Belediye başkan adaylarının vaatlerinin ‘çorba’ endeksli olması tesadüf değil.

George Orwell’in “Sizi önce bir tas çorbaya muhtaç hale getirecekler, sonra bir tas çorba vererek oyunuzu isteyecekler” dediği günlerdeyiz.

Çorba özelinde derin yoksulluğun ve hatta açlığın en net göstergesidir bu vaatler…

Bu vaatlerin, 22 yıllık iktidarın adaylarından geliyor olması, halkı açlığa mahkûm ettiklerinin itirafıdır aynı zamanda…

Haliyle, adayların çoğu iktidarın bakanlarından ve karar merciinde bulunanlardan olunca ‘elinizi tutan mı vardı’ sorusuyla muhatap olmaları işlerini zorlaştırıyor.

Murat Kurum’un işi çok zor mesela…

Çorba dağıtacağım dese, 22 yıllık iktidarın ekonomi politikasının yarattığı sefaleti ikrar etmiş oluyor.

Çevreye ve depreme dair vaatlerde bulunsa karşısına bizzat yaptığı Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı sırasındaki icraatları çıkıyor.

Onun ki bir tür aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık misali. Bir yanda ‘uçtuk, büyüdük, kalkındık’ demek zorunda kalan iktidar ve Cumhurbaşkanı öbür yanda iktidarın yol açtığı bütün bu yaraları sarma vaadinde bulunan bir iktidar belediye başkan adayı…

Peki vatandaş bu tezadın farkında mı? İktidarın aldığı oylara ve bu seçime dair anketlere bakılırsa, pek değil…

Vatandaşın bir kısmı, bir tas çorbaya muhtaç edildiğinin farkında ama oyunu yine kendisine bir tas çorba ikram edenlere veriyor.

Dolayısıyla “AK Parti artık yoksullardan oy alan bir zenginler kulübüdür” diyenler haklı çıkıyor.

Şu rakamlara bakar mısınız?

4 milyona yakın insan, sadece devletin yardımlarıyla karınlarını doyurabiliyor.

5 milyon hane (yaklaşık 20 milyon kişi) sosyal yardımla geçiniyor.

4 milyondan fazla hane (yaklaşık 16 milyon kişi) elektrik faturası desteği alıyor.

8,5 milyon kişi yakacak (kömür ve doğalgaz) desteği alıyor.

10 milyona yakın insan (hiçbir sağlık güvencesi olmadığından sağlık hizmetlerinden faydalanmak için gerekli olan) genel sağlık sigortası primlerini ödeyemiyor.

Ülke nüfusunun dörtte biri devletten bir şekilde ayni ya da maddi yardım alıyor.

200 bine yakın insan kredilerini ya da kredi kartlarını ödeyemediği için yasal takibe düştü.

Ama ne hikmetse bu durumda olanların çoğu AKP’ye oy veriyor.

Yani yoksulluğu büyüten iktidar, bu yoksullardan oy alıyor.

Gelir dağılımı eşitsizliği ortada. Bu ülkenin yoksulları yüzde 85, en zengin kesim ise yüzde 5…

Ama görüldüğü gibi bu oran sandığa yansımıyor.

Ve yine “AK Parti yoksullardan oy alan bir zenginler kulübüdür” tezi doğrulanmış oluyor.

Şurası muhakkak ki iktidar, sadece yoksul kesimi büyütmedi, aynı zamanda kendi sermayesini ve zengin kesimini de yarattı.

Etrafınızda da bunun yüzlerce örneğini gördünüz ama daha büyükleri var ki kendini gizliyor.

İktidarın türedi zenginleri, vergi rekortmenleri listesine girecek kadar köşeyi döndüler.

Bu türedi zenginlikleri oldukça dikkat çekici ki, dikkat dağıtmak için vergi rekortmenleri listesinde adlarını geçirmiyorlar.

Bakın vergi rekortmenleri listesine, adının açıklanmasını istemeyen kişi ve kurumlar var orada.

Neden? Vergi rekortmeni olmak suç mu? Ayıp mı? Elbette değil hatta gurur verici…

Ama birilerinin dikkat çekmemesi gerekiyor.

Dikkat çekmemek için de ya listede adını gizlemek ya da hiç vergi vermemek gerekiyor.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Turgut Altınok mesela…

Mal varlığını açıkla denilince önce ‘hepsi Allah’ın, biz emanetçiyiz’ diyor. Açıklamak zorunda kalınca da bir kısmını açıklıyor ki Antalya’da yüzlerce dairesi listede yer almamış.

Nihayetinde “emanetlerin bir kısmını” açıklamak zorunda kalınca da görüyoruz ki adam Monaco Prensi kadar zengin, arazileri Monaco’dan büyükmüş.

İlk akla gelen, bu kadar varlıklı bir adamın bankada dolar, altın hesabı yok mu olmuştu.

Vardır elbet ama güya mal varlığım diye sunduğu listede yer almıyordu.

Dedim ya bir kısmı vergi veriyor ama adını gizliyor, bir kısmı da variyeti anlaşılmasın diye vergi vermiyor, işte Altınok da vergi vermeyenlerden çıktı.

Önceki gün Murat Ağırel araştırdı ve açıkladı; Turgut Altınok’un bütün o malvarlığına karşılık ödediği vergi 0, yazıyla sıfır…

Neyse, inşallah bu seçim “devlet yardımlarına muhtaç hale getirilmiş yoksullarla” devletin her türlü imkanından yararlanarak zengin olan “emanetçilerin” hesaplaşması olsun.

Tercihler buna göre yapılsın, oylar buna göre verilsin.

Hiç değilse bu seçimde, çorbaya muhtaç hale gelenler, kendilerini bir tas çorbaya muhtaç edenlerden sandıkta hesap sorsun.

Göreceğiz…