Sizi temin ederim ki, mutlak gerçeklere adım attığında yeni bir bilinç olarak uyanacaksın.

Cesaret edemediğin için kazanamadığın gerçek kimliğin bir başkası için kopyalanmaktadır. Dünyanın gerçeğini bildiğini zannedebilirsin ancak biliyorsan ona bir dünya diyemezsin. Bugün yine uyuyacaksın, gece gelip seni uyandırmak isteyenleri yaratık olarak algılayıp belirsiz yaşamına sarılıp geri döneceksin. Uyandığını zannedip gece yine uyku bataklığından geri dönmek için anlaşmanı yenileyeceksin. Aslında o yaratık seni kandıran yaşamındaki seni ele geçirmiş “sensin.” Belki de yıllardır çeşitli varlık isimleriyle korkutuldun, hiç düşündün mü o korkulan varlık uyanan gerçek sensin. Kendini tanımadan başkalarını tanıman öğretildiyse, başkalarının tanımladığı yerdesin.

“Bilgi”, kendisini alabilmekte kudretsizlik içinde bulunan varlığa ancak olaylar vasıtasıyla ulaşır. Varlık uyanamadığı sürece olayların şiddeti artar. Nihayetinde o varlık uyandırılır.

Varoluşun makro düzeninin izdüşümü Dünya gezegenindeki olağan şekil, kavram ve olgulara yansıdığı zaman, ortaya metaforlar, analojiler çıkar.

Beşeri akıl da, böylece, alışkın olduğu formlara bürünen büyük evrensel tekâmül yasalarını çok daha kolay algılar. Evrensel ilke ve yasaların mikro modellerini her an çevremizde, evimizde, sokakta, ofiste, eşyada, varlıkta, kısacası dünyadaki her bir zerrede gözlemleriz. Mikrokosmos, makrokosmos persfektifin aynası, keza tersi de öyle...

Aslında “zamanı” göremeyiz, duyamayız, tartamayız, laboratuvarda ölçemeyiz. Saatler ise zamanı ölçmez, sadece kendini ölçer; bir saatin referansı başka

bir saattir,

Hiçliğin içinde doğrusal zaman donar, yani sayıların bir anlamı yoktur, bir günü 24 saate indirgeyemeyiz. Doğrusal zaman sadece dünyada ölümü hesaplar... Geçmiş ise, Bir nanosaniye önce olduğumuz ile şimdiki oluşumuz ve bir

nanosaniye sonra ki olacağımızın, subjektif var oluş farkındalığıdır. Yani aslında anda geçmiş yoktur, gelecekte; her biri ustaki düşüncelerimizin içinde.

Ancak, karşıt fikirleri hafızasında tutup, zihninde harmanladıktan sonra düşünce üretebilen cevval bir beyin; felsefenin kapılarını aralayabilir...

Kurnaz beyinlerin, çalıntı düşünceleri; kendini aldatmanın ötesine gidemez.

Saye düşünceler, zamanla payelerini de kirletir.. Sonsuz bilginin karşısında daima çırak olduğunu fark etmeyen "biliyorum" der ki; ardından kibir ve ego, mübalağayı da beraberinde getirir.

"Hiçbir şeyi bilmediğini bilen" doğru yolda gider."

İyi bir akla, ancak güç, kuvvet ve güzellikle hükmedilebilir...

Zekanın en yaratıcı olduğu zamanlar, güveni tehlikeye, alışılmışı karanlığına feda ettiği zamanlardır.

Tabi zihinsel sıçramaların da bir bedeli de vardır:

Hem eşi görülmemiş bir şey yapmaya kalkışıp hem de sonuçlardan emin olma lüksünü yaşayamazsınız.

Bu bedel risktir. Ve ancak cesaretle yenilebilir!

Doğru zamanda bir aptal ya da bir çılgın olabilmeyi de bilgeliğin işareti olarak görür Horatius.

Bu; daima, her durumda ve mutlak biçimde aklı başında olmak değil, aklın ölçütlerinin dışına çıkabilecek ve kendindeki aptallığa tahammül edebilecek bir erginliğe ulaşmaktır.

Belki de zekanın en belirgin ölçütü; kişinin nerede aptal olacağını bilmesidir, bu tahammül sınırı da aşırılıkların birleştiği yerdir,

Çünkü aptallığın sınırı yoktur, tıpkı bilinçte de olduğu gibi…

Kendi bilinçli aptallığına tahammül etmekte en az farkındalık kadar acı vericidir….

Akl-ı hikmet, faal aklın ışığıdır;

kendini tanı, ayna ol ve kendi ışığını takip et.. .

Cesur ol, felsefe sana seni verecek….