Hayırdır, Din’e sardın diyorlar. Doğrudur. Bundan sonra erken veya zamanında yapılacak seçimin dolayısıyla ülkenin kaderini ‘Din’ belirleyecek de ondan…

Bugün Bir Yılmaz Özdil arası vereceğim. Gerçi bu da ‘Din’ ile ilgili ama maksadım Fatih Altaylı’nın deyimi ile Diyanet’te örgütlenen Selefi düşüncenin kindar/dindar mensuplarının Özdil’e yaptıkları çirkefliğe tavır koymak.

Bunu da ancak bir Yılmaz Özdil klasiği ile yapabilirim…

Atatürk’e Lanet Öyle mi başlıklı yazısından…

“Mustafa Sabri. Saray'ın şeyhülislamıydı. Sarıklı İngiliz kuklasıydı.

Sevr'in imzalanması için özel çaba harcadı.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucularındandı.

Anadolu'daki direnişi kırmak için İngilizler tarafından icat edilen İslam Teali Cemiyeti'nin kurucularındandı.

Kuvayi Milliye'den nefret ediyordu. “Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti kahpedir” diyordu.

“Kudurmuş haydutlar, caniler” diyordu. “Eyy Allah'tan korkmayan, eyy peygamberden haya etmeyen mahluklar” diyordu. “Bunların dinsizlik derecesi tasavvur edilemez, cenabı hakkın gazabı ve laneti bunların üzerine olsun” diyordu.

Milli mücadelenin moralini bozmak için elinden geleni yapıyordu.

“İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin, iki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İstanbul'dan çekip gitmelerini, ancak Kemalist Türk aklı kabul edebilir” diyordu.

“Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bizim için hayırlı ve menfaatli olamaz, İngilizleri kızdırırız, İngiliz gibi muazzam devlete karşı katiyen kazanma ihtimali yoktur” diyordu.

“Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara'dadır” diyordu.

“Eyy askerler, Mustafa Kemal'in gayrimeşru emirlerine uyduğunuz yeter, bunların vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, müslümanlık için farz olmuştur, sizin bu hainlere itaatiniz mescitlerimizi mabetlerimizi harap eyleyecek, bu zalimlere, bu katil canavarlara alet olduğunuz yeter, padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet kucağı size açılmıştır, Allahını peygamberini seven bu tarafa gelsin” diyordu.

Bu ruh haliyle Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını kaleme aldı.

“Mustafa Kemal'le savaşmak vacip”ti.

Bununla yetinmedi… Kuvayı Milliye'nin yanında saf tutan Denizli, Isparta, Uşak, Antalya, Sinop müftülerini görevden azletti, Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat için idam fermanı çıkarttı.

İzmir'deki Yunan Yüksek Komiserliği'ne teklifte bulundu, “Mustafa Kemal'in pençesinden kurtulmak için Batı Anadolu'da sizin kontrolünüzde özerk hükümet kuralım” dedi.

Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanınca, İngiliz gemisiyle kaçtı, Yunanistan'a sığındı.

Atina'da gazete çıkardı.

O gazeteye “Allah'ın huzurunda Türklükten istifa ediyorum, tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden addetme” diye makale yazdı.

“Elimden gelse bütün Türkleri Arap yaparım, bunların vaktiyle Araplaşmadığına eseflenirim” diye yazdı. Hilafetin yeniden kurulması için Papa'ya mektup gönderdi, İslamiyet adına Vatikan'dan yardım istedi. Yunanistan'dan kovuldu.

Suudi Arabistan'a geçti, en son Mısır'a yerleşti, orada ölene kadar Türkiye Cumhuriyeti aleyhine faaliyette bulundu.

Dürrizade Abdullah. Saray'ın şeyhülislamıydı.

Mustafa Kemal hakkındaki idam fetvasını yayınlayarak ve Sevr anlaşmasına onay vererek, vatana ihanette sürat rekoru kırdı.

Kuvayi Milliye'den nefret ediyordu. “Cenabı hakkın laneti bunların üzerine olsun” diyordu.

Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanınca, İngiliz gemisiyle kaçtı, Yunanistan'a sığındı.

Bu şeyhülislamlar Mustafa Kemal'e “lanet” okurken, vatan topraklarımızda neler oluyordu?

İstanbul işgal altındaydı.

Çanakkale Boğazı işgal altındaydı.

Trakya işgal altındaydı.

İzmir'den başlayarak Ege komple işgal altındaydı.

Antep, Maraş, Urfa, Adana işgal altındaydı.

Antep öylesine ağır kuşatılmıştı ki, kadınlarımız zerdali çekirdeklerini kırıp, eziyor, kepek hamuruna karıştırarak ekmek yapıyordu, açlıktan kedileri bile yemek zorunda kalmıştık.

Kars, Iğdır, Ardahan işgal altındaydı.

Antalya, Mersin, Hatay işgal altındaydı.

Bursa, İzmit, Zonguldak, Eskişehir, Burdur işgal altındaydı.

Topraklarımızın bir tarafında Pontus devleti kurmaya çalışıyorlardı, bir tarafında Ermenistan kurmaya çalışıyorlardı, bir tarafında Kürdistan kurmaya çalışıyorlardı.

Britanya'dan para alan, padişahın tetikçileri, Çapanoğlu, Koçgiri, Anzavur, memleketin dört bir yanında ayaklanma vardı.

İstanbul sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu.

Evet… Saray'ın şeyhülislamları Mustafa Kemal'e “lanet” okurken, vatan topraklarımızda işte bunlar oluyordu.

E, şimdi bakıyoruz…

Atatürk'ü hutbelerden çıkaran, Çanakkale Zaferi'nde 19 Mayıs'ta 23 Nisan'da 30 Ağustos'ta 29 Ekim'de Atatürk'ü yok sayan, 10 Kasım hutbesinde bir fatiha bile okumayan diyanet işleri başkanı… Ayasofya'nın minberine çıkmış, bu topraklarda yeniden ezan okunmasını sağlayan Atatürk'e “lanet” okuyor.

Bu milletin milli mücadele, özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve cumhuriyet tarihi gayet net bir tercihtir…

Ya Mustafa Sabrilerin safındasın, ya da Kuvayı Milliye'nin.

Atatürk'e “lanet” okuma nankörlüğünü gösteren diyanet işleri başkanı… Tıpkı kendisi gibi Atatürk'e “lanet” okuyan Mustafa Sabrilerin, Dürrizadelerin manevi mirasçısıdır!”