Bugün 6 Şubat… Asrın felaketinin üzerinden tam 2 yıl geçti. Sanki dün gibi hatırlatıyor kendisini. Malatya’daydım o gün. Gece saat 4.00 sularında yaşadığımız ilk sarsıntının ardından hepimiz bahçeye döküldük çil yavrusu gibi. Bir nev’i küçük kıyamet; dışarısı mahşer yeri gibi. Ama dedik ki, büyük sarsıntı geçti; daha ne olabilir ki? Hava da soğuk; lapa lapa kar yağıyor. Açık alan daha ne kadar mesken olabilir bize! Oturduğumuz binanın beşinci katına çıktık yeniden ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edecektik güya. Büyük hata! Daha ve daha büyük yıkımın büyük habercisi, öğlen saatlerinde ‘ben daha gitmedim’ der gibi, zorla yeniden misafir etti kendisini. Ölüm gibi bir şeydi ama biz ölmedik o gün.

YIKIMIN GÖLGESİNDE

Yeniden sokaklardayız… Ne yapacağımızı bilmeden dört dönüyoruz şehrin sokaklarında. Az evvel dimdik ayakta gördüğümüz binaların yerinde yeller esiyor. Toz duman her yer ve her yer her yerde. İlginç olan şu ki; yapımı henüz bitmiş binalar dayanaksızca, aşağıya doğru bıraktı kendini. Sen yenisin kendine gel, diyemeden kimse. Herkes müteahhit olmamalı sözü yeniden aklımıza mıh gibi kazındı. Defalarca yaşanan facialardan ders almayan tüccarlar, bilmeden ama çok farkında olarak ‘binlerce’ insanın mezarını hazırlamışlar ya! Ders aldılarsa ne ala diyeceğim ama alınan bir dersin bedeli bu kadar ağır mı olmalıydı?

İHMALLERİN BEDELİ

Hayatta kalanlar, şehrin ölüm kokan atmosferinde hayata tutunmaya çalıştılar. Amansızca kira zammı konusunda, kiracısına zulmeden ev sahipleri, aynı ateşin başında kiracısıyla çay içip ısındı ve gelen yardımlara ortak oldu. Yine ders aldık mı? Sanmam. “Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” sözü beşeriyetin vicdanını ortaya koyuyor her defasında. Unutuyoruz, illa bir facia, bir dram bize hatırlatsın insanlığımızı diye direniyoruz. Hepimiz ordaydık ve kimse kimseden üstün değildi o anda. Az önce zengindin ve 40 saniye sonra hiçbir şeyin yoktu. Az evvel hayatta olan kaç bin insan artık nefes almıyordu. Biraz önce devam eden yaşam, belirsiz bir zaman dilimince kesintiye uğramıştı.

İNSANLIK VE UNUTKANLIK

Deprem diye bir gerçek var evet; defaten soğuk, acımasız yüzünü gösteren. Ama ne kadar hazırız olası bir depreme? Binalarımız ne kadar sağlam, alınan önlemler ne kadar yeterli? Deprem bir doğal afet ama onu bir felakete dönüştüren insan ihmali. Bilim insanları yıllardır uyarıyor, uzmanlar güvenli yapılaşmanın önemini vurguluyor. Ama biz ders alıyor muyuz? Kaçımız yaşadığı binanın sağlamlığını sorguluyor, kaçımız bir deprem çantası hazırlamış durumda?

HAZIR MIYIZ?

Felaketler kaçınılmaz olabilir ama kayıpları en aza indirmek elimizde. Depreme dayanıklı şehirler inşa etmek, rantı değil insan hayatını öncelemek, kuralları kağıt üstünde bırakmayıp uygulamak zorundayız. Çünkü bir sonraki sarsıntıda hafızamızın nisyan ile malul olduğunu hatırlamak yerine, tedbirlerimizin hayat kurtardığını görmek istiyoruz.