Aklı başında herkesin ‘yahu bu nasıl darbe’ demekten kendini alamadığı bir geceydi 15 Temmuz…

Sonra, algı operasyonlarının devreye girmesiyle birileri ikna olduysa da çoğunluğun kafasında halen soru işaretleri var.

Ve bu soru işaretlerinin tatmin edici bir cevabı verilemedi.

Bu anlamda bir çaba da gösterilmediği gibi, Meclis Araştırma Komisyonu çalıştırılmadı, ardından tekrar açılmasına yönelik bütün talepler AKP/MHP oylarıyla reddedildi.

Meraklıları, darbe davalarını takip ederek bir sonuca ulaşmaya çalıştıysa da, mümkün olmadı.

Nasıl olsun ki? Hazırlık ve soruşturma aşamasında bangır bangır yayın yapan medya, dava süreçleri başlayınca yayınlarını bıçak gibi kesti, ki o aşamada ‘bunlar kesin müebbet yer’ dediklerimizin birer birer beraat ettiklerini duymayalım diye belki de…

Duymadık gerçekten, hatta darbe yapmakla suçlanan pek çok askerin darbeyle alakasının kurulamadığını, baktılar olmuyor örgüt üyeliğinden mahkûm edildiklerini bile öğrenemedik çoğumuz…

Ortada bir darbe vardı ama o darbenin ne eylem planı belliydi ne de konseyin kimlerden oluştuğu…

Medya yayınlarını keserken, her davaya otobüs kaldırıp mahkeme salonlarında amigoluk yapanlar da ortadan kayboldular, ne hikmetse…

Belki de tutuklanan binlerce insanın savunmalarını duymak istemediler, bilemem…

O -biraz da aydınlatılmak istenmediği için öyle bırakılmak istenen- karanlık gecenin en önemli mağdurları harbiye ve askeri lise öğrencileriydi.

Bugün, biraz onların hikâyelerine değinmek isterim.

O gece neler oldu? Ailelerinden ve avukatlarından aktaralım;

Hava Harbiye Okulu öğrencileri, komutanları ile birlikte o tarihte Yalova’da kampaydılar.

O gün, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Abidin Ünal’ın kampa geldi.

Öğrencilere yaptığı konuşmasında -ne hikmetse- emre mutlak itaatin önemini anlattıktan sonra alay komutanına,  ‘Bu gün çocukları çok fazla yormayın’ dedi, başlarına geleceği bilircesine...

Saat 22:00’de alarm verildi, öğrencilere terör saldırısı olduğu ve Yalova kamp yerinin güvenli olmadığı gerekçesiyle otobüslerle götürülecekleri söylendi.

O saat itibarı ile öğrencilerin darbeden haberdar olmaları mümkün değildi çünkü kamp yerinde elektrik olmadığı gibi telefonlarına da el konuluyordu.

Öğrencilerin bir kısmı saat 00:07’de kamp bölgesinden 9 otobüsle ayrıldılar.

Darbe başlamıştı ama buna rağmen kampın önündeki polis ekibi, ‘Siz nereye gidiyorsunuz’ diye Öğrenciler G-3 tüfekler ve öğrenci başı 40 adet mermi ile, darbeden habersiz bir şekilde kamptan çıkarıldılar.

Gece saat 02:00 - 02:30 sıralarında Sultanbeyli’de öfkeli bir kalabalık öğrencilerin otobüslerini durdurdu. Öğrenciler darbe olduğunu o an halktan öğrendiler, halk da onların öğrenci olduğunu…

Kalabalık sakinleşti, halk korkup ağlayan bazı öğrencileri teskin etti, hep beraber İstiklâl Marşı okudular, duygusal anlar yaşandı.

Nitekim yandaş kanal A Haber, “kahraman askerler” diye bu görüntüleri kullanarak haber yaptı.

Nedense öğrenciler, karakola götürülmek yerine sabah 06:00 - 07:00 civarına kadar orada bekletildiler. Sabah, farklı ve yayınlarla gaza getirilmiş öfkeli bir grup gelerek öğrencilere saldırdı.

“Otobüsü ateşe verin. Benzin deposuna ateş atın. Hepsini öldürün” diye küfrederek bağıran kalabalık, polis tarafından dağıtılmadı.

Nihayet karakola götürüldüler, 4 gün boyunca orada aç, susuz ve dövülerek bekletildiler.

Ardından hâkim karşısına çıkarıldılar, tutuklanma kararı verildi, Silivri Cezaevine gönderildiler.

Öğrencilerin silah kullanmadıkları, tek kurşun sıkmadıkları, mukavemet etmedikleri raporlarla anlaşıldı.

Öğrencilerin tutuklandığı hafta hepsinin ailelerinin evlerinde eş zamanlı aramalar yapıldı, bütün elektronik cihazlarına el konuldu ve onların içinden de hiçbir suç unsuru çıkmadı.

İlk mahkeme 1,5 yıl sonra oldu ve çoğu müebbet hapse mahkûm oldular.

Emre itaat eden ve komutanları nereye götürdüyse oraya giden çocukların suçları, anayasal düzeni değiştirmeye ve darbeye teşebbüs olarak açıklandı.

Duruşmalar başladığında, Cumhurbaşkanının avukatı Ahmet Özcan, dava dosyasını okuyup inceledikten sonra görüşü sorulduğunda hakime ‘Bu çocuklar masum. Bu çocukları vatana, millete küstürmeyin. Ben de o dönemleri yaşadım. Bizi de bir dönem küstürdüler. Ben, aynı şekilde bu çocukların mağdur edilmelerini istemiyorum’ diyerek davadan çekildi.

Başbakan Binali Yıldırım’ın avukatı Necip Kibar da ‘Bu dosya boş. Hiçbir şey yok. Bu çocuklar tahliye olurlar’ dedi ama olamadılar.

Onlar olamadığı gibi, darbe olduğunu hisseden, otobüsü durdurup kapıları kapattıran, öğrencileri dışarı çıkarmayan Yüzbaşı Metin Kazancı da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

Aileler derslerine iyi çalışmışlar, diyorlar ki;

“1967 yılında Yunanistan’da yaşanan kalkışmada, hepsi yüksek rütbeli, sadece 19 subay yargılanmış… 1981 İspanya darbe girişiminde meclis basılmış, mebuslar rehin alınmış. Sadece, 2’si general 28 yüksek rütbeliler yargılanmış. 2. Dünya Savaşı ile alâkalı Nünberg mahkemelerinde sadece 21 kişi yargılanmış…

Talat Aydemir kalkışmasında ceza alan, sadece Talat Aydemir...

Şimdi, akıl fikir eriyor mu, bir erin, bir öğrencinin siyasî rejimi değiştirmek kastıyla hareket etmesi? Çok mantıksız, olanaksız bir şey...”

Haksızlar mı?

Peki, 12 Eylül darbesi sebebiyle kaç kişi yargılandı? Emir komuta zinciri içerisinde darbenin bir parçası olan mesela Hulusi Akar yargılandı mı? Hayır…

Son sözü de İnsan Hakları Vakfı Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya bırakalım;

“Biz, 15 Temmuz’u bilmiyoruz. Allah’ın lütfu diye tanımlanan bir girişimden bahsediyoruz. Bir darbe girişimi var, insanlar öldürülüyor, linç ediliyor… Böyle bir tabloda birden karşımızda suçlu olarak gösterilenler, öğrenciler. Askerî öğrenciler… Sonrasında da 6 ay içerisinde olup biten bir yargılama, müebbet cezaların ardı ardına çıkması… Aslında Türkiye’de son 3 yıldır bir yargı tiyatrosu var. Bu yargı tiyatrosunda ne yazık ki emirle ortaya çıkan kararlarla karşı karşıya kalıyoruz.”

Ne diyeyim; Adalet mülkün temelidir ve ayarını bozduğunuz kantar bir gün sizi de tartacaktır.