Benim ilk bilgisayarım “Commador 64”, sadece oyun oynamaya yarardı ve neredeyse ikinci el araba fiyatı kadardı. Siyah beyaz TV ye bağlayıp BASIC programlama kuruş verip para kazanmıştım. 

50’li yıllarda ilk yapım aşamasında bilgisayarların oda büyüklüğünde oldukları bilinir. Hatta 1979 yılında Türkiye ye ilk gelen Bilgisayarlarda yazılımcı ve Sistem Analisti olarak Çalıştığımda evim kadar Bilgi İşlem Odamız ve Boyum kadar Yazıcımız vardı. Yazıcı Daktilonun otomatik hale getirilmişiydi. Şerit var çekiçler var ikide bir şerit değiştiriyorduk. Gece vardiyası yedekleme yapmak için 8,5 inçlik disketleri kullanır ve yedekleme saatler sürerdi. Daha sonra teyp ünitesi çıktı ve bu süreci 3 saat kısalttığında karşısında çifte telli oynamıştım.

 İşte bu biliminin kurucusu, İngiliz matematikçi Alan Turing(1912-1954), İkinci Dünya Savaşında Alman “Enigma” şifrelemesini kırarak savaşın iki yıl evvel bitmesine ve 14 milyon insanın hayatının kurtarılmasına neden olmuş, bugünkü dijital çağı borçlu olduğumuz eli öpülesi bir bilim adamıdır. Geliştirmiş olduğu “Turing testi” ile makinelerin ve bilgisayarların düşünme yetisine sahip olup olamayacakları konusunda bir kriter ortaya koymuştur.

Ne var ki Alan Turing eşcinseldir ve homoseksüellik o devirde bir suç, bir hastalık olarak görülmekte, cezalandırılmak veya zorla tedavi edilmek istenmektedir. Uygarlığın çok şey borçlu olduğu Alan Turing'de aynı kadere mahkum olur. Ya onun her şeyi olan makinesi elinden alınacak ve iki sene hapis yatacaktır, ya da zorla hormon tedavisi görecektir. O makinesinden ayrılmamayı seçer ama hormon tedavisi sonrası yeteneklerini kaybeder ve 41 yaşında siyanüre bulanmış zehirli elmayı ısırarak intihar etmek zorunda kalır. Gelin görün ki Bugünün İngiltere'si ise eşcinsel evliliklere bile izin vermektedir.

Zaman aklın ışığında insanlığın lehine akar, sizinle aynı olmayan hiç kimseyi ötekileştirmemek gerektiğinin dersini verir. “Apple” elektronik firmasının logosu “ısırılmış elmayı” gönlümde hep kapitalizmin onun anısına armağan ettiği bir güzellik olarak düşünürüm…

Eşcinsellik konusuna bütün dinlerin ortak bir bakışı var; eşcinselliği yaratılış gerçeğine aykırı bir sapma, bir hastalık ve yanlış yol olarak görüyor ve toplumdan dışlıyorlar. Koronavirüs salgınını bazı ahlaksal sorunlara bağlama çabasındaki Diyanet İşleri Başkanı’nın eşcinselliğe ve yasak ilişkilere karşı mücadele etme azmi ise göz yaşartıcı boyutta.

Ankara Barosunun karşı çıkışını ise Cumhurbaşkanının “Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı, devlete yapılan saldırıdır” diyerek püskürtmeye çalışması da aslında bir saptamadır: Devleti “Diyanet” temsil etmekte olup, üzerinde yaşadığımız topraklarda kurulu devlet laik devlet değil, bir din devletidir, nokta.

Anlaşılmayan bir yer yoktur sanırım. Ben yalnızca Ankara Barosunun Erbaş'ın sesinin “çağlar ötesinden” geldiğine ilişkin saptamasına bir açıklık getirmek istiyorum. Yaklaşık 500 sene evvel, III. Murat zamanında Takiyiddün Efendi’nin zamanın en ileri rasathanesi veba salgının nedeni olarak görülerek Şeyhülislam Kadızade’nin fetvası sayesinde denizden yapılan top atışları ile yerle bir olmuştu.

İnsana ilişkin kişisel ahlaki kavramları toplumun geneline yayıp bunu suni İslam’a ilişkin fetvalarla kurumsallaştırmak çağın dışına düşmek oluyor, sanırım bunu anımsatmak istediler. Çünkü artık günümüzde devletler böyle yönetilmiyorlar…