Trajikomik günler geçiriyoruz. Bir çoğunluğumuz var ki maskeyi çenesinde taşırken ,diğer çoğunluğumuzda hala vaat edilen maskelerini alamamış olmaktan muzdarip. Elli beş ülkeye yardım gönderdi bu hükümet. Zor olan üretim, kolay olan dağıtımken üretimde hiç sorun yaşamayan , dünyanın bir diğer ucuna maske gönderen, kendi halkına ise bir türlü maske ulaştıramayan tek ülke olarak tarihe geçebiliriz. Umuyorum ki en kısa sürede çözülür bu sorun.

HANGİ KAPI ? HANGİ PENCERE?

İzlediğim haber programına, İngiltere’de yaşayan bir bilim adamı internet aracılığıyla konuk oldu. Prof dr. Mehmet Tevfik Dorak ekranda çok ilginç bilgiler paylaştı. Her geçen gün bu pandemide farklı pencere ve kapılar açılıyor. Hangi pencereden bakıp, hangi kapıdan çıkacağımıza dair iyiden iyiye karışıyor kafalarımız. İzlemeyenler için şimdi burada bir özet geçmek istiyorum.

Mehmet Dorak,bir kere toplumun %60 ı hastalığı mutlaka yaşayacak dedi... Sokağa çıkma kısıtlamalarının aslında korunmak değil saklanmak olduğunu söyledi. Sokağa çıkma kısıtlaması gibi alınan tedbirlerin aslında bugün sağlık sistemi çökmesin , sağlıkçılarımız dinlenebilsin diye gerekli uygulamalar olduğunu vurguladı.

İlk dalga atlatılsa bile ilerleyen zamanda ikinci ve üçüncü dalganın gelebileceğine işaret etti. İngiltere için bile salgında henüz yolun başında vurgusu yaptı. Bu salgının, toplumun en az %60 ı bu hastalığı geçirmeden bitmeyeceğini ve sürü bağışıklığı kazanılmayacağını, sürü bağışıklığı kazanılmadan da bu virüsten kurtulamayacağımızı uzun uzun anlattı.

REHAVETE KAPILMAYALIM…

Bu bilim adamının açıklamalarını göz önünde bulundurduğumuzda her akşam ekranlarda bize sunulan o grafikleri, o raporları, hasta sayısının düşüşünü iyi bir haber gibi algılamamızı sağlamalarında bir ironi yok mu? Her şey neredeyse bitti, yendik yeniyoruz, biz parmakla gösteriliyoruz falan gibi yansıtmak ne kadar doğru? Biz zaten toplum olarak çabuk rehavete kapılıyoruz. Bu yüzden bu izlenen yol daha da tehlikeli olmuyor mu? Kanımca zafer nidalarını da erken atıyoruz. Salgına toplumun yüzde onu bile yakalanmamışken ve bilim otoriteleri bir topluluğun yüzde altmışı bu hastalığı geçirmeden salgın bitmez derken ;Bitti gidiyor, normale döneceğiz dönüyoruz , haziranda okulları açıyoruz falan bunlar çıkış için yanlış açılmış kapılar gibi görünmüyor mu size de? Kriz yönetmek başka siyaset yapmak başka bir şey. Yansıtanlar varsın karıştırsın ama biz tevazu ve sağduyu ile hareket edelim ve lütfen rehavete kapılmayalım.

SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞINI BİLMİYORUM AMA…

Hastaneler hazır olmalı, kamusu, özeli sahrası... Sağlıkçılarımız doktorlarımız, hemşirelerimiz dinlenmeli dinlendirilmeli. Anlaşılan o ki rehavet beraberinde büyük acılara neden olacak. Biz şimdi Okullar başlasın, AVMler açılsın ekonomi düzelsin, sosyal hayat canlansın dersek ve bu fikire de alkış tutarsak yanlış yapmış olmazmıyız?. Bu süreç sandığımız kadar çabuk bitmeyebilir. Sandığımız kadar uzunda sürmeyebilir. Bu buradan bakınca ne yazık ki bir muamma. Bu konuya ilişkin belirgin bir belirsizlik var. Ama bakın net olan bir şey var. Bu süreçten hiç kimse , hiçbir işletme aynı çıkmayacak, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak olamayacak.. Birilerinin bize acil olarak diğer resmi göstermesi gerekli, kötü resmi göstermeliler ki biz olasılıklara hazır olalım. Bu arada biliyorsunuz değil mi kötü resmi göstermeleri demek büyük sorumluluk, keza bizim için gerekli tedbirleri alıp gerekli düzenlemeleri getirmeleri gibi bir sorumluluğu daha bir zorunlu kılıyor.

Salgında sürü bağışıklığı olur olmaz bunu bilmiyorum ama görünen o ki biz acilen kapıldığımız şu sürü psikolojisinden kurtulmalıyız. Bitti bitecek sevinmek, salgının bitmesini beklemek yerine bireyler olarak hem kendimiz hem de toplum yararına düşünmeliyiz. Bütünü ve olasılıkları atlamadan kötü resmi görmeliyiz. Süreci ve sonrasını planlayalım, biz üzerimize düşeni yapalım. Yetkililerden ihtiyacımız olanı, yapmaları gerekenleri beklentilerimizi ve de haklarımızı sağduyu ile isteyelim. Elzem oluş sıralarıyla dillendirelim ve talep edelim.

DERDÜ BELA KEMENDİ MAHBUBDUR…

Hukukçu, eğitimci aynı zamanda bir televizyon programının yapımcısı ve sunucusu Hayati İnanç. Program yaptığı kanalı izlemiyorum. Bir videosunu izledim. Çok akıcı ve dolu doluydu. İçerisinde olduğumuz günlere ışık olacak nitelikte sözleri yakaladım ve sizlerle de paylaşmak istedim. Divan edebiyatından keyif alanlar, unutulmaz beyitleri olması gerektiği gibi iyi bir üslupla dinlemek isterlerse Hayati İnanç’ın youtube videolarını göz atabilirler. Şimdi gelelim o güzel sözlere;

Belanın Allah tarafından sana gönderilen bir nimete ambalaj olduğunu anlamalısın diyor. Öyle anla kavra diyor, boşuna gelmez yani. Senden intikam almak için bela gelmez yani. Allah mümin kuluna sevdiği kuluna bela gönderir bazen . ‘’Derdü bela kemendi mahbubdur’’ der eskiler. Dert ve bela sevgilileri çekmek için atılan kementtir. Peki nedir bunun içinde ki nimet, büyük bir nimet vardır. Diken gülün habercisiymiş. Bela diken gibidir gelecek nimette güldür… Bunu böyle bil. böyle kabul et… Cenabı hakkın yarattıklarında ki hikmeti hak, şerleri hayr eyler. Zannetme ki gayr eyler. Arif onu seyreyler. Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler…

Bugünlerin dikenlerinin, hepimizi gül bahçesine götüreceği güzel günlere diyelim. Sevgi ve sağlıkla kalın…