Değerli kardeşim, kantinci esnafı Mesut Şahin ziyaretime geldi.

Sakarya Kitap Kırtasiye Büfe Gazete Bayileri Tekel Maddeleri Satıcıları Kantinciler Esnaf Odası’nın 2022 yılında yapılacak olan kongresinde adaylığını açıklamış.

Hayırlı olsun…

Sendikal mücadele geçmişimden dolayı olsa gerek, sivil toplum kuruluşu ve sivil oluşumlara ayrı bir sempatim vardır.

Bence onlar, siyaset üstü ve siyasetten önemlidir.

Birincisi siyasete dizayn verme misyonunu üstlendikleri ikincisi siyasetin yaptırımlarına karşı hem kendi mensuplarını hem de toplumun hak ve menfaatlerini koruma misyonu üstlendikleri için…

Özellikle siyasetin agresif olduğu, siyasetin yaptırımlarının bazen yasalar üstüne çıktığı ve hele ki dediğim dedik bir tek parti iktidarının hüküm sürdüğü yerlerde, sivil toplum kuruluşlarının daha anlamlı olduğuna inanıyorum.

Yeter ki, varlık sebepleri sivil toplum ve mensuplarının hak ve menfaatlerini korumayı şiar edinsinler, partiler üstü ve bağımsız hareket etsinler.

Mesut Şahin’i siyasi faaliyetleri sebebiyle de tanıdığım için, biraz da şaka yollu sordum;

Hangi partiden destek alıyorsun?

Öyle ya, ülkemizde nice anlı şanlı özde sivil toplum kuruluşları vardır ki, kendilerini bir siyasi partini arka bahçesi olmaya adamışlar, o siyasi partinin gölgesinde alarak iktidar veya muhalefetin kucağına oturmuşlardır.

Mesut Şahin kardeşim anladı sorumu ve sorunun altında yatan hinliği…

Güldü ve açıkladı;

Sivil toplum kuruluşları siyasetin alternatifi de değildir, oyuncağı da.

Kaldı ki bizlere de bu sivil oluşum hakkı, siyasetin ve iktidar erkinin gücüne karşılık kendimizi koruma amaçlı bir nevi şemsiye olarak verildi. Şimdi ben bu şemsiyesi alıp bir siyasi partinin çadırına sığınacak kadar aptal değilim!

Beklediğim cevap buydu ve olması gereken de…

Ama böyle oluyor bu işler dedim.

Böyle olması bundan sonra da öyle olacağı anlamına gelmez, dedi.

Ve ekledi; Site veya apartman yönetici seçerken hangi adayın hangi partili olduğuna mı bakarsınız?

Bizim ki de öyle değerlendirilmeli. Yöneticinin hangi partili olmasından ziyade ehliyetli ve liyakatli olup olmadığına bakmalı. Kaldı ki bizim üyelerimiz de benim gibi düşünüyor. Bizim esnafımız için ülkeyi kimin yönettiği elbette önemli ama daha önemlisi odamızın nasıl yönetildiğidir.

Siyaset ve iktidar gelip geçicidir, kalıcı olan biziz. Dışarıda ülkeyi kimin yöneteceğine dair çalışmalar yaparsın, fikir beyan eder hatta o parti için kapı kapı dolaşırsın ama içeride önceliğimiz esnafımızın hak ve menfaatleridir.

Sordum, çalışmalar nasıl gidiyor?

Adaylığa karar verip açıkladıktan sonra hızlı bir start verdim. Gerek ben gerekse ekibim esnafımızı ziyaret ediyor, onların teveccühünü kazanmaya çalışıyoruz.

Esnafımızın sıkıntılarının sorunlarının bilincindeyiz. Bunların çözüm yollarını da az çok biliyor, anlatıyoruz.

Genç, dinamik ve konulara vakıf bir ekip oluşturdum. Hep beraber çözüm odaklı bir çalışma yapıyoruz.

Birçok yeni projelerimizle üyelerimizin karşısına çıkıyoruz.

İnşallah birlik ve beraberlik içinde, bize yakışan bir seçim gerçekleştirip yolumuza devam edeceğiz.

Bir esnaf üstelik de oda başkanlığına aday bir esnaf yakalamışım, bırakır mıyım?

Esnaf ve sorunlarına yönelik konuşmazsak olmaz.

Anlattı;

Malumunuz kapanma döneminde en çok mağdur olan, işyeri kapanan, müşteri potansiyeli daraltılan bir esnaf kesimiyiz.

Sözde Almanya bizi kıskanıyor dediler ama biz bütün esnaf kesimleri olarak maalesef Almanya’yı kıskandık.

E hükümetin açıkladığı bunca pakete ne oldu?

Söz konusu o paketler yaramıza merhem olmayı bırak ağrımızı bile dindirmedi.

Ayrıca verilen hibe desteklemeleri de bir buçuk aylık kapanmadan kaynaklanan ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çok uzaktı. Dolayısıyla çoğumuz darboğaza girdik. İflas edenlerimiz, kepenk indirenlerimiz odu.

Biz sorunlarımıza daha kalıcı çözümler beklerdik, olmadı.

Sicil affı bekledik olmadı. Esnafın kredilerini faizsiz taksitlendirilsin istedik. Olmadı. Esnafın kirasından stopajı kaldırın dedik. Olmadı. SGK primleri konusunda yardımcı olun dedik, olmadı. Vergi borçlarımız ertelenmedi. Kimi gruba üç bin kimi grubu beş bin lira verdiler, dişimizin kovuğuna dahi gitmedi.

Esnaf yine kendi kaderine terk edildi.

Şimdi normalleşme dönemi, okullar açık, sokak kısıtlamaları yok ama herşeyinnormale dönmesi için, bizim açık kalan yaralarımızın sarılması, ayakta kalabilmek için desteklenmemiz gerekiyordu.

Esnaflar olarak haksızlığı uğradığımızı düşünüyoruz.

Ben de “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!” sözünü şiar edinen bir kardeşiniz olarak bu yola çıktım.

“Haksızlık karşısında eğilmeyiniz, eğilirseniz hem hakkınızı, hem de şerefinizi kaybedersiniz" gerçeğini bildiğim ve inandığım için şahsımın ve oda mensuplarımızın bu şerefli mücadelesine yolbaşı olarak katılmayı uygun buldum.

Mevla’m neylerse güzel eyler, hakkımızda hayırlısı inşallah!

Bize de oda seçimlerinin esnafımıza, halkımıza ve ülkemize hayırlı olması dilemek düşer.

Hakkında hayırlısı neyse o olsun Mesut kardeşim…

ADAM HAKLI

Dolar aldı başını gitti malumunuz.

Ama bizde, hayali bir düşmanla uyduruk bir savaş hamaseti gırla gidiyor.

Onların hiçbir suçu yok. Ne yaparsa dış güçler yapıyor.

Öyle mi gerçekten?

Üstat yılmaz Özdil’e soralım;

“Dış güçlerin oyunu” başlıklı yazısı;

Dış güçlerin oyunu olmasaydı, sayın hükümetimiz bir doları aslında bir lira yapacaktı, dış güçlerin oyunuyla 12 lira oldu.

Gerçi ben cümleyi yazana kadar 13 lira oldu ama, malum, hep dış güçlerin oyunu.

Merkez Bankası'nda 128 milyar dolarımız vardı mesela, dış güçler buhar etti.

Ekonominin kitabını yazan asrın liderimiz “milletin cebinden tek kuruş bile çıkmadan yaptık” dediğine göre, geçmediğimiz köprüye, girmediğimiz tünele, uçmadığımız havalimanına para ödüyor olmamız tamamen dış güçlerin oyunu.

Hamdolsun dünya dengelerini değiştirecek kadar doğalgaz bulduk, hemen dış güçlerin oyunu devreye girdi, suçu sayın hükümetimizin üstüne yıkmak için doğalgaza habire zam oyunu yapıyor şerefsiz dış güçler.

Dünyanın en fazla buğday ithal eden, dünyanın en fazla ayçiçeği yağı ithal eden, mercimeği Kanada'dan, baklayı İtalya'dan, sarımsağı Çin'den, sardalyayı Yunanistan'dan getiren, hamsinin kökünü kurutan, ithal ineği ithal samanla besleyen kim, dış güçler.

İban numarası verin, üste para ödesinler diyen kim, Joe Biden.

Muhalefetin kafası basmıyor, Türkiye'yi kıskanan dış güçlerin büyük oyunu olmasa, marketlerde fiyatlar gayet uygun.

Peki, dış güçlerin oyunu'nu bozmak için ne yapmamız gerekiyor?

Akp milletvekili izah ediyor…

“Paranızın bittiği zamanlar olabilir, paranız kalmayabilir, başınızı bir kaldırın, şu yolların güzelliğine bakın, gözünüz gönlünüz açılır” diyor.

Bir başka Akp milletvekili daha şık izah ediyor…

“Ekonomik sıkıntı çekiyorsak, iki kilo yerine yarım kilo et alın, domatesi iki kilo almayın, iki tane alın, biber alacaksanız, bir kilo yerine üç tane alın, zaten kış günü turfanda sebze sağlığa faydalı değil” diyor.

“Peygamber efendimiz midesinin üçte birini boş bırakırdı” diyerek, dini açıdan az yememiz gerektiğini tavsiye eden Akp milletvekili var.

“Zam yapılıyor ama mini mini yapılıyor” diyen Akp milletvekili var.

“Elimizi vicdanımıza koyarsak, fiyatlarda çok artış yok” diyen Akp milletvekili var.

“Hani kaleciye top gelince göğsünde yumuşatır ya, hükümetimiz şu an zamları öyle yapıyor, yumuşatıyor” diyen Akp milletvekili var.

“Kuru ekmek yiyorlarsa, aç değillerdir” diyen Akp milletvekili var.

Hesap adamı denilen Binali bey, gayet mantıklı bir hesap yapıyor, “Amerika'da enflasyon sıfırdan yüzde 7'ye çıkmış, bu ne demektir, 7 kat artış demektir, bizde 10'lardan 20'ye çıkmış, iki kat artış demektir” diyor.

TÜİK daha mantıklı bir hesap yapıyor, “enflasyon düştü, işsizlik azaldı” diyor.

Çalışma bakanımız “aslında gençlerimiz ülkeden kaçmıyor, dünyayı tanımak için gidiyorlar” diyor.

Enerji bakanımız “kombiyi kısın, tasarruf edersiniz” diyor.

Tarım bakanımız “eskiden İngiltere gelir, bize 8 gol atardı, rahat rahat golleri atıp giderlerdi, ama artık barajların en büyüğü bizde, havalimanlarının en büyüğü bizde, köprülerin en uzunu bizde” diyor.

Kardeşim, İngiltere maçının skoruyla köprünün boyunun ne alakası var diyorsanız, muhtemelen kafası basmayan cehape zihniyetindensiniz, çünkü zaten dış güçlerin püf noktası orası.

1.5 liradan 3 liraya 7 yılda çıktı. 3 liradan 5 liraya 3 yılda çıktı. 5 liradan 8 liraya 2 yılda çıktı.

“Faiz sebep, enflasyon netice” dedi… Yani, şemsiye sebep, yağmur neticedir, şemsiyeyi açtığımız için yağmur yağıyor dedi.

8 liradan 10 liraya 2 ayda çıktı. 10 liradan 11 liraya 2 günde çıktı. 11 liradan 13 liraya 1 günde çıktı.

Hep dış güçlerin oyunu!

Dolayısıyla, dış güçlerin oyunu'na karşı nacizane önerim var.

Getir seçim sandığını…

Sen asıl o zaman gör milletin oyu'nu!

ATATÜRK KÖŞESİ

“Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasi, askeri, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir.

Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bu gerçek, bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde de tamamen görülmüştür. Gerçekten Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.

Arkadaşlar, şahsi saltanatta her konuya taç sahiplerinin arzusu, iradesi ve amacı egemendir. Söz konusu olan yalnız odur. Milletin amaçları, arzuları, ihtiyaçları söz konusu olmaktan çok uzaktır. Bütün millet istekleri ve dileklerini bırakmış bulunuyordu. Çünkü taç sahipleri kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir kişi sayarlardı. Bir de onların etrafını alan çıkarcılar vardı. Onlar da padişahların fikirleri ve anlayışları ile dolu olarak ve padişahın bu arzusunu bir kutsal ve bir Kur’an gereği gibi herkese kabul ettirirlerdi. Bu gayet koyu ve sürekli etkilemeler karşısında, gerçekten bir gün, bütün halk bu arzu ve iradelerin yapılması gereken ve kayıtsız şartsız gereken kutsal emirler gibi olduğuna inanmış olurlardı. Böyle idare ve egemenliğe rıza gösteren bir milletin sonu elbette felakettir, elbette uğursuzluktur.

Efendiler, görülüyor ki, bu kadar kesin ve yüksek bir askeri zaferden sonra bile bizi barışa kavuşmaktan engelleyen nedenler, doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir. İktisadi düşüncelerdir. Çünkü bu devlet, bu millet iktisadi egemenliğini sağlarsa, o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatamazlar.”

Atatürk/ İzmir İktisat Kongresi Konuşması

CUMA KÖŞESİ

YÖNETİCİLERİNİZ SİZİ ‘ALLAH’ İLE ALDATIYOR!

Söylemlerinde ve vaatlerinde, Peygamber Efendimizden Hz. Ömer efendimize bütün din büyüklerimizden örnekler verip, göreve geldikten sonra ‘Firavun’ gibi davrananlar, neden değiştirilmiyor veya değiştirilemiyorlar?

Ve elin gavuru diye nitelendirdiğimiz sair devlet adamları ve yöneticileri, en küçük bir hataları ortaya çıkarıldığında özür dileyip istifa ederken, bizim Müslümanlar(!) inadına makamlarına yapışıyorlar.

Elbette ki sebep, birincisi o ülkelerin yönetim biçimleri, ikincisi de o ülkelerde yaşayan halkın din ve demokrasi seviyeleriyle bağlantılıdır.

İlkinde, yönetim biçimin elverişli değildir, aklın başına gelse de sittin sene değiştiremezsin, ikincisinde ne kadar hata yaparlarsa yapsınlar aklın başına gelmediği için, değiştirme şansını kullanamazsın.

Malum bizim gibi halkı Müslüman olan birkaç ülke az ya da çok demokrasi ile yönetiliyor. Yani biz, aklı başına gelmediği için değişim fırsatını kullanamayanlar sınıfındayız.

Peki, ne engelliyor bizi? Neden uyanamıyoruz?

Bu manada en büyük afyon yani uyuşturucu olarak ‘Din’ kullanılıyor ve din ile uyuşturulan toplumlar kolay kolay ayıkamıyor da ondan…

Yani aldatıcı sizi ‘din’ ile ‘Allah’ ile aldatıyor da ondan…

Oysa, İslam akıl dinidir ve Mukaddes kitabımız Kuran, sürekli uyarır; “Allah ile aldatılmayın!”

Çünkü Allah ile aldatılanların en büyük sorunu, aldatıldıklarının farkında olma imkânından yoksun olmaları… Çünkü derinden inandıkları ve içtenlikle teslim oldukları bir değer kendilerinin aleyhinde kullanılıyor ve bunu fark etmeleri pek kolay değil…

Merhum Yaşar Nuri Öztürk sürekli uyarıyor, uyanmanın ve kurtulmanın iki yolu var diyordu;

“Aklın işletilmesi ve takvanın yani dindarlığın insanlar arasında üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılması...
Bunun olabilmesi için de ‘laiklik’ temel şart haliyle…

Ama bu durumdan beslenenler yıllarca ne anlattılar bize; ‘Laiklik dinsizliktir! İkisi bir arada olunmazzzz’ değil mi?

Böyle olduğu için inanma duygusu egemen kılınarak din aklın önünü kesme aracı olarak kullanılıyor, yani kitle Allah ile aldatılıyor.
Türk halkı, Allah ile aldatma tezgâhlarının ustalıkla işlettikleri bu ‘sevap’ oyunuyla avunurken yaşadığı dinin Kuran’la ilgisi büyük ölçüde yok edilmiş, dinde Kuran’ın yerini, Arap-Emevi saltanat ideolojisinin kutsallaştırılmış sloganlarıyla İslam dışı örflerin uydurmaları almıştır.

Bu durumda Kuran’ın söylediklerinin Türk halkının hayatına nasıl girsin?
Türk halkı, tıpkı birçok Müslüman halk gibi, Ortadoğu despotizmlerinin hesabına uygun olarak kutsallaştırılmış buyrukları din biliyor, onları yaşıyor.
Türk halkının en büyük zaafı, dinini, uyanma ve sorgulama aracı olarak değil de uyuma ve susma aracı olarak kullanması…”

Bu gerçeği iyi bilenlerden biri ve Engizisyon kahrı çekmiş bir coğrafyanın çocuğu olan İtalyan düşünür Giordano Bruno ne güzel söylemiş: “Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah’ı kullanırlar.”
Bruno bunları elbette biliyordu. Kiliseyi ve din adamlarını eleştirdiği gerekçesiyle Roma’da diri diri yakıldı. Onu yakan zihniyetin çocukları ileriki zamanlarda küllerini törenle gömerek adına anıt mezar yaptılar. Neye yarar!
Allah ile aldatılmayı önlemenin tek çaresi Allah ile aldatmaya giden yolları tıkamaktır.

Bunun için yapılması gerekenler de dinin gerçeğini öğrenmek, sahte-uydurulmuş dinden kurtulmak, dinin saltanat ve siyaset aracı yapılmasını durdurmak, yani laikliği esas almak, Allah-insan arası bir değer ölçüsü olması gereken dindarlığı insanlar arası bir değer ölçüsü olmaktan çıkarmak…

Buna inanların Cuma’sı mübarek olsun, inanmayanlar da kendilerini avutsun dursun!