ANKARA’NIN GÖBEĞİNDE KÖLE TİCARETİ

Tamam, siz Ensar onlar Muhacir!

Peki, Ensarlığın gereğini yapıyor musunuz? O çaresiz biçarelerin istismar edilmelerine engel olabiliyor musunuz? Yoksa sizi sadece Ümmet hamaseti kısmı mı ilgilendiriyor, bugün ona bakalım.

6 Ağustos 2020’de yazmışım

Albert Camus “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş.

Ne zaman olağan olmayan bir ölüm haberi izlesem, aklıma bu söz gelir.

Geçtiğimiz haziran ayı sonunda kaçak göçmen taşıyan bir gemi Van Gölü’nde battı malumunuz. Temmuz ayı boyunca cesetler çıkarıldı, en son 54 olarak hatırlıyorum.

Büyük bir trajediydi gerçekten, bir o kadar da ayıp…

Dolayısıyla Camus’un yukarıdaki sözü çınladı durdu kulaklarımda…

İlk facia ve ilk trajedi değildi bu.

Aralık 2019’da 71 göçmen taşıyan tekne alabora oldu, 7 göçmen öldü.

Aynı günlerde Özalp ilçesinde tam 57 göçmenin bindirildiği minibüs şarampole yuvarlandı, 17 kişi can verdi.

2019’un nisan ve mayıs aylarında Van'ın Başkale ilçesinde 1’i vurulmuş, 24’ü donmuş toplam 25 mülteci cesedi bulundu!

Mayıs 2002’de de Çaldıran’da donmuş 19 Afgan göçmen bulunmuştu.

Bütün bunları üst üste koyunca ‘biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz’ diye endişelenmemek mümkün değil.

Biz ne ara bu hallere geldik, ne ara kevgire döndü sınırlarımız anlamak mümkün değil.

Hadi eskiden teknoloji uygun değildi, denk gelmedikçe veya ihbar edilmedikçe ruhunuz bile duymazdı.

Ama şimdi öyle değil ki, ısı ve görüntüye duyarlı gece görüşlü, uydu bağlantılı termal kameralara kadar ne ararsanız var.

Demek ki sorun teknolojik değil, insani, insanla ve o insanların nasıl yönetildikleriyle ilgili…

Bütün dünya bizi terör ve kaçak göçmen koridoru olmakla suçluyor.

Savaş sebebiyle kabul ettiğimiz Suriyeli vesaire mültecileri kast etmiyorum, kaçak göçmen giriş çıkışı ve insan kaçakçılığından söz ediyorum.

Şimdi elin gavuruna mı inanalım diyeceksiniz.

Yok, neler yaşadığımıza ve nasıl yaşadığımıza bakın anlarsınız.

Aslında nasıl öldüğümüze dolayısıyla nasıl yönetildiğimize dair kronolojik örnekler verecektim ama köşe ancak mülteci ve insan kaçakçılığı konusu ile dolacak gibi görünüyor.

O kronolojiyi yarına bırakmak kaydıyla konuya dair bir örnek daha vereyim.

Bu kez nasıl öldüğümüzle değil, buna yaşamak denilirse elbet nasıl yaşadığımızla ilgili ve elbette nasıl yönetildiğimizle…

Kölelik kaldırılalı asırlar oldu ama siz gelin de bunu sözde İslamcı ve terör bağlantılı gruplara anlatın.

Ha, bir de bu ülkeyi yönetenlere daha doğrusu yönettiğini zannedenlere…

Mehmet Y Yılmaz yazdı. Meğerse Ankara’da, bu ülkenin başkenti bile köle ticareti yapılıyormuş.

“IŞİD’in, 2014 yılında Şengal'deki katliam sırasında, 16 yaşında iken kaçırıp, köle olarak sattığı bir kadın, Ankara'da kurtarıldı.

Hale Gönültaş'ın Gazete Duvar'da yayımlanan bu haberini okuyan, normal olarak ne düşünür?

Türk polisi önemli bir iş başarmış, Ezidi kadın yapılan bir operasyonla kurtarılmış!

Hayır, Türkiye'deki Erdoğan rejiminde böyle olmuyor!

Ezidi kadını kurtaranlar yakın akrabaları ve bunu "parayla" başarmışlar.

Köle olarak bir IŞİD mensubuna satılan kadını, para verip tekrar satın alarak kurtarmışlar.

Ve evet, olay Ankara'da cereyan etti!

2014 yılında, ailesi öldürülerek IŞİD tarafından kaçırılan Zozan K., internetteki "köle kadın pazarında" bir saat süren bir açık arttırma ile 2018 yılında Irak Türkmeni bir IŞİD'li tarafından satın alınmış.

Önceleri Musul'da bir evde tutulan kadın, 10 ay önce, kendisini satın alan adamın 2 karısı ve 4 çocuğu ile birlikte Ankara Sincan'da bir eve yerleşmiş.

IŞİD'çi Irak ile Ankara arasında gidip geldikçe, kadına tecavüz ediyor, jiletle işkence de ediyormuş.

Sonunda amcaları iz sürerek kızlarının Sincan'da olduğunu tespit etmişler, araya aracılar girmiş ve pazarlık sonucunda genç kadını satın almayı başarmışlar.

Mutlu biten bir acı hikâye ama hikâyenin esasen burada bitmiyor olması da lazım.

IŞİD ile iş tutan bu adam, Türkiye'ye bu kadar rahat nasıl girip çıkabiliyor?

Türkiye'nin sınırları bu kadar kolay geçilebiliyor mu?

Her isteyen iki karısını, bir kölesini ve dört çocuğunu yanına alarak gelip, Türkiye'de serbestçe yaşayabiliyor mu?

Türkiye, IŞİD'i terör örgütü olarak kabul etmiyor mu?

Türkiye'nin geçerli kanunları, bir kadını seks kölesi olarak evinde hapseden bir adama işlemiyor mu?

Bir insanı zorla bir eve kapatmak, kadına tecavüz ve işkence, köle alım-satımı Türkiye'de suç olduğuna göre, savcılık ve Emniyet bu olayın ortaya çıkmasından sonra nasıl bir çalışma içine girdi?

Yabancı uyruklu bir adam, Türkiye'de kanunları bu kadar rahat çiğneyebiliyorsa, Türkiye'nin istihbarat örgütleri filan ne işle iştigal ediyor?

Bu soruları soruyorum ama bir yanıt alamayacağımızı da biliyorum.

AKP'li dindar kadınlar bu işin takipçisi olurlar ve bir yanıt alabilirler mi dersiniz?

Yoksa, kadın Ezidi, adam Müslüman diye onlar da başlarını ters tarafa çevirirler mi?”

Evet, nasıl bir ülkede yaşıyoruz diye endişelenmemek mümkün mü?

TİMUR SOYKAN; KÖLE ÇOCUĞUN ÖLÜMÜ

Ümmetçi Ensar iktidarın muhacirlerinin dramını bir de Timur Soykan’dan aktarayım;

8 Haziran 2017 akşamı saat 21.00’de, İstanbul Mahmutbey’deki İSTOÇ’un 3 no’lu kapısı ile TEM Otoyolu’nun arasındaki karanlıkta üç küçük gölge yürüyordu

Yağmur altında bitkindi küçük adımları.

Dev, ıslak otobanda 120 km/saat hızla giden farların aydınlığında bir görünüp bir karanlığa gömülen üç Suriyeli çocuk bariyeri güçlükle aştı.

Modern zamanın ölümcül, azgın nehrinin kıyısında, hızına yetişemedikleri yüzlerce insanın arasında yapayalnızdılar. Bir köprü yoktu ve karşıya geçmek istiyorlardı.

10 yaşındaki Macit, 12 yaşındaki Hakim etrafını saran farların arasından kıl payı kurtuldu. Beyaz panelvan bir anda önüne fırlayan karaltıyı gördüğünde çok geçti. Onun çarptığı çocuğun üzerinden iki otomobil geçti. Panelvan durdu, diğerleri kaçtı.

12 yaşındaki Muhammed Cabir Sılaş ölmüş, azgın nehir durmuş, fren lambalarıyla kırmızıya bulanmıştı. Çocuğun torbasındaki kağıt mendiller ortalığa saçılmıştı. Orta refüjdeki iki çocuk, korkudan titriyordu, kaçtılar.

Sol şeritte yatan, kahverengi battaniye ile örtülmüş çocuğun artık herkes farkındaydı. Merakla bakanlar, yanından geçtikten sonra gaza basıyor, dev otobanda hayat normale dönüyordu.

Polisin ulaştığı çocuğun dayısı Heysem Sılaş ifadesinde “Ben inşaatlarda çalışıyorum. Eşim ve üç çocuğum ile Küçükçekmece’de yaşıyoruz. Yeğenimin anne ve babası Halep’te. İki aydır bizde kalıyor. Ona çarpandan şikâyetçiyim” demişti.

Yalan söylüyor, zalimliğini gizliyordu.

3 yıl 9 ay boyunca haberimiz olmadı.

Muhammed bir örgütün para ile alıp sattığı, işkence gören köle bir çocuktu.

2017’nin mart ayında Muhammed, iç savaşta yerle bir olmuş Halep’e yakın köyündeki evinin önünde oynuyordu. Aylar önce kendisinden üç yaş büyük ağabeyi Mahmud’u götüren otomobil toprak yolda tozlar saçarak yaklaşıyordu. Aynı adam inmişti otomobilden. Adı Zeyd Kalusi’ydi. Çocukları kiralayıp Türkiye’ye götüren adamı köylerde herkes tanırdı.

Muhammed, kendisinin satıldığı pazarlığı dinledi. Zeyd, babasına 3 aylığına 30 bin Suriye lirası verecekti. “Dayısına teslim edeceğim” demişti.

Birkaç gün sonra annesinin kıyafetlerini doldurduğu okul çantası kucağında bir minibüsün içindeydi Muhammed. 8 çocuk vardı. Gece vakti kaçakçılar onları sınırdan geçirdi. Reyhanlı’dan yolcu otobüsleriyle İstanbul’a gönderildiler.

Dayısı Heysem, Muhammed’i Esenler Otogarı’nda teslim aldı. Saçını okşamayan, yüzüne bakmayan dayısı onu, Kanarya Mahallesi’ndeki bir apartmanın bodrum katına götürdü. Duvarları nemden kararmış, tavana bitişik küçük pencereleri gazete kağıtlarıyla örtülü depo ranzalarla doluydu. Her yanı saran çamaşır iplerinden çocuk kıyafetleri sarkıyordu.

Üzerine kilitlenen kapı gece yarısı açıldı. Çocuklar içeri doluştu. Konuşmaya mecalleri yoktu. Sadece İbrahim, nereden geldiğini sormuştu.

Sabah 06.00’da ranzaya atılan tekmeyle uyandı Muhammed. Diğer çocuklarla bir minibüse bindirilmişti. Bir trafik ışığının önüne İbrahim ve üç çocukla bırakıldı. Dev şehirdeki kalabalığı, otomobilleri şaşkın izliyordu. Eline kağıt mendil dolu bir torba verilmişti. Akranı İbrahim içine düştüğü cehennemi anlattı ona:

“100 lira toplamazsan, polise yakalanırsan hortumla, kabloyla döverler. Hep buralarda gezip bizi kontrol ediyorlar. Uyursan, çalışmazsan döverler.”

İbrahim vücudundaki dayak izlerini göstermişti.

Günler işkenceyle, dayakla geçti…

Bu sırada polis, Suriye’den getirdiği köle çocukları dilendiren örgütü takibe almıştı. Telefonlarını dinliyordu. Trafik ışıklarını, AVM önlerini, metrobüs duraklarını bölüşmüş çeteler, birbirleriyle konuşuyordu.

Muhammed’in dayısı Heysem Sılaş, 17 Mayıs 2017 günü saat 05.48’de çocukların kaldığı bodrumun sahibi Amir Cebebini’ye telefonda şöyle dedi:

“İki çocuğu kaldırman lazım. Muhammed Cabir ile Ali’yi, Nur’a 6 bin liraya sattım.”

Dinleme kayıtlarından anlaşılıyordu; 5 gün sonra Muhammed, en gaddar köle çocuk sahibi Ali Cebebini’nin eline düşmüştü. Ona herkes ‘Yarasa’ diyordu. Korkunçtu.

27 Mayıs 2017 günü saat 02.14’te Yarasa, Muhammed’in kaldığı depoyu aramış ve telefonu ona vermelerini söylemişti. Tape kaydı şöyleydi:

“Ali Cebebini: Neden yetmiş lira.

Muhammed Cabir: Altmış dokuz… Altmış dokuz lira…

Yarasa’dan telefonu alan Heysem, Muhammed’i tehdit ediyordu:

‘Nasıl altmış dokuz lira. Ve nasıl sokakta kız resmi çiziyorsun ve kalp resmi çiziyorsun. Değil mi güzel aşk yaşayacaksın… Seni dört parçaya böleceğim. Ali 150 liraya tamamlayıp dönüyor.’

Muhammed Cabir: Çalışacağım.”

Örgütün takipçileri, sürekli köle çocukları izliyor, dilendikleri paraları topluyorlardı. Muhammed’in tebeşirle yere çizdiği ve yağmurda silinen resmi görmüşlerdi.

Hortumla dövüldü, falakaya yatırıldı.

Muhammed, 8 Haziran 2017 günü işkence görmemek için 100 TL biriktirmeye çalışıyordu. Onun ölümünden hemen sonra Yarasa’nın telefon konuşmasını polis kaydetmişti.

“Benim çocuklardan… Otobanda yatıyor… Almadılar daha…”

Örgüte operasyon 11 Eylül 2017 günü yapıldı. 5 ayrı depoda 44 Suriyeli çocuk vardı

Biri Muhammed’in ağabeyi Mahmud Silaşi’ydi. İfadesinde şöyle dedi:

“Kardeşim ölmeden önce bana anlattı. 100 TL altında para topladığı zaman sırtında sigara söndürmüşler, dilinin altını çakmakla yakmışlar. Bunun için akşam o saatte para toplamaya çalışıyordu. Babama anlattım. Hiçbir şey yapmadı. Beni de hortumla, kabloyla çok dövdüler.”

Bu örgüt ile ilgili dava bu aybaşında İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Burada adı geçen sanıklardan hiçbiri tutuklu değildi, duruşmaya da gelmediler.

Bu örgütle ilgili ilk haberi 3 Mart 2021 günü DHA’dan Ahmet Yeşilmen yazdı. Size 214 sayfalık iddianamedeki gerçeklerin küçük bir kısmını anlatabildim.

Bugün her trafik ışığında, AVM önünde, otobüs-metrobüs durağında parçalanmış ülkenin köle çocukları çalışmaya devam ediyor. Aileleri değil, örgütün akbabaları onları uzaktan izliyor. Sadece bu çetelerin değil, Suriye’yi yerle bir eden emperyalistlerin, Neo-Osmanlı hayaliyle komşusunu yakanların elinde Muhammed’in ve binlerce çocuğun kanı duruyor.