Güzel duygular kadar kötü duyguları da yaşatıyoruz içimizde. Her aldığımız nefesten onlara da kendi paylarını veriyoruz,  ağızlarının paylarını vereceğimize.
Sıkı sıkı saklıyoruz içimizde bambaşka bizleri. Her biri bekliyor zamanını ortaya çıkmak için. Hepimiz hem de hepimiz, ne kadar iyiysek o kadar da kötüyüz aslında.
Hiç birimiz ne siyah ne de beyazız. Grinin farklı farklı tonlarından başka bir rengimiz yok esasen. Tabi çok severiz bembeyaz anılmayı. Önümüzden, arkamızdan hep beyazlığımızla konuşulmayı.
Evden çıkarken son kez bakış attığımız aynada ne kadar masum, ne kadar sevimli görünüyoruz değil mi?
Düşünsenize bütün gün tepemizde bir aynayla gezdiğimizi, ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyduğunu, bir gözümüzün baktığını diğer gözümüzün takip ettiğini,
Gün içinde etrafımızdakilere hissettiğimiz her şeyin somut olarak aynaya yansıdığını… kendimizi bembeyaz görüp, kendimize deliler gibi aşık olmaya devam edebilir miydik?
“Deliler gibi” biraz ağır oldu sanki, evet. Orayı okumamış sayın kendinizi. İnkar edin yine en çok ve hatta anormal derecede kendinizi beğendiğinizi, bembeyaz olduğunuzu düşündüğünüzü, her zaman yaptığınız şey zaten.
Her zıt kelime için söylediğim gibi iyi ve kötü içinde tam orta noktasını ifade eden bir kelime olmalıydı dilimizde.
Bu kadar keskin ayrımlarımız olmazdı belki milletçe. Daha yumuşak, daha ılımlı tavırlarımız, cümlelerimiz olurdu.
Kendimizi her beyaz hissetmediğimizde, siyah olmaya boyun eğmezdik. İyi ve kötü arasında gri gibi bir kelimemiz olmalıydı.
Yanlış bir şey yaptığımızda tamamen kötü hissettirmeyen. Ben kendi sözlüğümde bu kelimeyi “insan” olarak nitelendiriyorum. İnsan ne iyi ne de kötüdür çünkü. 
İyiden de kötüden de bir şeyler taşır. Bu yüzdendir her kişinin hem sevenlerininhem de sevmeyenlerinin oluşu.
Şu siyahlıklar içinde en çok duygu sömürüsünden gelen karartı sıkar benim canımı. Kötülüğünde bir adabı vardır ya, duygu sömürüsü ipin ucunun kaçması, acizliğin zirvesi gibi geliyor bana.
Sırf duygu sömürüleriyle yaşayanlar var etrafımızda. Sorsan en çok acıyı onlar çekiyorlar, en çok dert onlarda. Anlata anlata bitiremezler yaşadıklarını, hissettiklerini.
Herkes onlara acısın, her an onların acınası halini düşünerek hareket etsin, herkesin vicdanı sızlasın isterler. Bunlar grisinin siyaha çalan tonuna giriyor işte.
Kişiliği rötar yapıyor böylelerinin, bedenlerinin zamanına yetişemiyor kişilikleri, geç kalıyor. Rötar yapıyor işte.
Bir şeyler eksik gelişiyor. Yine de, böyleleri bile,  sevilecek, mutlu olunacak bir şeylere sahipler elbette.
Grilikler arasında yaşarken beyaz olanı aramak niye? Niye kendimizde bile olmayanı bekliyoruz etrafımızdakilerden?
Ve niye her kişinin ruhuna Allah’tan üflenen o nefesle gelen beyazlıkları görmeyip kendi kendimizi mutsuz ediyoruz?