Dün belirttiğim gibi kamu kurum ve kuruluşlarında mobbing yani psikolojik taciz olayları hayli arttı.

Pek çok sebebi var elbet ama en önemli sebep ehliyetsiz, liyakatsiz yandaş atamalardır.

Üniversite özeline gelince, eskiden seçimle gelen rektörlerin artık direk tepeden atanıyor olmasının da rolü büyük…

Seçilen rektörün tüm görev süresi kendini o makama getirenlere yaranmakla geçiyor, kurum batmış çıkmış, düzen bozulmuş, çalışanların huzuru kaçmış hiç umurunda olmuyor.

Seçimle gelse bir nebze, en azından bir dahaki seçimi düşünerek personeline yani seçmenine daha iyi davranma ihtimali olabilir oysa…

Bu usulle gelince, gelen şahıs, kendini oraya getiren iktidar erkine, tarikatına, cemaatine öncelik veriyor, gerisini umursamıyor.

Umursamıyor derken, umursuyor aslında, emrindeki personelin yaptığı işten ziyade hangi partili, sendikalı, tarikatlı olmasına göre tavır belirliyor.

Sonuç kaçınılmaz olarak mobbinge varıyor.

Ülkemizde mobbing artık bir meslek hastalığı haline geldi maalesef ve her yanımızı sardı.

Bilimsel araştırmalara göre, işyerinde duygusal terör uygulayan yöneticiler, baskıcı otoriter ve totaliter kişilik yapısına sahip insanlardır ve kendi fikirlerini zorla kabul ettirmek isterler.

Kesinlikle eleştiriye kapalılar ve farklı düşünceye toleransları yoktur.

Aşırı kontrolcü, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan kişilerdir.

Ek olarak mobbing uygulayanın yaptıklarını patron olarak hak olarak görmesi, şişirilmiş benmerkezcilik, narsist kişilik, çocukluk travmaları da özellikleri arasında sayılmaktadır.

Bu kişilerin güç konusunda hırslı, o kurum ya da birim için vazgeçilmez olduğunu düşünen, ayrıcalıklı olmak isteyen, kendine güven ve benlik değerlerinde boşluklar olan, teorik bilgi eksiklikleri bulunan kişiler olduğu da ilave edilmektedir.

Bazen de kendinden yüksek meziyetli insanların altlarında çalışması kişileri rahatsız etmekte bulundukları mevkiyi kaldıramadığı için emrindeki başkalarını ezerek güç gösterisi yapar ve bu yolla zayıflıklarını, eksiklerini örtme çabasına girerler.

Araştırmalar mobbingin yeri, zamanı, iş kolu ayrımı olmamakla birlikte sağlık sektörü ve üniversitelerde çok yüksek düzeylerde olduğu ortaya koyarak beni teyit ediyor.

Gelen şikayet, ihbar ve yorumlar da, bilimsel araştırmaların mobbing uygulamaları ile tıpa tıp aynı…

O örnekleri sıralayalım;

Belirli bir çalışan hakkında bir söylenti yaymak…

Personelin işyeri/ofiste tecrit edilmesi…

Çalışanın görevlerini yerine getirmesini zorlaştırmak ve bu yolla çalışanın işten ayrılmasını sağlamaya çalışmak…

Konuşurken sözünün kesilmesi ‘sen ne anlarsın, sen kimsin’ babından küçümsemeler…

Personeli sürekli suçlamak ve eleştirmek…

Çalışanı yok saymak, görmezden gelmek…

Ayrıca varsayana ve görene de tavır takınmak…

Sürekli bir açığını arama ve bulamama halinde yaptığı işi sabote etmek/ettirmek…

Personelin statünü küçümsemek…

Sözlü ya da yazılı tehdit…

Kaba ve kötü sözlerle rencide edilerek motivasyonun kırılmaya çalışılması…

İş performansının dışında işler verilmesi…

Alışılmış iş düzenini bozularak farklı işlere yönlendirilmesi…

Liste uzun, ben gelen ihbar, şikayet ve yorumlarla örtüşenleri aldım sadece…

Sendika şube başkanı tecrübesiyle bizzat yaşayarak biliyorum ki;

Ülkemizde iktidarlar değiştikçe karşı siyasi fikirden olan kamu çalışanlarına dolaylı ya da direkt olarak yıldırma politikası yapılıyor.

Buna günümüzde sendika, vakıf, cemaat ve tarikat farklılıkları da dahil edildi.

Eğer onlardan değilseniz, bir taraftan haksız ve hukuk dışı uygulamalara maruz kalıyor diğer yandan insanlık onurunu zedeleyen davranış ve sözlere muhatap oluyorsunuz.

İşin ilginç ve korkunç olan tarafı, size yapılan haksızlıklara karşı hakkınızı arayacağınız bir kurum da pek kalmadı.

Pardon, kağıt üzerinde varlar;

Bir mobbing ile karşılaştığınızda Alo 170, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, TBMM, Anayasa Mahkemesi, Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER), Kamu Görevlileri Etik Kurulu, Kamu Denetçiliği Kurumu, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, İl, İlçe İnsan Hakları Kurulları’na başvurabiliyorsunuz.

Ama mobbinge uğrayan ve taciz edilen herkes gerek başından geçenlerden ve gerekse başına gelen arkadaşlarından şunu iyi biliyor ki, bu manada ne idari ne adli hukuk, ne iç denetim mekanizmaları ve ne de teftiş sistemi kaldı.

Dolayısıyla kamuda ‘it, iti ısırmıyor’ duygusu hakim oldu.

Buradan iktidar erkine sesleniyorum;

Her iki üniversitemiz de kaynıyor.

Her iyinin sevabı, her kötünün günahı boynunuzadır, çünkü siz seçiyor, siz getiriyorsunuz.

Bu manada şikayetler aldığınızı ama olayın doğruluğunu araştırmak yerine, gidip rektörlerle çay/kahve içip karşılıksız doldurularak hüküm verdiğinizi biliyorum.

Bakın üniversitelerimiz şehirden koptu, halktan uzaklaştı. İktidarınızın üniversite açma gerekçeleri bir bir ortadan kalktı. Halk burnundan soluyor ve hesap sormaya hazırlanıyor.

Benden söylemesi…