Dünyanın en kolay mesleği, maç bittikten sonra yapılan spor eleştirmenliğidir. Hakemden teknik direktöre, futbolcudan yöneticiye kadar herkes masaya yatırılır, dilim dilim doğranır. Bu işi o kadar abartanlar çıkar ’ki, sahada top toplayan bile nasibini alır. Hepimizin saliselerle görebildiği görüntüleri, ileri al, geri al komutlarıyla defalarca izleyerek pozisyonlar incelenir, sonunda verilen hükümlerle hakemler, futbolcular, teknik direktörler harcanır. Hiçbir ülkede bizde olduğu gibi bu şaklabanlıklar yapılmaz. Tabi iş şaklabanlık noktasına varırsa, bunu yapanlara da şaklaban denir. Bu şaklabanlardan bir tanesini hatırlıyorum, başkasının adına konuşmuştu. Şu kişi bu göreve gelirse kodumu oturtur demişti, yeşil sahadan siyasete atlamıştı. Argoyu çok seven bu arkadaşın güvendiği dağlara kar yağdı. O kişi göreve geldi ama oturtmadı, hatta oturdu. Kapalı kapılar ardında neyin karşılığı ne verdiği, o masaya neden oturduğu halen tartışılıyor, ama bilinmiyor, Devlet Sırrı diyerek geçiştirildi. Delikanlılığı kimseye bırakmayan yorumcu ise, bu gün, dün kodumu otururlar dediklerinin kucağında oturuyor, yalakalıklarını yapıyor. Ben de bugün kolaycılığa kaçarak, maç bittikten sonra olmasa bile, devam ederken bazı yorumlar yaparak ‘‘BEN OLSAM’’ diye ukalalık yapacağım. Dün kendisine hakaret edenleri bakan bile yapan siyasi anlayış, bakalım bizim bu tavrımızı nasıl değerlendirir, göreceğiz.

Ben olsam, sporda çok başarılı bir noktadayken, siyasete atılmazdım. Siyasete atılmadan önce bütün toplumun sevgisini kazanmış olanlar, siyasete atıldıktan sonra büyük bir kesimin nefretine muhatap olduklarının farkında mıdırlar bilemem. Bildiğim bir şey varsa aldıkları maaşın bile hakkını veremez hale geldikleri ve ‘‘Milli’’ olma vasfını halk nezdinde kaybettikleridir.

Ben olsam, seçilerek başına geldiğim kurumu, bir siyasi partinin çöplüğü haline getirmezdim. Adı genel olan bazı görevlere, yardımcılar dâhil, il dışından gelen özel adamların atanması, o şehirde yaşayanları yaralamaktadır. Bu özel adamların tek ortak özellikleri, seçim kaybedilen yerlerde işsiz kalmalarıdır.

Ben olsam, bir partiyi hemşeriler partisi haline getirmezdim. O partinin, bütün üst düzey yönetimleri bir ilden, hatta o ilin bir ilçesinden gelenlere teslim edilmişse o partide büyük bir güvensizlik var demektir.

Ben olsam, seçilmeden önce dost olduklarımı, seçimler de bana maddi manevi yardım edenleri, seçildikten sonra ‘‘eski dostumuzu arıyoruz’’ noktasına getirmez, hiç olmazsa telefonlarına cevap verirdim. Nedense bazı siyasetçilerin ortak özelliği eski hallerini aratmak. Özel doktorluğunu ve Özel Kalem Müdürlüğü’nü yapan, Dr. TURAN Çömez’de eski dostu Recep Tayyip Erdoğan’ı arıyor! Nesini arıyor diye sormayacağım. Meraklısı internete girip bakar. Ben baktım öğrendiklerim dudak uçurtur.

Ben olsam, yolsuzluk, usulsüzlük yapanları, rüşvet peşinde koşanları, kim olursa olsun yanımda yakınımda tutmam. Tarımla uğraşanlar daha iyi bilir, ne ekersen onu biçersin. Hıyardan çınar çıkmaz. Düzgün fidan, düzgün ağaç istiyorsan, düzgün adamları görevlendireceksin. Doğru bilgi insanı güçlendirir. Yanlış bilgi ise zayıflatır. Doğru bilgiyi doğru ve temiz kaynaklar verir.

Bu şehirde, ben olsam diyeceğim çok şey var bu günlük yeter. Doğru bilgi isteyene bilgi, belge isteyene belge de verilir, hem de temiz kaynaktan.

Bir maçın bitmesine en çok 12 ay, diğerinin bitmesine de en çok 22 ay kaldı. Bun kafayla ve bu şartlarla gidilirse ‘‘YOLCUDUR ABBAS, BAĞLASAN DURMAZ.’’

Gelecek yazım ile ilgili ipucu vermek istiyorum. Konunun bir kısmı, ahirette cennet vadederek, dünyamızı cehenneme çeviren sahtekârlarla ilgili olacak. Diğer kısmı ise, kimi Amerikan bezi ile saracağımızı, kimi de İngiliz sicimi ile asacağımızı belirteceğimiz bir yazı olacak. Tabi Tanrı izin verirse. Yanlış anlamayın asmak için değil, yazmak için. Biz aldığımız her nefesin Tanrı’nın iznine tabii olduğunu bilenlerdeniz.

günler dileğiyle….