İnsanlık tarihi, yığınların, milli, dini ve sair duygularının istismar edilmesiyle yaşanan trajik katliamlarla doludur.

Genellikle ve özellikle yönetenlerin, konumunu veya iktidarını koruma, gündem değiştirme ve varlığını pekiştirme amaçlı tenezzül ettikleri bu algı operasyonlarının Türkiye’deki versiyonları Çorum ve Maraş olaylarıdır örneğin…

Daha da geriye gidersek 6-7 Eylül olayları…

Notlarım arasında vardı ama iki günlük TÜVASAŞ serisi sebebiyle bugüne erteledim.

İspanyol asıllı Amerikalı filozof George Santayana; “Geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrar etmeye mahkûmdur” diyor. Mehmet Akif’de “İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Burada da amaç tarihi hatırlatıp, olabileceklerin önüne geçme hassasiyetini arttırmak elbet…

Çünkü korkuyorum, endişeleniyorum.

Siyasetin kirli ve ötekileştirici, ötekileştirmekle kalmayıp düşman edici dili uykularımı kaçırıyor.

Bazen dini, bazen milli, bazen sair hassasiyetleriyle birbirine düşürülmeye uygun ve her an kullanılmaya müsait olan bu toplumun, hamasetle gaza getirilmesi sonucu başımıza gelebilecek olanları düşündükçe ürperiyorum.

Maalesef ibret alınmayan tarihin tekerrür etmesinin an mesele olduğu günlerdeyiz.

6-7 Eylül’de neler ve ne sebeple yaşanmış, hatırlatalım ki ibret alınsın ve ibret alanların sayısı artsın…

Önce alt yapısını kurcalayalım;

1955 yılıydı.

İktidar, pek çok alanda sıkıntılıydı.

Ekonomik kriz kapıdaydı. Döviz rezervleri eriyor, Türk Lirası dolar karşısında 2.80 TL’den 9 liraya fırlıyor, yüzde 221 oranındaki devalüasyonla sonuçlanan 1958 ekonomik krizine adım adım yaklaşılıyordu.

Siyasi manzarası hiç iç açıcı değildi. Ülke Menderes nezdinde adeta bir tek adamın egemenliğindeydi. Liyakat yerine sadakat tercih edildiği için, devlet adamlığı geri plana atılmış, milletvekili kalitesi son derece düşmüştü.

Lider dış politikayı kimseye bırakmıyor, bizzat yönetiyor, küçük, büyük demeden, her konuda tek başına karar alıyor, bu kararları itirazsız kabul gerektiriyor.

Halkta iktidardan hoşnutsuzdu ancak, muhalefetin bu hoşnutsuzluğu dile getirmesi, oya dönüştürmesi, kampanya yürütmesi, iktidarın özgürlüklere getirdiği kısıtlamalar nedeniyle pek mümkün görünmüyordu.

Ekonomik bunalım arttıkça iktidarın baskıcı tavrı da artıyordu.

Bu durum sadece halkta değil, parti içinde de hoşnutsuzluk yaratmaya başlayınca, iktidarın gerek tabanını gerekse seçmeni konsolide edecek, birleştirecek atraksiyonlara ihtiyaç duydu.

Bunun için öncelikle bir düşman icat etmek gerekiyordu.

O da kolaydı çünkü iktidarın karşısında hain Komünistler(!) cinsi hazır düşman ve yandaşlarına gösterebileceği mükemmel bir hedef vardı.

Çok önemli ve kullanılmaya elverişli bir algı operasyonu aracı da Kıbrıs’da yaşananlardı.

Kıbrıs’ta Rumlar Türklere karşı terör hareketlerine başlamıştı.

Adada yaşanan bu gelişmelere, gazeteler marifetiyle toplumsal bir rahatsızlık oluşturdu.

Adada Türklere yapılan eziyet ve haberlerin sebep olduğu infial Türkiye’de yaşayan Rumlara karşı da tepkinin oluşmasına sebep oldu.

Hürriyet Gazetesi de “İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rum çetelerine gönderiyor” cinsi haberlerle olayları körüklüyordu.

Algı operasyonunun ‘malzemesi’ belliydi artık; Kıbrıs’ta yaşananlar…

Haliyle ‘düşman’ sorunu da çözüldü; içimizdeki azınlıklar…

Bir de buna Türk düşmanı komünistler eklendi haliyle…

Kullanıldığı sonradan anlaşılan bir kıçı kırık gazetenin “Yazıyor, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını yazıyor” haberiyle galeyana gelen halk sokaklara döküldü.

Azınlıklara ait mülkler, dükkanlar, işyerleri tahrip ve talan edildi.

Azınlıklar feci halde dövüldü, darp edildi.

10 üzerinde azınlık vatandaş öldürüldü.

Olaylara müdahale etmekte geciken(!) iktidar ertesi gün suçluyu buldu ve ilan etti; “Komünistler…

Cumhurbaşkanı Celal Bayar; “Olaylardan suçlu olanlar basın ve bazı komünistlerdir, halkı onlar tahrik etmiştir” dedi.

Aziz Nesin, Can Boratav, Zehra Kosova gibi isimlerin bulunduğu yazarlar ve aydınlar hapse atıldı.

Zafer ve Ulus gazeteleri kapatıldı.

Demem o ki, bugünlerde birileri yine Komünizm tehlikesini ancak hatırlamış, “Türkiye’nin değişik yerlerinden ne kadar sol varsa, komünist varsa alıp buraya getiriyorlar. Siz bizim önümüzü kesemezsiniz!” nutukları atmaya başlamışsa, dikkatli olun.

Ben de sizi şimdiden, bir Ülkücü olarak uyarıyorum.

İktidarların nefret diline alet olmayın, ötekileşmeyin…

Bu pilav daha çok su kaldırır; devam edeceğiz…