Dilimizde “yoldaş” olarak kullanılan, batı dillerindeki karşılığı “comrade”, “camarada”, “camerade” kavramları; köken olarak “chamber”, “camara”, yani bizim denizcilikten aşina olduğumuz “kamara”; başka bir deyişle oda kelimesinden türemiştir. Aslında “comrade”, tam tercüme edilirse basbayağı oda arkadaşı demektir. Sınırları belirli bir yapının içinde beraber bulunanlar, birbirlerine böyle hitap edegelmişler..

Ne mutlu bize ki, bu kavramı olduğu gibi ithal etmemişiz. Onun içerdiği durağan, statik anlamı aşarak, kendi duygusallığımızı ve şairaneliğimizi de katarak, dava arkadaşlarımızı aynı çatı altında bulunanlar olarak değil, aynı yolu yürüyenler olarak tanımlamışız. Öyle ya; dava, eylem gerektirir..

Bir yola beraber baş koyanların her birine yoldaş denir. Denir denmesine ama, bu kavram yıllar içerisinde bu kupkuru tanımın ötesinde anlamlar kazanmış, kendi anlamını yıllar içinde somutlaştırmıştır. Bu kavramla bağdaşan ve bağdaşmayan davranışlar bütünü, yoldaşlık kavramına bir hukuk kazandırmış, onu ete kemiğe büründürmüştür. Onun yerine kullanılacak başka kelimeler, aynı anlam bütünlüğünü ifade etmez mesela. Eksik kalır. Oysa bugünün güncel siyasi gelişmelerine baktığımızda bu kavramı, ifade ettiği tüm anlamlarıyla bir kez daha yorumlamak, anlamaya ve hatırlatmaya çalışmak gerektiğini hissediyorum.

Diyelim ki gizli bir görev için uzak diyarlara, mesela Çin’e gideceksiniz. Uçakla gitme imkanınız da yok. Yola kiminle çıkarsınız? Uzun ve çetin bir yolculuk olacak. İran’ı, Afganistan’ı, Pakistan’ı, hiç bilmediğiniz siyasi karışıklıklar içerisindeki binbir türlü memleketi aşacaksınız. Radikal grupların elinde kalmış irili ufaklı idarelerden geçeceksiniz. Derdest edilmek, infaz edilmek, kaybolmak, aç kalmak mümkün. Bu yola kiminle çıkarsınız?

Önce tanıdığınız, güvendiğiniz birini ararsınız. Kaynaklarını ortaklaştırmayı bilecek, kanaatkar, umudunuzu kaybettiğinizde sırtınızı sıvazlayacak, dinlenmeniz gerektiğinde sizin yerinize nöbet tutacak yahut yolun gerektirdiği işleri yapacak, dolayısıyla disiplinli, sabırlı, cesur ve becerikli birini ararsınız. Ama bundan da önemlisi; yolda kaldığınızda ya da başınıza bir badire geldiğinde kendisini kurtarması mümkünse bile sizi arkasında bırakmayacak biri olmalı. Yani bencil olmayacak. Evvela dost olacak.

Bugünün Türkiye siyasetinde iktidara yürümek, Çin’e yürümekten daha kolay değil. Zaten memleketin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik bunalım içerisinde güç bela hayatta kalan insanları bu zor göreve ikna etmeye çalışıyorsunuz. “Ses çıkarın” diyorsunuz. “İtiraz edin” diyorsunuz. İnsanları 22 yıllık bir iktidarın karşısında konum almaya çağırıyorsunuz. Dolayısıyla bir anlamda “bu memleketin zenginliğinden hiç pay almayın” diyorsunuz. Bu çağrının muhatapları çoktur, çok olmasına, ama bu muhataplar öncelikle yola kiminle çıkacağına bakar. Yani bu “yoldaşlık” işi, sadece bir solcu romantizminden ibaret değil. Bu kavramı bilince çıkaramazsanız, göz göre göre tartaklanan, hapse atılan, haksızlığa uğrayan yoldaşlarınıza sahip çıkmazsanız, bu uğurda kendinizi tehlikeye atmaktan imtina ederseniz, bir köşeye çekilip sessizce izlerseniz, hatta yoldaş dediklerinizin ayağını bizzat kaydırmaya çalışırsanız, yetmeyip yoldaşlarınıza karşı hasımlarınızla iş tutarsanız kim sizinle hangi yolu niye yürüsün? Kim, sizinle, niye yoldaş olsun? Nazım’ın dediği gibi:

“Yoldaş demek,

mükemmel bir kafa, mükemmel bir yürek,

yumruklarıyla erkek,

gözleriyle çocuk, dost demektir.

Yoldaş demek,

yarin yanağından gayri

her yerde hep beraber diyebilmektir.

Yoldaş demek,

güneşi içenlerin türküsünü birlikte söyleyebilmektir.”