Hoş geldin baba…

Hoş bulduk kızım… Ne var ne yok?

Bugün de 5-6 şehidimiz var baba!

He, Allah rahmet eylesin. Aç bakalım Survivor’ı, dün Gamze elenmişti değil mi? Yazık, takımın en iyilerindendi, haksızlık bu, çok üzüldüm!

Bire bir aynı olmasa da bu konuşma binlerce evde geçiyordur, eminim...

Çünkü en tepeden tutun en alttakine kadar toplumun şehit anlayışı, şehide bakışı, bir şehide yüklenen anlam, artık eskisi gibi değil.

Şehit kelle değildir. Şehit tane değildir. Şehit sayısı istatistiki bir veri, hiç değildir.

5 ile 6 arasında vatan uğruna feda edilmiş bir can, sönen bir ocak, bir anne ve baba, bir eş, birçok kardeş, babasız büyüyecek çocuklar vardır ki bunu ne sayı ile ne de farklı verilerle izah etmek mümkün değildir.

Bugün şehide bakış açısının değişmesinin temelinde toplum üzerine kurgulanan algı operasyonunun da etkili olduğunu söylemeden geçemeyiz.

Eskiden bir şehit haberi ile Türkiye ayağa kalkardı ama şehit sayısı artınca hakim otoritenin, infiali önleme adına vakayı basitleştirme gayretlerini hatırlarsınız.

Kamyonet kasasında sevk edilen şehit cenazeleri, ölmek bu işin doğasında var söylemleri, acılı şehit yakınlarının en doğal tepkilerini hakaret addedip dava açmalar, sözde akil ve otorite kabul edilen din ve siyaset adamlarının, PKK ile mücadelede ölen askerlerin şehit sayılmayacakları türü konuşmaları ve son günlerin modası “onlar paralı asker canım, bunun için para alıyorlar” gibi bayağı ifadeler tuttu ki, artık şehit haberleri sıradanlaştı.

Ha unutmadan, bir de şehit ayrımı başladı ki Afrin’de şehit olanlar daha mübarek algısı da yaratılıyor.

ABD’NİN KORE GAZİSİNE BAKIŞI

Geçtiğimiz Cuma günü Yılmaz Özdil, Halk Arenası’nda bu konuya değinmiş mükemmel örneklemeler yapmıştı.

Şehide, gaziye saygı ve sair ülkelerin şehide gaziye bakış farkının özetiydi mesela Hacı Altıner’in öyküsü…

Hacı Altıner, Kars Sarıkamışlı. Er olarak Kore'ye gitti. Kunuri muharebesinde 14 yerinden yaralanmıştı. Arkadaşlarına seslendi, “nasıl olsa bu kadar yarayla kurtulamam, bana bir sandık kurşun bir de ağır makineli bırakın, siz çekilin” dedi. Kritik noktadaki bir boğazı o haliyle tutmayı başardı.

Ertesi sabah bulunduğunda, hala nefes alıyordu, ameliyat üstüne ameliyat ve yaşadı.

Türkiye'de pek kimsenin umurunda olmadı ama, ABD'de Kore savaşının sembollerinden biri oldu, ABD Başkanı tarafından özel olarak davet edildi, ABD'ye götürüldü, tam bir yıl boyunca şeref misafiri olarak ağırlandı, şehir şehir gezdirildi.

Amerikan ordusunun en önemli savaş madalyası olan Gümüş Yıldız'la onurlandırıldı, New York'un fahri hemşehrisi ilan edildi, New York Şeref Madalyası verildi, Cincinnati'nin altın anahtarı verildi, Kalifornia Üniversitesi'nden şeref madalyası aldı, sadece Amerikan savaş kahramanlarının taşıyabildiği hatıra yüzük takdim edildi. Amerikan vatandaşlığı teklif edildi, Hacı teşekkür etti, kabul etmedi.

ŞEHİT MUSTAFA AKARSU

Bir başka örnek;

ABD Ankara Büyükelçiliği'nde canlı bomba patladı, güvenlik görevlisi Mustafa Akarsu hayatını kaybetti. Büyükelçiliğin bahçesine, soyadını andıran akarsu şeklinde havuz yapıldı. Anıt levhasına “Mustafa Akarsu anısınadır” yazıldı.

ABD dışişleri bakanı özel olarak geldi, Mustafa'nın eşine, Beyaz Saray tarafından sadece ulusal kahramanlara layık görülen madalyasını takdim etti, konuşmasında Türkçe “başımız sağolsun” dedi.

ABD Başkanı'nın taziyelerini iletti “Mustafa bizi korumak için hayatını kaybetti, çocuklarının geleceği için kurduğu hayalleri gerçekleştirmek artık bizim görevimiz” dedi, oğlunun ve kızının, eğer isterlerse ABD'de okutulacağını açıkladı.

HAYVANOĞLU HAYVAN GAZİ!

Ne diyordu ABD Dış İşleri Bakanı; “Mustafa bizi korumak için hayatını kaybetti, çocuklarının geleceği için kurduğu hayalleri gerçekleştirmek artık bizim görevimiz!”

Peki ya biz, şehidimizin çocukları için kurduğu hayalleri gerçekleştirmek için bir çabamız var mı?

Ne mutlu ailelerine, şehitler ölmez filan de… Göm gitsin. Birkaç gün konuşulsun ve sonra unutulsun…

Gazimiz ise otobüslerde tartaklansın…

Bu da bir gazimize gösterilen vefa örneği;

Haberlerde çıkmıştı. Haziran 2007, Şırnak’ta, bombalı saldırı yaşanmış, Yılmaz Yiğit, bir kolunu, bir bacağını ve bir gözünü kaybetmişti.

Bir sürü ameliyatlardan sonra hayata tutunabildi, eksik uzuvlarının yerine protezler takıldı, yurt dışında aylarca tedavi gördü.

Ve yıllar sonra, üç yaşındaki kızıyla belediye otobüsüne bindi, şoför kartını bas dedi, kollarını gösterdi, gaziyim, ellerim yok, kartım arka cebimde, siz alır mısınız dedi, şoför ne demek elim yok, hayret bir şey ya, çıkartıp kartını göstereceksin dedi, tartışma çıktı, şoför gaziye hayvan oğlu hayvan, şerefsiz diye bağırdı.

Dedim ya artık şehit ve gaziler arasında da ayrım yapıyoruz, hemen yandaş medya devreye girdi, şoförün hiç günahı olmadığını, gazinin “provokatör” ve hatta “paralelci” olduğunu söylediler, falan…

Şimdi vay sen misin şehidin evine haciz gönderen avukat diyerek prim yapmaya çalışanların hiç birisi o gün, o gaziye sahip çıkmadılar.

Şimdi…

Şehitler ölmez, vatan bölünmez, öyle mi? Unutuldukları için ayrı vefasızlık sebebiyle ayrı ve ölüm sebepleriyle ayrı ayrı üç kere hem de bal gibi ölüyorlar, vatan anlamında değilse de vatandaşlık ortak noktamızda da, bal gibi bölünüyoruz, çünkü bölüyorlar…