Bir inat uğuruna erteliyoruz mutluluklarımızı kimi zaman. Hatta mutluluklarımızı ertelemekle kalmıyor, saçma sapan acılara hapsediyoruz kendimizi.
Hapsolduğumuz kafesin demirlerini kibirle, öfkeyle sağlamlaştırıyoruz. Daha çok hapsollalım, çıkmak istersek çıkamayalım, mutlu olmak istersek olamayalım diye.
"Küçücük şeylerden mutlu olunur" diyen tezlere  inat, küçücük şeylerden mutsuz oluyoruz, ne yaparsın.
Mutluluktan çok mutsuzluğa yakın görüyoruz kendimizi, dürüstlükten  çok yalana, iyilikten çok kötülüğe...
Ha bir de şu herkesi kötü bilip kendimizi mükemmel görmemiz, "En" ile başlayan güzel cümleleri kendimize adamamız yok mu?
"En iyisini ben bilirim, en doğrusunu ben yaparım, en dürüst benim, en en en... "
Uğruna yazılan binlerce kitaba rağmen gittikçe artan bir ivmeyle mükemmel olduğumuzu zannetmeye ve mutluluğu, huzuru, bizim kadar mükemmel olmadığını düşündüklerimizde aramaya devam ediyoruz.
Bitmeyen kötülüklerimizin, dinmeyen mutsuzluklarını yaşıyoruz.
En ilginci de bizim yaptığımız bütün kötülüklerin bir sebebi var.
Kimse fark etmese de hiç bir şeyi gizleyemediğimiz vicdanımız " sen kötülük yaptın" dediğinde, 
"Evet kötülük yaptım ama sor bak niye yaptım" cümleleriyle bir şekilde haklı çıkarıyoruz kendimizi , sözde. Peki ya özde??
Keşke yaptığımız kötülüklerin tek cezası kendimizi mutsuzluğa hapsetmek olsa.
İnadımızdan, kibirimizden, heveslerimizden söndürmesek ocakları, yakmasak canları, yıkmasak kimsenin yuvasını.
Kaybettiğimiz ve hatta kaybettirdiğimiz ne varsa kibirimizden, öfkemizden.
Bunlardan kurtulamadığımız sürece mutluluk bize haram.
Bunlar kimi zaman öyle şeyler yaptırır ki adama, ne kadar pişman olsan boş, anlamzsız, faydasız, dönüşü yok.
İyisi mi en başta uzak duralım, koruyalım kendimizi ve sevdiklerimizi mutluluğumuza engel olan kötü hislerimizden.
Koruyabilmenim bir yolunu bulabilirsek tabii...