Bir kısa öykü yazacağım sizlere fakat bu yazacağım öykü, çok acı ve insanın içini kanatacak kadar hüzünlü bir son ile bitecek. Bunun için sizleri en başından uyarmak istedim. Öykünün sonunu da söylemedim ama en azından duygusu hakkında ilk defa açıklama yapmak istedim. Sözü daha fazla uzatmadan öyküye geçelim.

Güneş’in dünya üzerinde doğduğu herhangi bir gündü. İnsanlar Güneş’in dünya üzerinde tekrar doğmasına gün demişti. Güneş’in her doğduğu güne de farklı isimler takmışlardı. Her bir isim farklı bir günü temsil ediyordu. Böylelikle hem her günün aynı olmaması hedefleniyor hem de Dünya’nın kendi etrafında dönmesi hesaplanmış oluyordu. Öyle herhangi bir günde büyük çığlıklar içerisinde dünyaya geldi. Bir otoparkta doğmuştu. Annesi otoparkın köşesinde, güvenli gördüğü bir bölgede dünyaya getirdi onu. Aslında sadece onu değil, bir seferde tam altı tane yavru doğurmuştu. Şartlar, durum veya ne olduğu bilinmeyen sebeplerle bu altı yavrudan sadece bir tanesi hayata tutundu.

Siyah bedeninde büyük beyaz benleri vardı. Annesi diğer ölmüş yavrularını bırakıp onu yaşaması için otoparkta bir arabanın altına götürdü. Orda daha sıcak tutup daha güvenli olacağını düşündü. O yaşama tutunmak için mücadele verdi. Önce ince sesiyle miyavlayarak ağlamaya başladı. Daha sonra ise gözlerini açtı. Her yavru gibi o da annesinden süt emmeyi doğal iç güdüleri sayesinde öğrendi.

Hayata gelişinin bu ilk dakikaları ve ilk gününde yavru kedi yanındaki annesini olabildiğince tanımaya ve doğal içgüdüleri ile beslenmeye, ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Annesi onu hiç yanından ayırmadı. Dünya kendi etrafından dönüyor ve günler bir bir geçiyordu. Havalar onun doğduğu güne nazaran daha da soğuk bir hale gelmişti. O da artık bir bebek değildi. Annesinin yanında olmasına rağmen hayatla ve çevresiyle ilgili her şeyi öğrenmeye çalışıyordu. Bu arada doğduğu otoparkı annesiyle birlikte evleri ilan etmişlerdi. Otoparkın yanına başka kedileri hatta annesi köpekleri bile yaklaştırmıyordu.

Soğuk şiddetini arttırmıştı. Bizim ufaklık haylazlıklar yapıyor, koşuyor, düşüyor ve her şeyi kendince öğrenmeye çalışıyordu. Annesi artık onun bu haylazlıklarına karışmıyor düşse de kalksa da onun her şeyi kendi kendisine öğrenmesine izin veriyordu. Ufak yaramaz, bir gece soğuk havanın etkisiyle bir arabanın motorundan yayılan o sıcak hava dalgasını keşfetti ve kendini arabanın motorunun içine soktu. Orada biraz oturduktan sonra sıcak havanın hoş etkisiyle gözlerini kapadı ve uyuya kaldı. Annesi bütün gece onu arasa da bulamadı.

Sabah olduğunda ise araba hareket etti. Ufaklık gözlerini açtığında arabanın hareket ettiğini gördü ve korkmaya başladı. Motorda oturduğu yerden yere atlayamayacağını biliyordu. Bütün gücüyle miyavlasa da motorun sesi onun sesini bastırıyordu. En sonunda bulunduğu yerden aşağıya, yola düştü fakat şanslıydı ki düştüğü yer ıssız bir yoldu ve bir köyün kenarıydı. O köy de kedileri ve köpekleri seven ılımlı bir köydü. Bunu gören köylülerden biri hemen onu yoldan alıp diğer kedilerin yanına götürdü. Onu sevdi ve besledi. Yeni ve güvenli hayatına ilk adımı atmış oldu. Orada bir ömür mutlu ve mesut yaşayacaktı.

Aslında yazının başında sizlere bu öykünün kötü sonla ve acıyla bittiğini söylemiştim ve sizler de bunu okudunuz. İşte insan bir şeyin sonunun acı olmasını bile bile bunun üstüne yürüyen bir varlıktır. Bu da insanı en güçlü kılan özelliğidir.