Yeniçağ’dan Arslan Bulut anlatıyor;

“Yaklaşık 20 yıl önce Dünya Türk Gençlik Kurultayı için Çuvaşistan’a gitmiştik.

Çuvaş Türkleri Hıristiyan olduğu için bize kiliseleri gezdiriyordu.

Tertip Komitesi’nden İlya İvanov’a “Bir kilise ziyareti bizim için yeter. Burada eski Türk dinine mensup olan Türkler olduğunu duymuştum. Bir de onları ziyaret etsek” dedim.

İlya Bey, “Evet var ama onlar, güneyde Ulyanovsky vilayetine bağlı Çuvaşkase köyünde yaşıyor. İsterseniz sizi götürebiliriz. Fakat yol altı saat sürüyor. Dönüşü de düşünürseniz bir gün ayırmak gerekir” dedi.

Bunun üzerine diğer gazeteci arkadaşlarla konuştum. Onlar da gitmek istedi. 10 Türk gazeteci olarak yola koyulmadan önce İlya Bey, köyün şamanına telefon etti. Şamana, “Türkiye’den gazeteciler gelecek. Onlar için bir ayin düzenleyebilir misiniz? Televizyoncular çekim yapacak” demesini rica ettim. Şaman şöyle cevap verdi:

Buyursunlar gelsinler, başımızın üzerinde yerleri var. Yalnız biz, gazeteciler, televizyoncular çekim yapacak diye ayin düzenleyemeyiz. Tengri işi ile oyun olmaz. Çekim yapmak istiyorlarsa ayin günü gelirler.”

Şamanın son sözünün altını çizelim; Tengri işi ile oyun olmaz.

Aman Allah! Bunu bir şaman söylüyor, inanarak, iman ederek söylüyor.

Şaman nasıl bir iman sahibi ise, ibadetin reklamını yapmıyor, yaptırmıyor.

Şimdi Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili şovu, bir de bu gözden değerlendirin.

Arslan Bulut konuyu Dırar Mescidi ile de ilişkilendirmiş;

“Hz. Muhammed, , kendisini inananlar arasında ikilik çıkarmak üzere inşa edilen bir mescidde namaz kılmaya ikna etmeye çalışan fitneciler karşısında alacağı kararda zorlandığı sırada inen ayette 'Böyle bir mescitte sakın namaza durma! Daha ilk gününde takva üzerine kurulan bir mescit, içinde namaz kılman için çok daha uygundur.' denilmişti. (Tevbe, 108)

Kilise olmadan önce pagan tapınağı olan bir yer, hakiki Müslümanın ibadetine hiç uygun değildir bence” diyor.

Dırar Mescidi neydi?

Kaynak çok ama biz Milli Çözüm Dergisi’nden aktaralım ki birbirlerinin dilinden anlarlar diye... Makalenin yazarı da Ahmet Akgül;

“Peygamber efendimiz zamanında münafıkların, fitne ve fesat yuvası ve silah ambarı olarak kullanmaya çalıştıkları bir dini ve siyasi hıyanet girişimidir.

Peygamber efendimizin Medine’ye hicretinden sonra, İslam’ın giderek güçlenmesi münafıkları ve müşrikleri iyice endişelendirmişti. Münafıkların başı Ebû Âmir, Bizans’ın desteğini almak hevesiyle, Hıristiyanlığa geçip papaz elbisesi giyerdi. Peygamber efendimizi kıskanarak, kendisine uyanlarla birlikte Mekke’ye gitmiş, kâfirlerle işbirliğine girişmişti. Bedir, Uhud ve Hendek muharebelerinde Müslümanlara karşı savaşı desteklemiş ve Mekke’nin fethinden sonra Şam’a firar etmişti.

Oradan Medine ve Kubâ’daki münafıklara haber gönderip, kendisine Kubâ’da bir mabet yapmalarını ve burasını silah deposu olarak kullanmalarını istemiş, kendisinin de Bizans ordusuyla yardıma geleceğini bildirmişti. Münafıklar da Kubâ Mescidi karşısında daha gösterişli bir mescit bina etmişti ki buna “mescid-i dırar” yani: küfür ve zulümle mücadele eden müminlere zarar verip bölme mescidi, ayrımcılık-fesatcılık ve fırsatçılık girişimi, siyasi ve ictimai hıyanet merkezi denmiştir.

Bu yolla Münafıklar, Müslümanları bölerek birbirine düşürmek istemişti. Hatta Bizans askerleri Medine’ye gelince, mescide depo ettikleri silahlarla onlara yardım edeceklerdi.

Peygamber efendimizin orada namaz kılmasını sağlamakla da, Mescid-i Dırâr’ın mukaddes bir yer olduğu intibaı verilecekti. Böylece Müslümanlar da orada namaz kılmaya koşacak ve münafıkların oyununa geleceklerdi. Peygamber efendimiz, Tebük’ten Medine’ye dönüşte, Zi-Evân denilen yerde konaklarken, bu sırada Dırar Mescidini kuran münafıklar, gelip Peygamberimizi bu fitne ve hıyanet merkezine götürmek istemişti.

Allahü Teâlâ, Tevbe suresi 107-110. âyet-i kerimelerini indirerek oraya gitmemesini bildirmişti.

Âyet-i kerimelerin kısaca meali şöyledir:

Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), mü'minlerin arasını ayırıp bölmek ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı (münafıkları ve müşrik saldırganları) gözleyip desteklemek için mescid (karargah) edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. (Tevbe: 107)

Sen bunun (böyle bir mescidin ve nifak teşkilinin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden (itibaren) takva temeli üzerine kurulan mescid (ve merkez), senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever. (Tevbe: 108)

Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe: 109)

Onların kalpleri parçalanmadıkça (ölüp gidinceye kadar), kurdukları bina (ve nifak karargahı) kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe: 110)

Peygamber efendimiz bu ayetler indikten sonra Sahabeden, Mâlik bin Duhşüm ile Âsım bin Adiy’e, “Şu halkı zalim (elebaşları hain) olan mescide gidiniz, Onu yıkınız ve yakınız” diye emretmişti. Onlar da gidip, binayı yıkıp ateşe vermişlerdi.

Bugünkü AKP ile Cemaat Mescid-i Dırar’ın çağdaş örnekleridir!”

Sözün özü; Ayasofya konusunda daha dikkatli ve uyanık olmamız gerekiyor ki hem iman ve inanç noktasında bir sıkıntı yaşamayalım hem de ülkemiz üzerinde oynanan oyunları görelim…