Ciğerlerimiz yanarken ‘kim yaktı’ kısmı ile ilgilenmek bir suçun gizlenmek istenmesi gibiydi sanki.

Nitekim de öyle oldu, perde aralanınca bir baktık ki, ormanlarımız amiyane tabirle Allah’a emanetmiş!

Orman Bakanlığının envanterinde bir yangın söndürme uçağı dahi yokmuş!

Yangından ziyade soru sormamızı engellediler adeta…

Türkiye gibi diğer özellikleri yanında, doğal güzellikleriyle de öne çıkan, turizm ülkesi olarak da dikkat çeken, üstelik orman yangınlarının sık yaşandığı coğrafyasıyla bilinen bir devlet, niçin orman yangınlarıyla mücadelede bu kadar yetersiz kalıyor, diye sormamız istenmedi.

Çakmak çakılsa haberimiz oluyor anında ensesine biniyoruz diyenler, bu yangınların çıkış sebebini ve faillerini neden bulamıyor, diye sormamız istenmedi.

Orman yangınlarıyla mücadelede akıl, bilim ve deneyim devre dışı bırakıldığı için mi bu kadar başarısızız, yeterli mali kaynak mı yok, personel sayısı mı az, halkımız mı bilinçsiz, kanunlar mı etkisiz, diye tartışmamız bile istenmedi.

Hele ki iktidar ile Türk Hava Kurumu arasındaki inatlaşma adeta es geçildi.

Bütün dertleri, devleti yöneten hükümet eleştirilmesin, AKP-THK anlaşmazlığı nedeniyle yangın söndürme uçaklarının kullanılamadığı konuşulmasın, tedbirsizlik, beceriksizlik ve yönetim sorununa tepki gösterilmesin diye 40 komplo ile 40 takla atılıyor...

Bütün bunlar komplo dahi olsa eninde sonunda iktidarın nasıl yönettiği ile alakalıdır.

Devlet güçlüyse, zaten felaket olmadan önlem almıştır ve felaket olduğunda da hızla kontrol eder, hasarı azaltır. Böylece “arkasında üst akıl var” gibi komplolara sığınmaz.

Devlet güçlüyse, karşılaştığı felaketin gerçek failinin kim olduğunu zaten saptar ve öyle “üst akıl” gibi soyut özneye gönderme yapmadan somut faile işaret eder.

İşaret etmekle kalmaz, hesap sorar.

Yani, devlet yangın olmaması için tedbir alır, yine de olursa anında müdahale eder söndürür, yakanı da bulur ve cezalandırır…

Bunu yapamayan ve yapmayanlar da ‘komplo teorilerine’ sığınır. Olup biten budur…

Bilim yerine algıyla hareket etmenin cezasını çekiyoruz.

Ormanları iç ve dış hainlerin yakma ihtimali elbette var…

Devletler arası mücadelenin şekil değiştirdiğini, savaşların biçim değiştirdiğini görmezden gelemeyiz. Sabotajdan kundaklamaya kadar her türlü ihtimali düşünmeliyiz.

Ama bu tartışma, mücadelenin önüne geçmemeli, bizi oyalamamalı, hedef saptırılmamalı.

Ama bizde her şey mecrasından saptırılıyor.

İktidar, “Yerleşim bölgelerindeki yangının sorumluluğu büyükşehir belediyesinin” diyor, topu taca atıyor.

Oysa yangın ormanda başladı, yerleşim bölgelerine ulaşana kadar sorumluluk devletindir. Bu söz, hükümetin söndüremediği yangının sorumluluğunu belediyeye atma acizliğidir!

Yangınlar başlar başlamaz, TOKİ’nin yangından sonra yapacağı evlerin reklamına başlanması, AKP’li  Belediye Başkanının “çok eski evi olan vatandaşlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler” demesi kafaları karıştırıyor.

Yangının daha ilk günlerinde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “milletimiz cömerttir” diyerek yardım kampanyasını duyurması adeta acziyetimizi ortaya koyarken, Cumhurbaşkanının yangın bölgesinde otobüs üstünden çay paketi fırlatması zihinleri bulandırıyor.

RTÜK’ün, yangın genelgesi yayımlayarak, televizyonlara “Yanan yerleri değil, sönen yerleri gösterin, kaos isteyenlere hizmet etmeyin” talimatı ise yangın ve sonuçlarından ziyade vatandaş algısına ve o algının yönetilmesine önem verildiğinin ve Halk TV’nin Marmaris’teki yangın yayınının, yandaşlarca ‘yanlış konuştuğunuzda engelleriz’ diye basılması, gerçeklerin örtülmek istendiğinin apaçık bir göstergesi…

Daha ilginç tarafı, orman yangınlarının başladığı gün, kıyılar başta olma üzere orman alanlarındaki yapılaşma tasarrufunu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkisine, hangi alanların kapsama gireceğini de Cumhurbaşkanının iki dudağı arasına bırakan bir kanun Resmi Gazetede yayınlanınca aklınıza ne gelir?

Ve adeta otel projesine uygun yangınların çıkarıldığı bu ülkede, aklınıza bütün bunların gelmesi suç mudur?

Hasılı, sorulması ve tartışılması gerekenler o kadar çok ki ama bunu yaparken iktidara karşı hassas olmamız, iktidarı eleştirme ve suçlamaktan kaçınmamız isteniyor.

Yani onların ağzıyla konuşacağız, kader diyeceğiz, bu işin fıtratında var diye geçiştireceğiz.

Tamam fıtratta yangın var ama senin yangın söndürme uçakların nerede diye sormamız da suç sayılacak.

Yangın kader ama yangın söndürme uçağı bulundurmamak da sizin tercihiniz diye sorumluluklarını hatırlatmamız suç olacak!

Ne güzel memleket be!