Anayasanın 56. maddesinde çevreyi korumanın devletin ve vatandaşların asli görevi olduğunu belirtmiştir. Aynı madde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu da açıklar.

Akademik olarak tanımlayacak olursak şöyle dememiz gerek:

"Kaynakların; tehlikeli ve zararlı maddelerin çevreye boşaltılmasının en aza indirilmesi veya önlenmesi amacıyla yönetimine çevre koruma denir..."

Hani anayasada da belirtilen asli görevimiz devlet ve vatandaş tarafından gerektiği kadar korunuyor mu? Pek zannetmiyorum açıkçası. Rant uğruna, çevre, ekolojik sistem, tabiat, ağaç, nehir vb şeyleri düşündüğümüzü sanmıyorum.

İlçe belediyelerinde müdürlük ya da şeflik olarak, büyükşehir belediyelerinde ise daire başkanlığı olan yönetim faaliyet alanı olan bu hassas ve geleceğimizi tehdit eden, gelecek nesillere kirli bir dünya bırakmaya doğru sürüklenen çevre sorunları vatandaş olarak bizlerin önemli konusu değilken, yönetimlere de aynı şekilde yansıyor.

Yarın bize lazım olacak nefesleri bugün hoyratça tüketiyoruz; farkında olmadan yarınlarımızı tüketiyoruz, bugün gerek rant kapısı yüzünden gerekse duyarsızlıklarımızın sonucu olarak gelecek nesillere bırakabileceğimiz temiz hava ve çevresel güzellikler tükeniyor.

İnsanların, diğer canlıların ve cansız varlıkların yaşamları süresince ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamların bütünü olan bu çevresel sistemde insanoğlu yakıp, yıkıyor.

Oysaki kendi neslini bile düşünmüyor, bırakın hayvan haklarından söz etmeyi, çevreyi çüvreyi…

Rahmetli Barış Manço; ‘çevre, çevrecilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir’ demişti. Ne de güzel söylemiş, ruhu şad olsun.

Empati yoksunu insanlar bütünü, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, hayata hak ettiği değeri vermeyen bir nesil olduk.

Ne zaman çok sayıda insanı suçlamaya başlasam kendimi şu şekilde frenlemeye çalışırım: -bu kadar çok insanı hatalı buluyorsan sorun sende de olmalı..

Bir çok konuda bir çok insanı hatalı buluyorum ve buna kendimde dahilim. Biz hırsızız, evlatlarımızın elinden geleceklerini, dilsiz hayvanların elinden yaşam haklarını, bu havayı solumaya hakkı olan insanlardan nefeslerini, nehirlerdeki balıkların yaşam hakkını çalıyoruz.

Evet, biz hırsızız çünkü bugünden başka bir şey düşünmez olduk, yarına dair en ufak bir şey yok.

Çevre, insan ve insanın yaşadığı, yaşarken; toplu ya da bizzat maddi manevi üretim faaliyet alanıdır.

İnsan, yaşarken; bedeni ve zihni ile faaliyet içindedir. Saygı, kendinden başlayarak, diğer insanlarla ortak paylaştığı istisnasız bütün alanlara karşı göstereceği; göstermesi gereken hassasiyettir.

İnsan, ihtiyacı için yeteneği çerçevesinde faaliyet gösterirken, üretici olduğu kadar, tüketicidir. Tıpkı bugün olduğu gibi, tükettiklerimiz listesinin başında yaşam alanlarına saygı var. Hani biz kul hakkından çok korkan bir millettik? Biz tüm canlıların hakkına giriyoruz.

Burada konuyu özelleştirmek istemiyorum, yahu bu adam yazıyor ama neyden bahsediyor diyebilirsiniz, Sakarya nehrinin etrafında rant uğruna telef olan balıklardan bahsediyorum, Sapanca’nın dağlarını rant uğruna yağmalayanlardan bahsediyorum ve bunun gibi sadece bizim ilimizde bahsedebileceğim 20 temel konu bulabilirim.

Göz göre tüketiyoruz; gözden kaçıra kaçıra tükeniyoruz. Çünkü harcadığımız tüm bu çevresel krediler nefesimizden ve gelecek nesillere bırakacağımız çevreden gidiyor.

Bir öğün yemek tüketim faaliyeti olduğu kadar; hayata dair her manada düşünce oluşturma; ifade, üretim ve bir manada tüketim eylemidir.

İnsan yaşam boyunca kendini yeniden üretirken, tüketim faaliyetiyle iç içe eyler.

Descartes, doğayı, "hakim ve sahip olunacak" bir şey olarak tanımlıyordu. Evet insan, doğaya tüm bencil ve faydacı eğilimleriyle yaklaştı ve bu yüzden teknolojinin bugün ulaştığı yıkıcı boyut ve hizmet ettiği amaçlar sadece teknoloji kavramı ile açıklanamaz.

İnsandaki niyeti aşan bir şeyler olmuştur, bugün büyük miktarlarda atmosfere verilen atık gazların, nehir ve göllere boşaltılan endüstriyel sıvı atıkların, tarımsal kimyasalların, yiyeceklere eklenen zararlı katkı maddelerinin dünyanın çeşitli bölgelerinde kullanılan biyolojik ve kimyasal silahların sorumlusu gerçekten teknolojinin kendisi mi? yoksa bu etkinliklerinden elde edilen artı değeri paylasan ve bu artı değeri daha da yükseltmek için teknolojiyi bir araç olarak kullanan sınıflar mıdır?

"çevrenin kirlenmesinin gerçek sorumluları büyük kar elde eden tekeller ve çok uluslu şirketlerdir. bu kirliliğin etkilerine en çok maruz kalan kurbanlar ise emekleri ile çalışan kesimlerdir."

Ne güzel bir söz değil mi? Silah elinizde, tetiği çeken de sizsiniz.

Her yeni güne uyandığımda; daha iyi bir dünya için dua ediyor ve mücadele ediyorum.

Sevgilerimle, hoşçakalın.