Tüm kadim medeniyetlerin lanetli hüznü çöktü yine geceyle birlikte; civadan da ağır bir yorgan gibi düşüncelerimin üzerine.

Duvarıma heyecanla çaktığım mutluluk tablosunun, baldıran zehrine bandırılmış çivisiyle intihar ettim bir gün;  kalbimin tam ortasına saplayarak!

Ölü bir bedenin fotosentezi gibi metaforik geldi sonrasında bana yaşadığım hayat, kendi karanlık anaforuma çekildim yavaş yavaş; en güzel ihtimallerin getireceği heyecanları dahi umursamayarak.

Kusursuz Tanrıların avucundan çıkmış eşsiz yıkıntılara dönüşüyor şimdi gözümde dünya!

Havada ölüm bulutları kol geziyor, özünde kin ve intikam var.

“Çürüyen ihtişamlı kavga, savaşın bilge nefesine çoktan karıştı.

Varacağı öfkeden şehirlerde çok can yakacak bir gün sözlerimin ateşi..”

Acıdan yoksun bir yer adaletsizlikle yıkılıyor.

Küçük adımlar büyük felaketlerin habercisi

Temkinli olun ya da olmayın mezarlığın çığlığı duyuluyor..

İz süren tutkumun özgür mutluluğu yok şimdilik.

Ruhumdaki gölgelerin arzularla kıvranan can çekişmelerini duysa döner mi, o çoktan vardığı yıldızlardan geriye içimin parlak ışığı?

Yetişebilir mi İçimdeki karanlığa!

Aynalara kendisini hırpalayan bu yabancı yüz, gerçekten güler mi yine?

Düşünmek faydasız!

Bir yere varmıyor düşüncelerimin kesik ayakları,

Sadece kovaladığım düşlerimin katledildiğini biliyorum.

Ve arzumun son nefesinin çekip gittiği o lanet gecenin anısını!

Beynimin karanlık, müphem koridorlarında kol gezinen umutlarımın kafasına sıkıyorum ki, işkencem daha fazla uzamasın!

Renkli defterlerim masada;

Gökten düşmüş kağıttan parlak yıldızlar gibiler.

Ama kan damlıyor kalemimden!

Üstüne yazılı tümcelerimin neredeyse hepsi sakat.

Zihninizdeki, vicdandan beraat fikirlerin getirdiği yaşantılarınız, yaşanmışlıklarınız ve yaşattıklarınız gibi.

Dinleyemiyorum bile çoğu zaman.

Odaklanması çok zor adiliğin empatisine!

Ve bugün nefrete hükmedemiyorum.

En kadim küfürler dilimde; sanki hakedenlerin hayatlarını iğrenç sembollerle anlatan!

Bir parçam kayıp,

"Hakkınızda bir hayli endişeli, bir anda her şeyi değiştirebilir; cesareti kılıcı olmuş ve kılıcı kalemi, hayatı alt-üst, ateşe hükmeden safkan bir deli!"

Tüm bu nefret yalnızca geçmişimin bir yansıması değil mi ki?

O zaman her şeyi unutana kadar, değişene kadar her şey;

düşüncelerimin DNA'sı şimdilik yazdıklarım,

dilini çözebilene, içinde dünlerimin lanetini zulaladığım.

Kalpsiz,yürüyen cesetler...

Zamanı tüketen,kaosa sürüklenen ve döngüde sürünen yaşamlar...

Ne uğruna?

Doyumsuzlukla içilen kan sizi doyuracak..

Ölümü, arkaya attınız.

Yaşamayı kim hak ediyor?

Elinizdeki kara paralarda, damlayan kan ve ızdırap var.

Yalanlar katiller ve umudu arayan gözler.

Kirli paralar ve palavraların karanlık planları huzurunda Hiçliği isteyen, karanlıkta ilerleyen akılsız bir gurupsunuz..

Ölümle dans başladı, maskeli balolarınızda bıçak sırtında dans ederken bile zevk peşindesiniz..

Ölümümüzü beklerken bile güçlü görünme çabanıza acıyorum….

Bir gün birileri sizleri avlayacak; koyulmayan kuralları koyan, aydınlığın hizmetinde sistem kuran..

Ölümle evlenmeyi kendiniz kabullendiniz…

Anlamı olmayan fikirler, menfaat için bitirilen hayatlar ve kalabalığın boş çığlığı varoluşunuz.

Duyuyor musunuz?

Nereye gideceksiniz?

Kaosunuzdan kaçamazsınız, mezarlığa az kaldı, Ama ölümünüz onurlu olmayacak.

Ve ölmekten başka çare yok.

Günahlar, yargılanmak için işlendi değil mi sonuçta, sonucuna ağlanmaya hiç gerek yok.

Pislikten gelen ruhlar, cehennemin ta kendisi olmuş.

Çıkmaz bir sokağın içinde yükselmekte olan felaketin çığlıkları yayılıyor şimdilik sadece.

Zihinleri hipnotize eden, arka plandaki kirli fikirleri ortaya çıkarıyor maskelerin ardını gören tek göz.

O kadar kırılgan ve aciz bir olay yaşanıyor ki burada.

Kurulan cümleler,atılan adımlar, hepsi boş ve gereksiz.

Tüm yargılar, tepedeki mezarlığın sessizliğinde kayboluyor.

Kan revan umutlarının avucunda sefalet içinde yaşıyorlar yaşamlarını.

Sır tutmaz haysiyetleri ve ruhları çıplak..

Tiksintiyi, ancak onlara bakarak tarif ederdim biliyorum...

Özgürlük, diye boşlukta sallanan kuşlara benziyorlar.

İçleri boş, tüysüz çıplak kuş gibiler.

Ölü umutlarla beslenen leş kargaları gibiler sanki..

Uçmaya yelteniyorlar ama anlamsız bir çaba.

Yere çakılıyorlar ve her çakıldıklarında küçük akılları tekrar tekrar zincirleniyor.

O kadar toylar ki  gözlerim, onlara bakınca onlardan kahkahayla tiksiniyor.

Kaderin kaosunda ışık aradığım yok.

Çoktan kendi İçine çekildi zaten karanlık benliğim...

Bir grev havası diyelim zihnimdeki durağanlık şimdilik.

Kıyısında dolaştığım hiçliğin dayanılmaz cazibesine kapılıyorum usulca.

Gel diyen bir haber yok;

Kanadı kırık güvercinlerin ayağına asılı.

Hiçliği Beklemenin, keyfi tarifsiz acısını yaşatıyor sadece hayat.

Bilinmezlik ve rastlantıların esaretinde yaşanan Zaman,

karmaşık bir çizgisizlikte ve kaotik ilerliyor,

her anda kendi döngüselliğini tamamlayana kadar.

Melodisi kulağı tırmalayan huzurlu bir şarkıdır ölüm,

bir anda sonu başa sardıran.

Sağır olamayacak kadar farkındayım.

Kör olamayacak kadar görünür her şey.

Bir düzenin kurulu dengesine veriyorum tüm nedensizliğimi şimdilik...

Sessizliğimi de çığlıktan say;

suskunluğumun huzurunda, kirli hayatlarınıza yakışan, çatallı dilimin zehir saçan cümlelerini yüzünüze haykıran ..

Yüzünüze çarpılacak hata tomarlarını toplayıp,

Bitirim bir çığlıkla başlayacak isyan;

sur borusunun son sesidir bil kendin için,

cehennem aleviyle sonlanacak..

Bitirdiğim tüm başlayamayanlara inat;

Geçmişinde damı akan,

penceresiz ve soğuk bir yerde;

Bir anda belirebilirim sonlandırmak için her şeyi, kimseye farkettirmeksizin,

farketmezlerin huzurunda ölümün oluruna gözüm kapalı zar atarak.

Yalanlarla aklanmış, özü kirli paraların süslü gösterişi gölgesindeki haram bir yemeğin kaşıklandığı,

şeref ve namustan yoksun ailece adilerin, Adapsız sofralarını dağıtarak.

Sonra bir anda bitecek bu harp, beni yaktıkları kendi alevimde, her birinin yaşamı sonlanarak.

Mezarından şartlı tahliye ile salıverilmiş bir ceset gibi hissediyorum artık kendimi!

Sana bir sır vereyim mi?

"Ölüm"

hepimiz yalnızca onun için yaşıyoruz.

Bir gün, her birimizin infazı tek tek patlayacak,

avazımız çıktığı kadar susmak zorunda kalacağız ve hiçliğe hapsolacağız, sonsuza dek.

Bilirsin Bu sınırsız görünen zamanı, sonsuz döngüde yaşadığım bir hapishane gibi hissettiğimden beridir, üzerimde ölümün özgürlüğüne teslim olmanın ferahlığı var.

Ve bu derin hissizliğin bana verdiği gücün hastasıyım.

Ölümden ötesi de var ama unutma, her gün tekrar tekrar ölmek istediğinde aklına dank eder, beni anlarsın.

Ben mi? Gözlemci bir abdalım varsay; kendi derinliklerimde kendimi arayan, şimdilik kimseye dokunmadan ya da kimseyi hissetmeden kendine koşan.

Sonuçta yüzüme geçmişimin kanıyla çizilmiş kahkaha maskemle ölmeyi arzuluyorum ;

usulca parçalanan cesedine ruhu hapsolmuş, manzarası sonsuzluk olan bir akasya ağacının dibine gömülü bulunmayı beklerken, Erdemli dokunuşlarla yeniden dirilmek için, ışığı arzulayarak..  .

Kapı arası duyulan isyanlar, azalan umutlar ve gözyaşları eşliğinde çalan sessizlik, her şeyi görüyor işitiyorum ama duygularım anestezi altında ve artık hiçbir şey hissetmiyorum…

Bencilliğimin içinde yalnızlığımı bekliyorum

Geceleri soğuk ve ıssız , tıpkı ruhum gibi..

Aklımı hissettiğim her anda cümleler ve benliğim zihnimin içinde kayboluyor

Beklenmedik anlarımın içinde bedenimin intiharını sayıklarken; içimde duran çölün içinde kör olmayı ben seçmedim…

Ama Ruhumu bedbin paradoksların karanlık anaforlarında hiç ettim.

Ve Karanlık bir anaforun bin bir kapısına mahkum bir döngüde, kuşandım artık son nefesimi!

Sessizliğimin yuva kurduğu bir kaosun, sur’a üflenen sesi kulaklarımı okşuyor şimdi…

Her bir yanda Umutların çığlığı ve her köşe başında uzun ve soluksuz bir inancın ölüm ninnisi..

Varlığın yerini yokluğun doldurduğu,

kısa kavuşmaların uzun kavuşmalarının hangi acısı sığar içinizdeki hapise?

Karanlık benliğiniz Işığa dayanamayacak, Yok olma isteğiyle kıvranan bir varoluş yaşayacaksınız,

Hazır ol!

Hayat kayıpların bir hesabıysa eğer,

zayıflar için, yol çok zor!