yardımıyla kaçmıştı! Acaba, iktidarına karşı bir gizli teşkilat mı vardı! Acaba, onu alaşağı etmeye de çalışacaklar mıydı!

Dr. Reşit Bey, Teşvikiye Karakolu'nun önünden geçerken karşılaştığı bir doktor tanıdığının ihbarı üzerine başlayan uzun bir kovalamacanın sonunda, yakalanacağı anladığında, "Düşmanlarının eğlencesi olmamak için" namluyu şakağına dayadı ve intihar etti.

Ondan geriye, eşine yazdığı şu satırlar kalmıştı sadece:

"Pek sevgili refikam ve çocuklarım…

Yakalanıp hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için son dakikada intihar etmek fikrindeyim. Revolverim bir dakika yanımdan ayrılmıyor ve hazırdır. Hayatımın bence hiçbir kıymeti kalmadı. Bir müsait vakitte milletime son vazifemi yapar ve hayatımın bakiyesini tamamıyla size hasr ve tahsis ederim ümidiyle yaşamak isterdim. Ne çare her istenilen olmadı. Sizi milletim için ihmal ettim. Herkes beni Ermeni malı ile zenginleşmiş biliyor. Halbuki sizi temin-i maişetten aciz bırakıyorum. Bu da talihin bir cilvesi…

Doğudaki Ermeniler aleyhimize öylesine kışkırtılıyorlar ki şayet onlar yerlerinde bırakılmış olsalardı çevremizde canlı olarak tek Türk bulmak ve bir tek Müslüman'ın yaşadığını görmek imkansız olacaktı. Bazı evlerde ele geçirdiğim silah ve cephane koca bir orduyu yok edecek sayı ve vasıflarda idi."

Doktor Reşit’in de suçu Türk olarak dünyaya gelmekti. Ve bedelini canıyla ödedi.

Tıpkı, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi Ermenicilerin hışmına uğrayarak genç yaşta hayata veda etti.

Sözün özü; "Dr. Reşit'in ne çok ruh torunu varmış bu ülkede diyen Ali Bayramoğlu’na gelince;

“Türklükten istifa eden şeyhülislam Mustafa Sabri'nin, emperyalizmin ajanlarıyla iş tutan Sait Molla'nın, bölücü Şeyh Sait'in, Zaven Efendi'nin, Talat Paşa'nın katili Solomon Tehliryan'ın ruh torunlarının bunu anlayamıyor yahut hazmedemiyor olması elbette tabiidir.

Nitekim, "Türklük" budur.

Ve evet "Hepimiz, Dr. Reşit'in ruh torunlarıyız!"