Hakkında ‘aman da ne kadar dürüst ne kadar namuslu ne kadar mütevazı ne kadar demokrat’ diye öve öve bitiremediğimiz kişilerin gerçek yüzünü, ancak kaybettiklerinde yani çıkarları zedelendiğinde görürsünüz.

Bir sportif rekabette mesela, galip olanlar genellikle centilmendir, düşeni kaldırır falan, lakin mağlupken öyle midir?

İşte bu durum genellikle siyaset dahil bütün insani ve toplumsal olaylar için geçerlidir.

Konumuz siyaset elbet ve artık tanıyamadığımız Kılıçdaroğlu…

Ama bu anlamda yalnız olmadığını belirtmekte yarar var.

Örneğin Erdoğan…

Seçim zaferlerinden sonra yaptığı balkon konuşmalarına bakın ‘aman da ne kadar demokrat’ değil mi?

Evet, kazandığında “Demokratik tercihini AK Parti'den yana kullanmayan değerli vatandaşlarıma da seslenmek istiyorum; sizin sandıkta verdiğimiz mesajı da anlıyorum. Lütfen, müsterih olun. Kime oy vermiş olursanız olun, oylarınız bizim için değerlidir. Demokrasi çoğulculuk içinde farklı siyasi tercihlerin rekabetini esas alan bir rejimdir. Bu zenginliği korumak herkesten önce bizim görevimizdir. Rahat olunuz, milletimizin emanetine bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sahip çıkacağız" diyen Erdoğan’ın kaybettiği İstanbul seçimlerinden sonra gördük öyle değil mi?

Ya şimdi İBB’ye ve CHP’ye yönelik sözleri, ithamları ve çekilen operasyonlar, bütün bunların hak, hukuk, adalet ve demokrasi ile bir alakası var mı?

Bugünkü Erdoğan’ın “Bize oy verenlerin de vermeyenlerin de yaşam tarzını, inanç değerlerini onurumuz, namusuz, şerefimiz olarak göreceğimizden hiç kimsenin ama hiç kimsenin kuşkusu, şüphesi tereddüdü olmasın. Daha mütevazı olmanın gayreti içinde olacağız. Tevazu bizim şiarımızdır. Bu millete efendi olmaya değil hizmetkar olmaya devam edeceğiz. Bugün hesaplaşma değil helalleşme günüdür. Kalbini kırdığımız, üzdüğümüz kardeşlerimiz varsa başa şahsım, tüm arkadaşlarım adına helallik diliyorum” diyen Erdoğan, aynı Erdoğan mı?

Neyse konumuz Kılıçdaroğlu aslında ama ‘gülme komşuna gelir başına’ meselinde olduğu gibi küçük bir hatırlatma yapayım istedim.

Hatta daha ileri gideyim, sevgili AKP tabanı, aman da ne kadar demokrat bir parti olduğunuzu aman da ne kadar mütevazı liderler tarafından yönetildiğinizi, parti içi rekabetle tanıştığınız gün anlayacaksınız.

Bugün Kılıçdaroğlu üzerinden CHP’yi alaya alanların gerçek yüzünü ve aslında nasıl bir camia olduğunuz işte o zaman anlaşılacaktır.

Evet Kılıçdaroğlu gerçekten ayıp ediyor. Yaşına, başına, geçmişine, konumuna bakmadan kendi kendini rezil ediyor.

Diyorum ya insanın gerçek yüzü kazanırken değil, kaybederken anlaşılır, işte hep o ‘kaybetme’ duygusunun zayıf karakterli insanlar üzerindeki etkisidir bu.

Tek bir sözü ile tarihe kahraman olarak geçmek varken, ihtirasına kurban olup partisini yıpratan hatta ihanet eden bir kişi olarak geçmeyi yeğlerse, herkesten önce kendisi kaybeder.

Evet, bağımsız(!) yargı erteleme kararı ile iktidara, işin keyfini sürme, tadını çıkarma, ülkenin asıl gündemini unutturma keyfi bahşetmiş olsa da Kılıçdaroğlu tek bir hareketi ile kamuoyunu ikna edebilir ve CHP’ye oynanan oyunu boşa çıkarabilirdi.

Yapmadı, yapmıyor…

Bir açıklama yapmadığı gibi mahkemeye gidip bu davayı hükümsüz kılma şansı var ama kullanmıyor.

Yenilginin yarattığı hırs ile iktidarın ve bağımsız(!) yargının kendisine sunduğu yeniden Genel Başkan olma hayalleri kuruyor.

Bütün hukukçular biliyor ki mahkeme bu konuda ‘yetkisiz’, davayı reddetme dışında alacağı her karar ‘hükümsüz’ ama bütün bu trajikomik hukuksuz süreci bir cümle ile bitirme şansı olan Kılıçdaroğlu’nun da ağzı bıçak açmıyor.

Sonuç ne olursa olsun birileri bundan sonra bu ‘utanç’ içinde yaşayacak…

İktidar ve yandaşları, Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçecekler.

Eğer doğru karar vermezse bağımsız(!) yargı da öyle.

Kılıçdaroğlu da bu tavrı ile insanlık var oldukça utançla anılacak.

CHP’ye gelince hiç karamsar değilim.

Ve eminim ki bu kumpas ve bütün bu tartışmalar CHP’yi değil daha çok iktidar kanadını yıpratacak…