Benim çağdaşlarım sene itibariyle yaşlı kabul edilen sınıfa girmektedir. Açlık sınırı ve yoksulluk sınırı konusunda anlaşamayan birçok kuruma inat, yaşlılık sınırı konusunda, belediyeler sayesinde anlaşma sağlanmış bulunmaktadır. 60 yaşını geçenlere yüzde elli indirimli kart veren belediyelerimiz, 65 yaşındakilere toplu taşımalar ve benzeri hizmetler için ücretsiz kart vermektedirler. Faydalı sayılabilecek bu hizmet, bir parça da moral bozucu olabilmektedir. Aslında yaşlanmak meselesi, yaş almak ile karıştırılmamalıdır. Beynin isteyip de vücudunun yapamadığı zaman insan, fizyolojik olarak yaşlanmışsın demektir. Eğer beyin istememeye başladıysa, o zamanda, yaşama sevincini kaybetmiş, dolayısıyla psikolojik olarak yaşlanmışsındır. Benim anlayışıma göre yaş işi biraz beyin, birazda vücut işidir. Aslında yaşama sevinci olan herkes, yaşı ne olursa olsun genç kalmayı başarmıştır.

Birçok rahatsızlıkla mücadele edip son olarak Parkinson olan bir arkadaşım var. Erken kaybettiği babası nedeniyle annesini yalnız bırakamayan, bu nedenle bekâr kalmış bir Çerkez Delikanlısı. Birçok müşterek arkadaşımız var Zafer Karagülle ile. Yeşilyurt’ta oturuyor. Havanın müsait olduğu her sabah yürüyen, yüzen Zaferciğimin, yaşama sevinci ve mücadelesini bilip de takdir etmemek mümkün değildir. Yakın zamana kadar mesleği olan Avukatlığına devam etmekteydi. Şimdi Zafer’e yaşlı diyebilir miyiz? Gençliğinde parasızlıktan kaçak bindiği Samsun Vapurunda, İngiliz Turistlere kendini Komünist Rusya’dan kaçmış Zakof Karloviç adında bir mülteci olarak tanıtan ve acındıran Zafer’in, İngiliz kızını kendisine âşık etmesi ile biten bu macerası gençliğimizin en hoş hikâyelerindendir.

Aslında geçmişe ait çok güzel yaşanmış, hikâye gibi anlatacağımız şeyler var. Bu gün, yakın zamanda yaşadıklarımı anlatmayı tercih edeceğim. Bir tanesi Bizim Sakarya Gazetesi’nin sahibi Adnan Yüksel ile ilgili. Korkmasın, Osman Bayrakla olan Ankara maceralarına girmeyeceğim.  Adnan Yüksel, Adapazarı’nda artık pek yetişmeyen eski tabirle nev’i şahsına münhasır insanlardan biri, yani özel biri, özellikleri olan biri. Depremden sonra evde yalnız kalamamak gibi bir fobisi varmış, yeni öğrendim. Adapazarı’na geldikçe yalnız olduğu zaman beraber kalmaya başladık. İkramı, misafir etmeyi çok seviyor. Gece eve geliyoruz, karnımız tok. Arkadaş evde ne varsa çıkarıyor. Kuruyemişinden, meyvesine, çikolatasından, tatlısına kadar, hepsi organik. Bir gün, iki gün derken baktım hızla kilo alıyorum, Adnan’ın ikramından kurtulmak için Allaha sığınıp 2 Kasım’da oruca başladım, Bayramda altı ay olacak. Şimdi sayemde doğru yolu buldu, sağlığına kavuştu diye hava atıyor, haklımı haklı. Gerçi hava atmak en büyük özelliği, İstanbul’da gördüğü itibara şahit olunca az bile yapıyor diyorum. Tanıdığım birçok başkandan!! daha büyük forsu var.

Adapazarı geçmişte, sanatta, edebiyatta, müzikte, sosyal hayatta, sporda, politikada, isimleri bilinen değerli insanlara sahipti. Nedense son zamanlarda artık bu özellikte insanımız yetişmiyor. Son örneklerini de yavaş, yavaş kaybediyoruz. 1950 yıllarında Kapalı Çarşı gibi bir iş merkezini düşünüp, gerçekleştiren METİN KARAGÜLLE gibi iş adamımız çıkmadı şimdiye kadar. Bir DEVE ZİYA, bir HACIBABA HURŞİT, bir SÜLEYMAN SEBA, ZİYA TAŞKENT, AYŞEGÜL ALDİNÇ, SAİT FAİK ABASIYANIK gibiler gelmiyor artık.20 yıllık iktidardan bir Nuri BAYAR, bir ÜNAL OZAN çıkmadı. Kendi dalında çok başarılı olan sporcularımızı, siyasete sokarak yazık ettiler. Ne spor yapabildiler, ne siyaset. İnsanlar hayata bir manada yaşamak için gelirler, yaşarken yaşlanırlar. Sakarya’da insanlar yaşamadan yaşlanıyorlar. Yukarıda bir kısmını saydığım Sakaryalılar, hayatı doya doya yaşamış, arkalarında eserler bırakmış, esprileri, hayat felsefeleri olan insanlardı. Bu zamanda yaşamak için saklanmak, mekân değiştirmek, hatta kılık değiştirmek gerekebiliyor. Şehrin göbeğindeki caminin imamı ‘‘sanatçı, sporcu, şarkıcı ile arkadaşlık ederseniz günaha girersiniz’’ diye vaaz veriyorsa, o şehirden artık sanatçı, sporcu, şarkıcı çıkmaz. Bilim adamı ise hiç çıkmaz. Bilim için aklın hâkim olması gerekir. Aklını kiraya verenlerin bol olduğu yerden FETÖ ve benzeri tarikat mensupları çıkar.  Siyaseti hizmet yapmak yerine, reklam yapmak, halkın gözüne girmek yerine, tek seçici liderin gözüne girmek zannedenler yüzünden de siyasetçi çıkmaz. Şiir, hikâye, roman için yaşayan, hür bir ruha ihtiyaç vardır. Ruhu esir alınmış, yaşamadan yaşlananların oluşturduğu toplumlardan sanatçıda çıkmaz.

Aslında bu günkü yazımda Nezir Kayınoğlu’ndan, Naci Öziş’e, Yavuz Deniz’e yaptıklarından, Ali Özkan’dan, Ersin Taranoğlu’ndan, Paşa Demircioğlu’ndan, en erken asker emeklisi olan Ergun Gökova’dan, Nuri Paker’den, Hasan Nomaler’den, İbrahim Müftüoğlu’ndan, rahmetli Osman’ın Ersin Taranoğlu’na vasiyetinden, yaşayan tek tanıdığım şair Halil Müftüoğlu’ndan bahsedecektim, onların hikâyelerini anlatacaktım ama olmadı. Bu Şehrin, hatta bu Ülkenin yaşam sevincini, ruhunu, geçmişini ve geleceğini yok edenler aklıma gelince yerim de ruhumda daraldı. Söz veriyorum, Allah kısmet ederse, en kısa zaman da bu arkadaşlarında yer alacağı bir dizi yazı yazacağım. Hem güldüreceğim, hem de düşündüreceğim.

YAŞAMAK NEFES ALMAK DEĞİLDİR, YAŞAMAK ALDIĞIN NEFESİN DEĞERİNİ BİLMEKTİR, HAKKINI VERMEKTİR.

BÖYLE DÜŞÜNEN VE YAPANLAR HİÇ BİR ZAMAN YAŞLANMAZLAR

Sağlıklı günler dileğiyle….